"En büyük yapısal sorun ücretlerin sefaletidir"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, Türkiye'nin ekonomik meselelerine değinirken, özellikle ücretler meselesi üzerine duruyor.

""
Ekonomi Politik: 24 Haziran 2024
 

Ekonomi Politik: 24 Haziran 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Ferhat Bey.

Ferhat Kentel: Günaydın!

A.B.: İyi haftalar!

Ö.M.: Size de iyi haftalar! Çok yoğun geçti her açıdan, her Pazartesi aynı şeyleri söylüyoruz ama her açıdan giderek yoğunlaşan çok acayip bir dünyanın içindeyiz. Türkiye’den ağırlıklı olarak ekonomi meselelerine değinelim demiştik dün sizinle konuşurken, ücretler meselesine özellikle değil mi?

A.B.: Yumuşama ve normalleşme adı altında CHP’nin başlattığı bazı görüşmeler var. Bu kapsamda CHP’liler Maliye ve Hazine Bakanı Mehmet Şimşek’le bugün bir araya gelecekler. Bugün ‘yumuşama ve normalleşme’ meselesine, bunun uzantısı olarak ekonomi gündemi üzerine yapılacak görüşmeye, genel olarak ülkede ücretlilerin, emekçilerin ve emeklilerin yaşadığı ıstıraba bakalım.

Öncelikle şunu söyleyeyim, dikkatten kaçan bir hususa değinmekte fayda var; ‘normalleşme ve yumuşama’ üzerine partiler arasında görüşmeler, gelip gitmeler ve yapılan açıklamalar var. Yapılan açıklamalarda, isme dayandırmaksızın sarf edilen cümlelerden biri, bir sözcük çok dikkatimi çekiyor. Bunu zaman zaman MHP ve AKP kaynakları dile getiriyor. Kaynak ve isim belirtilmeden kulis haberi mahiyetinde, MHP-AKP ittifakına ilişkin ifade edilen tanım şu şekilde; ‘Cumhur ittifakı, AKP-MHP ittifakı salt bir seçim işbirliği değildir; bu ittifak gündelik siyasi tartışmalara kurban edilmeyecek kadar derin bir ittifaktır, pazarlıklar üzerine kurulan bir ittifak değildir’. Bu haberi yazanın da ‘derin’ kelimesinin pek fark etmemiş olduğunu anlıyorum amaderin bir ittifak’ tanımıüzerinde durmak lazım. Çünkü, ‘derin’ ittifaklar ‘derin’ mahfillerde kurulur, çözülür, bozulur, yedeklenir. Konuşmanın başında önce bunu derkenar edelim.

Sözde normalleşeme - yumuşama çerçevesinde CHP ile Mehmet Şimşek görüşmesine geçelim.

Türkiye bir emekli ülkesi, 16 bin 50 emeklisi var, emeklilere bağlı olarak yaşayan 34 milyonluk bir kitle var. Emeklilerin büyük çoğunluğu asgari ücretin altında maaş alıyorlar. Türkiye aynı zamanda bir asgari ücret ülkesi, neredeyse asgari ücret, fiilen çalışanlar içinde, emekliler içinde ücret tavanı olmuş durumda.

Sanayiniz ve ihracatınız ucuz iş gücüne dayalı bir rekabetle ancak ayakta kalabiliyor; yüksek teknolojilerle değil. Sanayide ve ihracatta yüksek teknolojinin payı çok düşük, ithalata bağımlı bir sanayiniz ve ihracatınız var. Böylesine çarpık bir ekonomi içerisindesiniz ve ilaveten ülkenizde kuvvetler ayrılığı yok, hukukun üstünlüğü yok, demokrasinin olmadığı baskıcı otokratik bir rejimdesiniz. Dolaysıyla, ücretler dahil tüm hak arama mücadelesi de baskıcı rejimin şiddetiyle karşı karşıya kalıyor.

Böyle bir ortamdasınız ve ana muhalefet yerel seçimlerde başarılı olmuş, birinci parti gelmiş, böyle bir durumda ana muhalefetten beklentiniz neler olmalı? CHP, muhalefet ekonomide ve siyasette nelere işaret etmeli, nasıl bakmalı? Çok şey söylüyor da nelere işaret etmiyor?

Sadece son bir iki ayda CHP’den yapılan açıklamalara baktığımızda, Genel Başkan Özel, İmamoğlu, Yavaş gibi isimlerin konuşmalarını alt alta koyduğumuzda, ülkenin içinde bulunduğu rejimle ilgili, rejimin değişmesine ilişkin ağza alınan bir cümle göremiyorsunuz. Otokraside miyiz, demokraside miyiz? Anlamıyorsunuz, ağızlarında rejim değişikliği yok, otokrasi kelimesi yok.

İkinci olarak, emekli maaş köleleri diye nitelendirdiğim asgari ücretlilerin, fiilen çalışan emekçilerin, geniş halk kitlenin sorunları da gerçek bir idrakle ortaya konmuyor. CHP, emeklilerin ve emekçilerin durumuna bölüşüm, gelir ve servet dağılımı üzerinden bakmıyor, bakamıyor ya da ihmal ediyor. Ne bölüşüm politikaları, ne de rejimin adı, niteliği derdinde değil gibi!

Yumuşama ve normalleşmeye geniş halk kesimlerinin, yoksulların, emekçilerin, emeklilerin milli gelir içerisindeki payının arttırılması üzerinden bakmıyor. Korkut Boratav’ın tanımıyla, büyük bir bölüşüm şoku yaşanmış, emekçiler ve emeklilerin hasılasından aldığı pay azalmış durumda ve bu payın artırılması için CHP ekonomik politikalar setine sahip mi? Bilmiyoruz.

Ayrıca, kaybedilen iktisadi hakların alınması, bölüşüm ve gelir dağılımının düzeltilmesi, emeğin payının arttırılması ve demokratikleşme iç içe kavramlardır, bir birine bağlı süreçlerdir. CHP, bu bağı göremeyen bir parti, emekçilerin, yoksulların gelirlerinin arttırılması ile demokrasi arasındaki ilişkiyi göremiyor.

Erdoğan düzenini biz daha iyi uygularız’ mı diyorlar? Gerçekten anlamakta zorlanıyorum ama bu bağ çok önemli ve CHP bu ilişkiyi görmüyor.

Türkiye’de ücretlilerin uzun yıllardır yaşadığı sefalet ancak sağlam bölüşüm politikasıyla, gelir dağılımı politikasıyla, emekçilerin esas alındığı bir istikrar politikasıyla yürünebilir. Bunlara ilişkin işaretleri, açıklamaları ana muhalefet partisi CHP’de göremiyoruz.

F.K.: Şöyle bir özet yapabilir miyiz Ali bey; bir taraftan her türlü ekonomik anlamda neoliberal bir takım yöntemlerle sınırsız bir şekilde uygulanabilen politikalar, bir yanda bunu sağlayacak olan işte otokratik yönetim. Bu denklem tam da böyle kuruluyor aslında. Bir taraftan Socar, 60 şirketle her türlü ticareti yapıyorsunuz, petrolünüzü geçiyor; bir yandan da Socar’a karşı eylem yapan çocukları içeri atıyorsunuz gibi mesela - özeti burada görebiliyorsunuz. Asgari ücrete demir atmış gidiyorsunuz ama burnunuzu dışarı çıkaramıyorsunuz bile. Dolaysıyla bu ikili galiba yürüyen esas manivelası değil mi?

A.B.: Otokratik rejim döneminde, özellikle de 2015 - 2023 döneminde yoksullar ve emekçiler, neoliberal deneyim laboratuvarına dönen ülkede perişan oldular.İslami değerlerle kokteyl neoliberalizm mi ararsın, orijinal neoliberal uygulamalar mı ararsın - her şeyin Erdoğan olduğu Türkiye’de iktisat, para, faiz ve kur politikaları kişiye özel yapıldı. Sonuçta, emekliler ve emekçiler büyük bir bölüşüm şoku yaşadılar ve yoksullaştılar.

Buna karşın, ana muhalefetinde pek farklı olmadığını, neoliberal politikalar üzerinden hareket ettiğini görüyoruz. Şayet, neoliberal politikaların sınırladığı bir ana muhalefet var ise, ‘neoliberal politikaları daha iyi uygularım’ yaklaşımında ise emekçiler açısından durum pek değişmeyecek demektir. Nitekim çok uzun yıllar boyunca Türkiye’de emeğin, üretkenliği arttığı ama emeğin, milli gelirden aldığı pay çok azaldı. Yapılan hesaplamalara göre, 2015 - 2023 döneminde ücretliler milli gelirdeki paylarını %10.1 kaybetmiş durumdalar. Emek dışı gelirler artıyor, sermaye ihya oluyor ama emekçilerin, emeklilerin genel olarak ücretlilerin payı azalıyor. Yedi yıllık dönemde, ücretlilerin kaybını az da olsa telafi edecek imkanlarda yok artık. İşsizlik arttı, yoksulluk ve açlık sınırında yaşayan insanlar çoğaldı. Durum böyle...

Türkiye’nin acilen bölüşüm ve gelir dağılımını düzelten politikaları ortaya koyan, öznesinde emekçi ve emeklilerin gelir paylarını artıracak politikalar olan ana muhalefet iktisat politikasına ihtiyacı var. Böyle kurgulanmış iktisadi politikalar setinin, demokratikleşmeyle birlikte iç içe geçmiş olması gerekiyor. Evet, demokratikleşelim, parlamenter sisteme geçelim, kurumlar yerine otursun özgürleşelim diyoruz ama bunun nasıl gerçekleşeceği üzerine eksik kalınıyor - bu bağlamı kurmak gerekiyor, bu bağlamı kurmadan olmaz. Gelir dağılımının feci bozulduğu, emeğin yurt içi hasıladan aldığı payının feci gerilediği bir ortamda; iktisadi hakların telafi edilmesi, ücretlerin normalleşmesini sağlama mücadelesi ve demokratikleşme mücadelesi iç içe geçmiş süreçlerdir. Ücret gelirlerine sahip olanlar, gelirden alacakları payı yükseltmeden yani satın alma güçlerini yükseltmeden yani kendiliğinden bir demokratikleşme olmaz; bunlar iç içe kavramlardır. Eğer CHP, gerçekten ana muhalefet olacak ise özneyi bu şekilde oluşturması ve ilerlemesi gerekir.

Uzun yıllardır emeğin ucuzlaması, reel ücretlerin düşmesinin önemli nedeni işsizlik. Yüksek işsizlik yaratan neoliberal politika uygulamalarının bir sonucu ile karşı karşıya kaldık. Dev bir işsiz ordumuz var. Dolaysıyla emek piyasasında iş arayanlar bol, ayrıca sığınmacı ve göçmenler de eklendi, onların katılımıyla birlikte emek arzı arttı, bu gelişmede ücretleri etkiledi. Sığınmacı ve göçmenler köle gibi çalıştırılıyor, onlar asgari ücretin altında çalıştırılıyor, bu durum ücretlerin düşmesine de neden oluyor. Tabloya tüm bunları ekleyerek baktığımızda vahim durum çok daha netleşmekte.

OECD ülkeleri arasında Türkiye ve Kolombiya, saat olarak en fazla çalışanların olduğu ülkeler, işçilerin çalışma saati yüksek. Türkiye’de emek piyasasında ücretler üzerinde baskı çok fazla, rekabet yüksek, işsizler, iş arayanlar çok, işe sahip olmak isteyenler çok, ayrıca emek arzında yeni yer alan, çok düşük ücrete talip olan nüfusa yeni eklenenler de var.

Ö.M.: Ali Bey, ben de bir şey sorabilir miyim? Tam bundan bahsederken, T24’te bir şey vardı, Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın asgari ücrette iyileştirme yapılması gerektiği bir şekilde, ‘Son 25 yıldır enflasyonun bu kadar ezdiği bir dönem görmedim ve sabit gelirliler en sıkıntılı dönemlerini yaşıyor’ diye bir açıklaması olmuştu - bunu da eklememiz lazım, ücretlere ilaveten de bu hukuksuzluk meselesinin de çok kol gezdiğini söyleyebiliriz. Sık sık üzerinde duruyoruz çeşitli programlarımızda sizinle de beraber yani Anayasa hukukçusu Levent Göker’in Artı Gerçek’te ‘Yeni Anayasa dalgası’ diye - bu ayın başlarında yanılmıyorsam - 4 Haziran’da bir yazı kaleme almıştı; ‘TC’nin 29 Ekim 1923’teki ilanından bu yana, eşit yurttaşlığa ödünsüz bir biçimde saygı gösteren, özgürlükçü ve halkın kendi kendisini bizzat yönetmesine yaklaşmaya gayret eden demokratik bir devlet olmayı başaramamıştır,” diyor ve Hakkari’de yok sayılan bir halktan bahsediyor kayyım atanmasıyla ilgili, “Kalıcı OHAL ve kayyım rejiminin Anayasa sorununun, yeni Anayasa tasarılarının neresinde? Yeni Anayasa dalgası mı yoksa dalga geçmek mi?” diye sorduğu ve, “... çok palyatif tedbirlerin anlamsız kaldığını tüm açıklığıyla Hakkari örneği gösteriyor,” diyor. Hukuksuzluk egemen ve aynı şekilde Ümit Kardaş da Artı Gerçek’te gene aynı tarihlerde, 5 Haziran’da yazdığı yazıda kayyım rejiminin Türkiye’nin geleceğine vurulan kilit olduğunu yani, “Hukuk bilincinden yoksunluk, iç politikadaki çözümsüzlüğün dış politikayı irrasyonel hale getirmesi, sorunların yüzleşme, müzakere ve uzlaşı çizgisinde çözme kültürünün yokluğu bugün olağanlaştırılmış kayyım rejiminin alt zeminini oluşturuyor,” diyor.

Tabii bu hukuksuzluk meselesine, Tahir Elçi cinayetinin cezasız kaldığını da eklemek lazım. Ömrünü cezasızlıkla mücadeleye adamış olan Diyarbakır Barosu eski Başkanı Tahir Elçi’nin güpegündüz öldürülmesi, Dörtayaklı Minare’nin önünde barış isterken öldürülmesi cinayetinin cezasız kaldığını, üç polise de beraat kararı verildiğini de eklemek gerekiyor. Son olarak siz de değindiniz, belki daha sonra üzerinde durulacaktır yani Ipsos ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nden mülteciler araştırması çıkmış, 20 Haziran tarihli bir haber bu. Türkiye’de toplumun %77’sinin mültecilere kapıların tamamen kapatılması gerektiğini düşünüyorlarmış. Durum böyle yani.

A.B.: Ücretlere dönersek, ‘merkezine Türkiye’de ücretli kesimin yaşadığı sorunların konulduğu bir programa ihtiyaç var’ demiştik, ‘bölüşüm ve gelir dağılımıyla ilgili hususları merkezine koyan bir program olmalı’ demiştik. Ana muhalefetin iktisat politikasını, bu şekilde oluşturması gerektiği, ‘bu politikanın da demokratikleşme perspektifi üzerinden yürümesi gerektiğini’ ifade etmiştik. Demokratikleşme mücadelesinin de, iktisadi hakları kazanma, ücretlerin normalleşmesi, emeğin kaybettiklerinin düzeltilmesi, - en azından eski seviyelere gelmesi - üzerinden yürüyen bir mücadele olması gerekiyor.

Ekonomide istikrarsızlıktan söz ediliyor değil mi? Peki, istikrarsızlıktan sürekli kazanan kim? İstikrarsızlığa gelinmesinde, aynı zamanda istikrarsızlığın bir sonucu olan ‘enflasyonun yenilmesinde’ yani çukura düşmeden önce, çukura düşerken, çukurdayken ve çukurdan çıkarken iç ve dış sermaye kesimi payını sürekli artırıyor, sürekli kazançlı çıkıyor, ihya oluyor. Neden? Çünkü tüm bu süreçlerde maliyetler emekçi kesimlerin üzerinden ödeniyor. Korkut Boratav’ın ifade ettiği gibi, bölüşüm şokları yaşanıyor. Emekçi kesimlerin ülkenin hasılasından aldığı pay inanılmaz bir şekilde düşüyor.

Evet, Türkiye’nin yapısal sorunları var, en büyük yapısal sorun ücretlerin sefaletidir. Bu yapısal sorun bir an önce reforme edilmelidir. Türkiye nasıl bir ülke? Ucuz emek üzerinden yürüyen bir ülke, evet, büyük bir ülke ancak ucuz emek gücüne dayalı obez bir ülke! Ucuz -düşük emeğe dayanıyoruz, teknolojik üstünlüğe değil. Bakın, teknolojik ürünlerin ihracatımızın içerisindeki payı %2,5.

En büyük sorun ücretler olunca, para ve kur politikalarının fiyat istikrarı, kur gibi politikalarının bölüşüm politikaları esası üzerinden oluşturulması ve yürümesi lazım. İşte biz bunu CHP’de göremiyoruz! Bölüşüm politikalarını merkeze koyan ve yürüyen bir istikrar programını göremiyoruz. Ayrıca bu şekilde dizayn edilmiş iktisadi politikalarla demokratikleşme politikaları birbirine besleyen, iç içe geçmiş süreçlerdir, demokrasi cephesi de bunların hepsini kapsar.

Türkiye’de 2015 sonrası emekçilerin bölüşüm şoku yaşamasının nedeni, neoliberal politikaların baskıcı rejimleri, baskı öncesinde hak arama mücadelesinin örgütleri ortadan kaldırması ya da güçlerinin minimize edilmesidir - sendikalaşma minimize edildi. İçinde bulunduğumuz durumda en önemli husus, hak arama mücadelesinin organlarının güçsüz hale getirilmiş olmasıdır. 1980’de nüfus 35 milyondu ve o zamanki sendikalı insan sayısı daha yüksekti. Nüfus arttı ancak sendikalaşma artmadı, negatif durumla karşı karşıya kalındı.

Türk-İş Başkanı’na gelince; biliyorsunuz, asgari ücret yılda iki kez ayarlanıyor, Temmuz ayında artması gerekiyor. Türk-İş Başkanı, bir hafta önce asgari ücretin arttırılmaması gerektiğini söyleyen bir sendika lideri, bir adam sendikacı olup ta yerlerde sürünen asgari ücretin artmamasını nasıl isteyebilir?

Türk-İş Başkanı; TOBB, TÜSİAD, TİSK gibi Türkiye’de uygulanan neoliberal politikaların çeşitli varyasyonlarına destek veren bir başkandır. Kendisi, emekçilerin yaşadığı bölüşüm şokundan haberdar değil midir? Türk-İş’in ekonomik araştırmalarına baksın yeter! Türk-İş’in çalışmaları bile bu şoku ortaya koyan çalışmalardır. İçinde yaşadığımız otokratik rejim toplumun asgari ücret toplumu olmaya ve hatta onun altında bir yaşama iten bir rejimdir. Türk-İş Başkanı’nın bu sonuçta katkısının da oldukça yüksek olduğu görülüyor. Türk-İş Başkanı’nın bahsettiğiniz demeci de samimi bir demeç olmaktan çıkmaktadır.

Türkiye’de ana muhalefet partisinin, bilhassa DEM ile birlikte ve en geniş muhalefet güçleri ile birlikte, iktisadi hak arama mücadelesi ile demokratikleşme mücadelesini iç içe geçirecek politikaları ortaya koyması, böylesine bir bileşke içerisinde yürümesi gerekiyor. Hem iktisadi bölüşüm politikaları, hem de demokratikleşme birbirini besleyen hususlardır. Dolaysıyla bir değişim ve yumuşama isteniyor ise merkezine bu anlayışın konması gerekiyor.

CHP, ana muhalefet olarak otokratik rejimle ilgili dertlerini doğru dürüst ortaya koymalı, telaffuz etmeli, otokratik rejimden çıkış için gerekli demokratikleşmeden de ne anladığını açık seçik ortaya koymalı. İlaveten, CHP, neoliberal politikalardan sıyrılan, bölüşümü ve gelir dağılımını merkezine koyan bir ekonomik istikrar programı hazırlamalı, bu programın kaynaklarını da nasıl ve ne şekilde yaratacağını da düşünmeli.

Dünyamızda yaşadığımız iklim krizi ve tüm iktisadi sorunların çözümü için söylenen şudur - ki bunu sistem içi iktisatçılar da dile getiriyor, sadece sosyalist, Marksist iktisatçılar değil - zenginden alıp fakire vermedikçe durum değişmez, var olan uçurum kapanmaz! CHP de bunun farkına varmak durumunda, sermaye vergilendirilmiyor dünyada ve Türkiye’de ki Türkiye’de doğru dürüst hiç vergilendirilmiyor - her şey sermaye için, servet sahipleri için...

Bakın, fos çıkacak hazırlanan yeni vergi paketi de... Yayından önce son rakamlara baktım; ÖTV ve KDV toplam vergi gelirleri içerisinde %51, dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payı ise %65. Tüketimi, halkı vergilendiriyorsunuz, böyle bir vergi yapısıyla yoksulu, fakiri mahkum etmiş durumdasınız. Bu insanlar asgari ücretle bile yaşayamıyorlar, yarısı kadar emekli maaşı alan milyonlarca insan var. Negatife dönmüş bu gelir dağılımı pozisyonu var, emekçilerin ve emeklilerin, aynı zamanda servet pozisyonları da aynı şekilde negatife dönmüş durumda.

Servet vergilendirilmediği müddetçe, gelir doğru dürüst vergilendirilmediği müddetçe, zenginlere tanınan imkanlar kısıtlanmadığı müddetçe, çıkış yok! Politikaların neoliberal kapsamda oluşturulmasının yoksullara ve emekçilere hiç faydası yok! CHP, böyle bir program yapmak zorundadır. Emekçilerin, emeklilerin, yoksulların kayıplarını telafi edici bir program yapılmadan ve bu programı demokratikleşme perspektifi içine koymadan yeni bir Türkiye inşa etmek pek mümkün değil ama öyle anlaşılıyor ki CHP normalleşmeyi bizim anladığımız gibi anlamıyor.

F.K.: Araya girip bir şey sorabilir miyim?

A.B.: Lütfen.

F.K.: Bu aslında CHP’nin şu anda esas derdi galiba; şu anda muhtemelen bu var olan kutuplaştırıcı, kavga dilini falan aşıp bir şeyler yapmak istiyor. Bu seçimler döneminde buradan puan geldiğini fark ettiler ama sorun şu ki siyaset yapmak yaratıcı bir süreç ve bu yaratıcı süreci pekala tam da sizin dediğiniz bütün o süreci; bölüşüm meselesini, vergilerin adalet meselesini, bütün bu sorgulanamayan derin ilişkileri sorgulayacak bir kapasiteyi üretmek anlamında bir siyaset gündeminde olması gerekiyor. Sanıyorum, sadece bu işin görünen kısmını, aysbergin o en tepesindeki kavga meselesine odaklanmış durumdalar, daha öteye yaratıcı bir şey üretemiyorlar. Aslında şunun gibi, öyle bir rejim sürülüyor ki şu anda bu Türkiye yüzyılının maarif modelinde bol bol bunun izlerini görüyorsunuz ve bir tarafta çok da cafcaflı laflar var, gayet aklıselim, kalbi selim vb. bir takım insan yaratmak - araştırmacı, sorgulayan bir gençlik diyorsunuz ama iki cümlede bir ‘devletine saygılı, devletini koruyan, kollayan bir vatandaş yetiştirmek’. E nasıl olacak bu? Yani CHP’nin tam da belki bütün bu dilleri açıklayan, sorgulayan, bu konularda politika yapan bir parti olması gerekirken ne yazık ki onu yapmayan, sadece siyaseten puan kazandırdığı varsayılan bir yerde duruyorlar gibi gözüküyor.

A.B.: Otoriter rejimin ve iktisadi neoliberal politikaların sınırları içerisinde ya da modifiye edilmiş biçimleriyle toplumun karşısına çıkarsanız değişen bir şey olmaz. Bakın, vaktimiz olsaydı Arjantin ile Türkiye’yi karşılaştırmayı düşünüyordum; son zamanlarda Arjantin’in başında da bir değişik vatandaş var, o da inim inim inletiyor halkını ama millet sokaklarda ve meydanlarda haykırıyor.

Geçtiğimiz haftalarda da söyledik; demokrasi solumayan bir iktidarla görüşme olur ama ne zaman olur - bu işlerde zamanlama önemli. İspanya ve Güney Afrika deneyimleri çok önemlidir, bu deneyimleri irdelemek lazım. Bu konularla yıllardır biraz ilgilendiğim için söyleme gereği duruyorum; rejimle mücadele ederken ya da rejimin sonlarına doğru görüşme trafikleri nasıl dizayn edileceği çok önemlidir. Güney Afrika ve İspanya deneyimleri öğreticidir, başka ülke deneyimlerine de bakmak lazım. Görüşmelerin zamanlaması çok önemlidir. Bugün CHP’deki akademisyen arkadaş Yalçın Karatepe, gidecek Mehmet Şimşek’le görüşecek, ellerinde dosyalarla sanki koalisyonun bir ortağıymışçasına gidecek, büyük bir olasılıkla iktidara söyledikleri, önerdikleri refüze edilecek. Üstelik CHP, iktidarın bugünkü programını ‘daha iyi uygularız, daha iyi zenginleştiririz’ mantığıyla gidiyor.

Türkiye toplumu yoksullaşmış durumda, geçinemiyor ülkenin insanları. Dolaysıyla bunu merkeze koymadan bir istikrar programı, ekonomik program dizayn edilemez. Şayet yumuşayacaksan ve normalleşeceksen bunları merkeze koy ve görüş.

Ö.M.: Süreyi de bitirdik. George Monbiot ile Peter Hedges’in ‘Görünmezlik doktrini ya da neoliberalizmin gizli tarihi’ başlıklı çok özlü bir kitabı var, onun üzerinden de konuşmaya devam ederiz.

A.B.: Gazetecilere yapılan tehditler devam ediyor, meslektaşlarımızla dayanışmaya da devam ediyoruz, yanlarındayız. Sinan Ateş’in eşi birer gün arayla ana muhalefet lideri ve Cumhurbaşkanı ile görüşüyor, hâlâ tehdit ediliyor, ölüm tehlikesi içinde yaşadıklarını belirtiyorlar. Böyle bir ülkede olduğumuzu göz önünde bulundurarak meselelere bakmak lazım.

Ö.M.: Çok teşekkürler Ali Bey, görüşmek üzere.

A.B.: İyi yayınlar.

F.K.: Hoşça kalın!

A.B.: Hoşça kalın!