"Demokrasiyi yeniden getirme özlemindeyseniz eylemliliği tercih etmek durumundasınız"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, Sezgin Baran Ünsal davası vesilesiyle devlet-mafya ilişkisini ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun son açıklamalarını değerlendiriyor.

kronos34.news

(20 Eylül 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

 

Özdeş Özbay: Merhaba Ali bey, günaydın!

Ali Bilge: Günaydın Özdeş, günaydın Feryal, galiba başka bir arkadaşımız var Yağmur.

ÖÖ: Evet.

AB: Ona da selam, merhabalar, hoş geldiniz!

ÖÖ: Evet bu hafta ne konuşuyoruz?

AB: Bir haftadır tatildeydik, bu nedenle gündem birikti. Tek bir konuya değinmemiz zor, ortaya karışık olacak bugünkü programımız. Öncelikle çok kıymetli bir hocamızın 100. yaşını kutladık. Ankara ve İstanbul akademik çevreleri yakından tanır, bütün Türkiye tanır hocayı. 100 yaşına varan hocamız hayatına çok değerli çalışmalar sığdırmıştır. Nermin Abadan Unat hocamızın 100 yaşını kutlayarak programa başlamak istiyorum. Nermin hoca hem Mekteb-i Mülkiye Ankara hem de Boğaziçi Üniversitesinde görev yaptı. Çok önemli çalışmalar ortaya koymuş bir kişidir. Özellikle mağduriyet alanlarında başlattığı çalışmalarla tanınır. Kadın hakları ve kadın mağduriyeti üzerine, aynı zamanda göç ve göçmenlik üzerine çalışmalarını vurgulayarak, Nermin hocanın 100. yaşını kutlayarak programa başlayalım. Elbette bu hafta 24 Eylül iklim grevi etkinlikleri olacak. Muhtemelen önceki saatte değinmişsinizdir.

ÖÖ: Evet.

AB: Tamam, hemen diğer konulara geçelim; Erdoğan medya ödülleri verdikten sonra BM toplantısına ABD’ye gitti dün. Erdoğan, BM toplantısına çok önemli bir davanın/soruşturmanın ara karar eşiğinde gidiyor. Viyana’da tutuklu Sezgin Baran Korkmaz’ın tutukluluğunun nerede devam edeceğine, hangi ülkeye gönderileceğine karar verilecek. Amerika’ya mı, Türkiye’ye mi gönderileceğine ilişkin karar verileceği belirtiliyor. Bu çok önemli çünkü Sezgin Baran Korkmaz’ın da bir suç, mali suç örgütüne sahip bir kişi olduğu malum. Hem uluslararası alanda hem de Türkiye’de pek çok yasal olmayan organizasyona katılmış birisi. Siyasilerle birlikte çok ciddi iddiaların aydınlanabileceği bir dava. Reza Zahrap davası gibi. Özellikle bu konuda yine suç örgütü lideri Sedat Peker’in açıklamaları devam ediyor. 

SBK davası da uluslararası alanda Türkiye’yi zora sokacak davalardan. Kara ve kirli para aklaması süreciyle, siyasetçi, iş dünyası, mafya ilişkisine eklenecek bir zincir. Ortalığa dökülen açıklamalar ve iddialar ve ABD ‘de devam eden davalar doğrultusunda Türkiye’de ciddi bir çalışma yapılmadı, ciddi soruşturma açılmadı. Üstelik İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bu açıklamaların odağında. Sedat Peker’in dikkat çektiği, Mersin ve körfez limanlarında yakalanan uyuşturucu konusu, Sezgin Baran Korkmaz’la bağlantılı olarak ortaya konulan iddialardan en önemlisi. 

Bu açıklamalara bakarken bir şey dikkatimi çekti benim; emniyetin 2021 uyuşturucu raporu geçen gün açıklandı. Ocak 2021’den günümüze kadar yapılan operasyonlarda Türkiye’de şu ana kadar 13 ton eroin ele geçirilmiş

Geçen yıla göre miktar %72 artmış. Bu miktar bizzat emniyetin ele geçirdiği. Ele geçirilemeyenleri bilmiyoruz. Mesela suç örgütü lideri Sedat Peker, Kolombiya’dan İzmir Limanı'na gelirken yakalanan yaklaşık bir tona yakın uyuşturucunun kim tarafından tedarik edildiğinin hala açıklanmadığını belirtiyor.

"Türkiye’nin yakın tarihinde uyuşturucu, siyasetçi, devlet ve mafya ilişkisi çok dolu ve kabarık bir dosyadır"

Emniyetin raporu düzenlenen uyuşturucu operasyon sayısı hakkında da bilgi veriyor. Şu ana kadar 1 Ocak – 16 Eylül tarihleri arasında 143,787 uyuşturucu operasyonu yapılmış. 13 ton eroin ele geçirilmiş. Tonlarca ve milyonlarca uyuşturucu yapımında kullanılan ilaçlar ve haplar da ele geçirilmiş. Detaylar ilgili haberde bulunuyor. Emniyetin rakamlarına göre çok ciddi bir artış olduğu görülüyor. Bu artış miktarı bile, ele geçirilen miktar, bize ülkenin ne kadar yanlış ve hastalıklı bir durumda olduğunu gösteriyor. Uyuşturucu ticaretinde ve kullanımımda cennet bir ülke! Türkiye’nin uzun yıllardır uluslararası uyuşturucu hatlarında çok önemli işlev gören bir ülke pozisyonunu artarak sürdürdüğü anlaşılıyor. Türkiye’nin yakın tarihinde uyuşturucu, siyasetçi, devlet ve mafya ilişkisi çok dolu ve kabarık bir dosyadır. Geçmişte çok üstünde durduk ama bugünlük bununla keselim. Sadece Sezgin Baran Korkmaz davasının hangi ülkede devam edeceğine ilişkin karar aşamasına gelindiğini, emniyetin açıkladığı uyuşturucu rakamları göz önüne getirmiş olalım. Sedat Peker açıklamalarına da dikkat çekelim. Maalesef Türkiye’nin gündemini, ülkenin eksenini suç örgütü liderleri Alaattin Çakıcı’lar, Sedat Peker açıklamaları, mali suç örgütü kurduğu anlaşılan Sezgin Baran Korkmaz davaları, Reza Zahrap açıklamaları belirliyor. Sezgin Baran Amerika’ya gitmekten ziyade Türkiye’ye gelmek istiyor. Orada devam eden bir dava var. ABD ‘de işi zor. Reza gibi itirafçı olacağı ama işinin orada daha zor olacağı belirtiliyor. Son dönemde yine İran konsolosuna ilişkin bir gelişme var ama onu başka zamana bırakalım. 

Benim esas değinmek istediğim husus, ana muhalefet ve muhalefetin oluşturduğu “ittifak”ın durumu. Kılıçdaroğlu geçen gün bir açıklama yaptı “halkımızın sokağa çıkmasına müsaade etmeyiz” diyor. Dünkü açıklamasında da Kılıçdaroğlu “Kürt sorununu HDP ile birlikte çözebiliriz” diyor. 

Bugüne kadara pek çok kez ana muhalefetin hataları ile otokrasinin duvarlarının daha kolay örüldüğünü söyledik. Hataların başında 2014 ve 2018 cumhurbaşkanı aday tespitinde yapılan yanlışlar geliyor; Ekmelleddin İhsanoğlu ve Muharrem İnce isimleri. Muharrem İnce’nin partisiyle artık ilişkisi yok. İhsanoğlu önce MHP’ye geçmişti, şimdi nerede bilmiyorum. 

"Dokunulmazlıkların kaldırılması kararı Kılıçdaroğlu’nun siyasi hayatında hesabını veremeyeceği bir durumdur"

Kılıçdaroğlu, HDP ile birlikte Kürt sorununun çözüleceğini söylemesini olumlu bulduğumuzu söylemekle birlikte, şöyle bir geriye dönüp bakalım. Kılıçdaroğlu’nun HDP’nin 2015 Haziran seçimlerinde gösterdiği başarıdan sonra, milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasında katkısı olmamış gibi, o teklifi kendisi vermemişçesine HDP ile Kürt sorununun çözülebileceğine ilişkin açıklama yapmak gerçekten büyük bir tezat teşkil ediyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması kararı Kılıçdaroğlu’nun siyasi hayatında, aynı zamanda CHP yönetiminin hesabını veremeyecekleri bir durumdur. Dokunulmazlıkların kaldırılmasından sonra HDP’nin genel başkanları içeriye girdi, milletvekilleri içeriye girdi, 10 bine yakın üyesi ve yöneticisi hapiste. “HDP ile Kürt sorununu çözmeye niyetliylesiniz, HDP’nin perişan olmasına, onun yok olmasına yol açacak baskıların arttırıldığı sürece, otoriter duvarların örülmesine yol açan sürece neden katkı verdiniz, dokunulmazlığın kaldırılmasını neden sağladınız” diye sormazlar mı? Bunun cevabını ve hesabını vermeli, özeleştirisini yapmalı öncelikle Kılıçdaroğlu. 

Değinmek istediğim diğer bir husus şu: Kılıçdaroğlu ve CHP’de görülen, etnik problemlerin çözümüne ilişkin, uluslararası ülke deneyimlere ilişkin ciddi bir bilgi eksikliğine işaret etmek gerekiyor. Çünkü diyor ki Kılıçdaroğlu “meşru organ, gayrimeşru organ”. Dünya pratiklerine baktığımızda İspanya, İrlanda’ya baktığımızda, ülkeler bu sorunların çözülmesi için hem yasal hem yasal olmayan yapılarla bir araya gelebiliyorlar, sorunun çözümü için tüm yapıları muhatap alabiliyorlar, değerlendirebiliyorlar. Dolayısıyla sayın Kılıçdaroğlu bu konuyu daha derin incelemeli. Kürt sorununu çözmek için HDP’yi adres görüyorsa ki gayet olumlu ve güzel bir değerlendirme, çok önemli, ancak buna ilişkin geriye ve ileriye dönük uygun adımları atmak durumunda. Hem dokunulmazlıkların kaldırılmasında ön ayak olan tavrını hem özellikle Suriye tezkerelerinde “ağlaya ağlaya oy veriyoruz” dediği tezkerelere ve savaş konusundaki tavrını gözden geçirmesi gerekiyor. Kürt bölgesinde yani güneydoğu ve doğuda CHP’nin varlığı sınırlı, son derece düşük bir profilde, yok sayabilirsiniz

Diğer bir hususa gelelim: Ülkede demokraside kaybettiğimiz toprakları yeniden kazanmak istiyorsak, otokrasinin yerini demokrasiye, parlamenter rejime bırakmasını istiyorsak, sadece kamuoyu açıklamalarıyla yetinemezsiniz. Bunlarla olacak bir mesele değil. Bunu anlaşılması lazım. Demokrasi mücadelesi içinde parlamento da vardır, meydana çıkmak vardır, zarar vermeyen, kamusal alanlara zarar vermeyen, sokağa çıkmak vardır, gösteri-protesto vardır, hürriyet bunlarla kazanılır. Ana muhalefet partisinin lideri böyle mücadele etmeyi yok sayıyor. Halbuki bu demokrasinin aslî unsurudur, ifade özgürlüğüyle birlikte gösteri ve toplantı özgürlüğü. Dikkatinizi çekerim; bu bağlamda bir “demokrasi yürüyüşü” adı altında yapılan yürüyüş ve miting yapıldı ama sonu getirilemedi, hakkı verilemedi. Sorarım size, bir kere bile HDP’nin eş başkanı Selahattin Demirtaş’ı hapishanede ziyaret etmeyen ana muhalefet liderinin, HDP ile birlikte Kürt sorununu çözeceği sözünü sarf etmesi ne kadar samimi ve içten bir dilektir. Bunu dinleyicilerimizin değerlendirmelerine bırakıyorum. 

Şimdi Türkiye’de bir otoriter rejim var, onun karşısında da sözde otoriter rejimle mücadele edip demokrasi sularına kavuşacağımızı iddia eden bir muhalefet var. Ama bu muhalefetin otoriterlikle mücadele pratiğinin çok da değerli bir pratik olmadığını şu ana kadar tespit etmiş durumdayız, görüyoruz. Aslında ana muhalefet ve genel olarak muhalefet şöyle bir rota belirlediler; bekleyelim dal kurusun, dalın kurumasını bekleyelim, dal kuruyunca zaten kendiliğinden kırılır. Yanlış buydu. İyi de arkadaş, dalın kurumasını beklerken ağaç da kurudu! İşte Osman Kavala, Demirtaş, binlerce masum insan hapislerde kalmaya devam ediyor. Yargının, medyanın iktidar güdümünde olduğu ortamda beklemek ne demek? Yargı kararlarının nasıl verildiği ortada. Dalın kurumasını beklersen saldırılara sen de muhatap oluyorsun. İki kez linç girişimine muhatap oldu, önüne mermi atıldı. 

"Demokrasi mücadelesinde meclis, sokak, meydan, sivil toplum birliktedir"

Ana muhalefet, sokak ve meydan meselesinde yanlış bir bakış içerisinde. Demokrasinin ve demokrasi mücadelesinin tanımı içerisindedir bunlar. Sözde “sosyal demokrat” bir parti olarak adlandırılan CHP, sokak ve meydanı bir hak olarak görmeyi yok sayamaz. Bırakınız sokak ve meydanı bir kapalı toplantı bile düzenlemiyorlar. Kimse Covid’e sığınmasın, Covid öncesinde de böyleydi. Ana muhalefetsen, ki demokratik bir ittifak kurma iddiasındaysan, 81 ilde Türkiye’nin meselelerine ilişkin her türlü toplantıyı düzenlemeye aday bir hareketsin demektir. Maalesef Kılıçdaroğlu ve ekibi böyle. Neden böyleler? Daha uzun irdelenmesi gerekir, şimdi zamanı değil. Ama şu gerçek ki böylesi bir pasifizasyon içerisindeler. Böyle bir pasiflik içinde olunca da ana muhalefet ve ittifak bloğu demokrasi mücadelesinde geri kalıyorlar. Demokrasi mücadelesinde meclis, sokak, meydan, sivil toplum birliktedir. İnan ki Kılıçdaroğlu’nda ve bugünkü CHP’de görülen pasiflik daha önce yaşanmamıştı. 

Küçük yaşlardan itibaren siyaseti takip eden bir kişiyim. Bu partinin ikinci genel başkanı İsmet İnönü’de de, 3. genel başkanı Bülent Ecevit’te de yoktu. İsmet İnönü çok özel bir isim tabii ama Menderes’le olan mücadelesini hatırlayın; Kırşehir olaylarında treni durduruldu, kafasına taş atıldı, yaralandı, engellendi ama yürüdü şehre, yanındaki insanlarla birlikte, Kırşehir’e yürüdü. Bülent Ecevit örneğini vereyim; 1977, 6 Haziran seçimleri öncesinde M.C. hükümeti iktidardaydı. M.C. başbakanı Süleyman Demirel, Bülent Ecevit’in İstanbul’da miting yapmasını istemedi. O da “eşim ve halkım oradayız” dedi ve tarihin en yüksek katılımlı mitinglerinden biri oldu. Şimdi bunları göz önünde de bulundurmuyorlar ya da bilmiyorlar. 

Mesela Nesin Vakfı’na saldırı oldu kardeşim geçen hafta. Fiziki saldırı oldu. Zaten vakfın arazisine el koymak için elden gelen esirgenmiyor yıllardır-bunu yapan bir cemaat, bir dini cemaat yapıyor- bakalım şimdi Nesin Vakfı’na ilişkin yapılan saldırıya ilişkin bir açıklama gördük mü? Ben kaçırmış olabilirim; ne CHP’den, ne Kılıçdaroğlu’ndan bir açıklama gördük mü? Sözde en önemli eksenim dediği laiklik eksenine saldırlar yapılıyor, buna ilişkin ne bir söz ne bir tavır göremiyorsun. Aziz Nesin’in çocuklarıyla fikir birliğin olmayabilir ama Kılıçdaroğlu da kaç nesil Aziz Nesin’in kitaplarıyla onun aydınlattığı yolla yürüdü, büyüdü. Kemal Kılıçdaroğlu dahil Aziz Nesin’in kitaplarını okumamış insan varsa zaten orada durmasın. Kaç nesil büyüdü, Aziz bey’in kitapları ve fikirleriyle. Çocuğun ve bilimin, aydınlanmanın esas alındığı 50 yıllık bir vakfa saldırı oluyor ve sen duruyorsun. Böyle bir durumda sadece ana muhalefet olarak değil demokrasi ittifakı olarak karşı durmak durumundasın

Zaten ittifakın modellemesi, kurgusu problemli; ciddi bir ittifak demek çok zor çünkü zaafları pek çok. Sözde ittifakların adları birinin “cumhur” öbürünün “millet”. Ortada demokrasi kaybolmuş, kaybettiğimiz demokrasiyi bulmaya çalışıyoruz. İttifakınızın adı “millet”! Kaybettiğini bulmaya çalışıyorsan adının “demokrasi ittifakı” olması lazım. Ayrıca geçen gün diyanet işleri başkanı yeniden atandı. Başkan laiklik karşıtı, şeri hükümlere bağlı bir kişi, açıklamaları belli.

ÖÖ: Ne başkanı dediniz özür dilerim?

AB: DİB başkanı. Diyanet işleri başkanı hakkında ana muhalefetin bir tavrı ya da ittifakın bir tavrı olmaz mı? Laiklik eksenin öne çıkararak ittifak bir toplantı düzenleyemez mi? Taliban’la iş birliğine girmiş, IŞİD’le konuşan, sanki bu örgütlerle temas etme ve sorumluluğunda bir ülke konumunda olması istenen, dünyada çizilen görev dağılımında böyle bir ülke konumu üstlenmesi istenen ve isteyen bir Türkiye var. 

Buna karşın yıllarca otoriter laikliği savunan bir CHP’ye bakalım. Laiklik konusunda izlediği tavır ne şekilde oluştu? Muhafazakâr seçmeni kucaklamak pahasına laiklikten ödün veren tavrı tartışılmaya değer bir tavır değil mi? Bunu Deniz Baykal’a kadar uzatmak mümkün; Kılıçdaroğlu’nun ilham perisi olan, Kılıçdaroğlu’na yolu açan Deniz Baykal’da da gördüğümüz anlayış. CHP, laiklik eksenini tamir etmek durumunda. Pek çok konuda yapılması gereken eylemlilik ana muhalefette ve ittifakta yok

"Yüksek Seçim Kurulu artık bağımsız bir yargı kurumu değil"

Yine bir örnek vereyim -daha öncede gündeme getirmiştim- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllar boyunca kullandığı bir enstrüman vardı: Muhtarlar. Muhtarlar aracılığıyla iletişim kuruyordu. Ne zaman ki yerel seçimlerde Erdoğan yenildi, muhtarlarla bir araya gelmemeye başladı. Türkiye’de muhtar pozisyonları siyasetin kılcal damarlarıdır. Erdoğan terk etti muhtarları. Peki ana muhalefet, muhalif ittifak niye muhtarlarla bir araya gelemiyor? Demokrasiyi yeniden getirme özlemindeyseniz, Kürt sorununu çözme özlemindeyseniz eylemliliği tercih etmek, pasifliği terk etmek durumundasınız. 

Geçmişin de hesabını verin elbette. Birincisi dokunulmazlıkların kaldırılmasında yanlışlığınızı, Selahattin Demirtaş’a, diğer insanlara tavrınızı açıklayın, sonra da gidin HDP yönetimiyle bu konuyu çözmek için beraberliğinizi vurgulayın. Yıllarca HDP ile yan yana gözükmekten uzak olacaksınız, öte yandan laiklik en önemli eksenimiz diyeceksiniz, ülke yarı İslam cumhuriyeti olmuş “aman sokak aman meydan olmasın” diyeceksiniz. Eylemliği ve laiklik vurgusunu sadece Anıtkabir ziyaretiyle ölçeceksiniz ve yetineceksiniz. 

Dolayısıyla Kılıçdaroğlu demokrasi mücadelesini ya kavramsal düzeyde bilmiyor, pasifizmi devam ettiriyor, dalın kurumasını bekliyor… Ağaç kurudu farkında değil… Demokrasinin en önemli unsurlarının parlamento, sivil toplum, meydan ve sokak özgürlüğü ve hak arama özgürlüğü olduğunu bilmiyor. Kürt sorununu çözmek için en önemli budama operasyonunun başlangıcı olan dokunulmazlık konusundaki tavrını özeleştiriye tabi tutmuyor. O yüzden demokratik ittifakın adı millet ittifakı oluyor. Sadece seçimlere ölçülen bir beraberlik anlaşılıyor; buna demokrasi cephesi denmez. Şimdi iki konuya da değinip programı bitirelim, vaktimiz ne durumda onu bilmiyorum ama…

ÖÖ: Bir 5 dakikamız daha var.

AB: Bakın hep bunun da birkaç kez altını çizdim; Yüksek Seçim Kurulu artık bağımsız bir yargı kurumu değil. İdareye bağımlı bir kurum halinde. Son 10 yılın seçimlerinde YSK’nın yaptıkları ortada… YSK, 2019 yılında Rusya Federasyonu merkezi seçim komisyonuyla bir protokol imzaladı. Bu protokolü bilmiyoruz. Neyi kapsıyor bu protokol? Bilgisayar programlarını mı kapsıyor? Nasıl bir iş birliği bu? Bunu ana muhalefet de dile getiremiyor, Millet İttifakı da dile getirmiyor. Bu konularda çalışan, seçim güvenliği, adil seçim, vs. onlar da gündeme getirmiyor. Dolayısıyla 12’ye 5 kala bu mevzularla uğraşmamamız gerekiyor. Olmuyor, geç kalınmış oluyor. Türkiye’nin demokrasinin kazanılması için çok ciddi tamirata, tadilata, yeniden inşaya ihtiyaç var. Uzun erimli demokratik bir ittifaka ihtiyaç bulunuyor. Aşamalarla yeniden Türkiye inşası gerekiyor. İttifakların çeşitli evreleri vardır; bu modeller içerisinde ilkeleri, ön kabulleri ortaya koyarsınız ve ona göre ilerlersiniz.

Türkiye ve Rusya seçim kurulları arasında yapılan protokol önemli, gözden kaçmasın. Diğer bir husus RTÜK’le yine 2019 yılında, Rusya radyo televizyon kurumunun arasında yapılan protokol. Bu da çok önemli; iki seçim kurulu arasındaki protokol, iki medya kontrol kurumu arasında protokol… Bunlara dikkat çekerek bu haftayı tamamlamış olayım. Ben şu anda şehirler arası yoldayım, bir istasyonda durdum, oradan yayın yapıyorum. Bilgisayarımı da açamadım ama herhalde değineceğim konuların çoğuna değindim. Ekonomiyle ilgili de hususlar vardı, gelecek hafta görüşmek üzere diyelim. 

ÖÖ: Teşekkür ederiz, haftaya görüşmek üzere o zaman Ali bey. 

Yağmur Yıldırım: Hoşça kalın!

AB: Hoşça kalın!