"Demokraside ve hukukta yaşanan gerilemeler ve kayıplara laikliği de eklemek gerekiyor"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin köşelerinden Ekonomi Politik'te Ali Bilge gündeme ilişkin yorumlarını paylaştı.

(4 Mayıs 2020 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar.

Özdeş Özbay: Merhabalar.

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, herkese iyi yayınlar, yeni yayın dönemimiz de hayırlı olsun.

ÖM: Çok teşekkür ederiz, hepimiz için aynı şey. Bugün yayın dönemi dışındaki söylemek istediğiniz ana konuyu ne olarak belirlediniz?

AB: Geçen haftanın sonuna doğru cuma günü Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Cuma hutbesi-konuşması oldu, konuşmasında Erbaş şunları söyledi 

 “Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, Eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikâhsız hayatın İslamî literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.” 

Ali Erbaş’ın bu beyan üzerine Ankara ve Diyarbakır barosu başta olmak üzere pek çok sivil toplum kuruluşu tepki gösterdiler. Gösterilen tepki sonrasında başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Adalet Bakanı, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Genel Sekreteri ve pek çok iktidar yanlısı kişiden de suçlayıcı mesajlar geldi, Ankara Barosu’nu hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Bugün bu yaşananlar üzerine gündemimizi oluşturalım istiyorum.

 Türkiye’de demokrasi ve hukuk kırıntılarıyla yaşadığımızı ifade ediyoruz, Türkiye’nin kuvvetler ayrılığından uzaklaştığı, yasama organının zayıflatıldığı ve tek adam rejiminin otokratik bir rejim olduğunu, bir baskı rejimi içinde bulunduğumuzu hep ifade ediyoruz. Peki demokrasi ve hukuk bu durumdayken Türkiye’de laiklik ne durumda? Erbaş’ın konuşmasını ve sonrasında yaşanan gelişmeleri laiklik bağlantılarıyla inceleyelim. Türkiye yaklaşık 100 yıl önce, kendisine özgü, dünya literatüründe Türkiye tipi laiklik denilen, Kemalist laiklik denilen, otoriter bir laiklik sistemiyle laik düzene geçti. AKP – Erdoğan iktidarlarıyla geçen son 18 yıla, laiklik penceresinden baktığımızda, bu sürece son gelişmeleri eklediğimizde şu soruyu sorabiliriz; Türkiye laik bir ülke mi?

Evet Anayasasında laik yazıyor, isminde ‘İslam Cumhuriyeti’ yazmıyor ama bütün bu açıklamalara bütünlük içinde baktığımızda Türkiye’de laikliğin grileştiği, zayıfladığını, hatta yarı laik bir ülke hale geldiğini görüyoruz. Ülkede uygulanan dinci politikalar, anti laik uygulamalar durumu doğruluyor. Evet elimizde ‘laikmetre’ yok, ama bakacağımız pek çok alan var, laikliğin ölçümüne nereden başlayabiliriz? Öncelikle milli eğitimden, eğitimden bakıyoruz, dünyada da zaten laiklik, eğitimin kiliselerden ayrılması kavgasıyla başlamıştır. Bizim, açık gazetede pek çok kez milli eğitime ilişkin programlarımız oldu, Millî Eğitim Bakanlığı’nın bünyesini inceledik, MEB ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasındaki ilişkilere baktık. Son olarak okulların açılışında da bir program yaptığımızı hatırlıyorum. Türkiye’de gerçek anlamda laik bir eğitim sisteminden söz etmenin pek mümkün olmadığını söylemiştim. Eğitim tarafında laiklikle ilgili ciddi problemler var. Diyanet İşleri Başkanlığı örgütü -biraz sonra geleceğim daha ayrıntısına- Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) ile birlikte devlet omurgasında çok önemli bir konuma geldi. 

Diyanet İşleri’nin devlet içinde güçlenmesi ve etki alanının genişlemesini özellikle son 10 yıl içindeki gelişmelerine baktığımızda açık bir şekilde görüyoruz. CHS’de, DİB, rejimin odak teşkilatlarındandır, en önemlilerin başındadır. DİB’nın devletin diğer kurumlarıyla yaptığı protokollerden zamanında da söz etmiştik, özellikle eğitim bakanlığı ile yapılan protokollerden söz etmiştik. Yapılan bu protokollerle, protokol ağlarıyla CHS içinde DİB’in  iktidarın en önemli motor gücü olduğunu görüyoruz. Yapılan protokollerin sayısını bile bilmiyoruz. 

Laikliği başka hangi alanlarda ölçebiliriz, güvenlik bürokrasisi içine bakıyoruz, yargı içerisinde bakıyoruz, buralarda durum nedir diye bakıyoruz. Anayasada laiklik yer alsa da anayasanın ve yasaların arkasından dolanarak örtük bir şekilde laiklik zayıflatıldı ve grileşti. Nasıl infaz yasası bir af yasası olarak çıktıysa, adı infaz yasası ama belli suçlara affetmeye dönük bir yasa olarak kabul edildiyse ve 3/5 çoğunluk aranmaksızın mecliste kabul edildiyse, laikliğin de arkasından dolanarak ülke yarı laik, laikliği grileşmiş bir hale geldi. 

Türkiye tipi laiklikten söz ediyorum,1924 kontratlarına göre dizayn edilen laikliğimizden, DİB’i kuran laiklikten bahsediyorum. Yapılan uygulamalarla ve düzenlemelerle Türkiye’nin laik sistemi silikleşmiştir Demokraside ve hukuk alanında yaşanan gerilemeler ve kayıplara laikliği de eklemek gerekiyor. Demokrasinin, hukuk devletinin ve laikliğin kırıntıları ile yetinmek durumunda kaldığımızı söyleyebiliriz. Demokratikleşme talebiyle birlikte laikleşme talebinin de Türkiye’nin gündeminde olması gerektiğini belirtmeliyiz. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın korona günlerinde yaptığı konuşmayı, verdiği hutbeyi laiklikte yaşadığımız kayıplarla birlikte ele almak gerekiyor. Erbaş’ın konuşmasını DİB yasasıyla ilişkilendirerek anlatmak istiyorum. 

3 Mart 1924 tarihli yasa ile evkaf nezaretinin kaldırıldı ve DİB kuruldu. O zamanki adıyla Diyanet İşleri Reisliği oluşturuldu. İlk başkanı da Ankara Müftüsü Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi’dir. Diyanet yasasının birinci maddesinde kurum için, “İslam dininin ibadet ve itikatla ilgili işlerin yürütülmesine çalışır ve dini müesseselerin idaresi için çalışır” diyor. Hali hazırda yasasında bu madde bulunuyor. Yasa DİB’in görevini tarif etmiş, İslam dininin hukuksal düzenleme ve önermeleri ile uğraşmaz, kamusal alanı düzenleyemez, kişilerin nasıl yaşayacağına dair hüküm söyleyemez. Bu nedenle Erbaş’ın Cuma hutbesi hem kendi yasasına aykırı, hem de anayasaya aykırı, dolayısıyla baronun Erbaş’ın konuşmasına eleştirmesi kadar normal bir durum olamaz. Çünkü laikliğe aykırı bir durumdur. Hukukun konuşması gereken alanda DİB konuşmuştur. DİB başkanı, hukuk alanına müdahale de bulunmuştur. Sonrasında Erdoğan ve arkadaşlarının Erbaş’ı savunması, baronun açıklamasını İslam’a saldırı kabul etmesi ve suç duyurusunda bulunması laiklik ilkelerine aykırıdır.

Ankara Cumhuriyet Savcılığı da İslam’a müdahale olarak değerlendirdi. Aslında diyanet görev alanının dışına çıkmıştır TBMM’nin, i yasa koyucunu alanına girmiştir. TBMM şunu söyleyebilir Türkiye’nin bir İslam cumhuriyeti olduğunu kabul edebilir, DİB yasasını değiştirebilir. Nitekim dünyada 10’un üzerinde İslam cumhuriyeti var, anayasasının ilk 3 maddesinde “dini İslam’dır” diyen 15-20 ülke var. 

Burada DİB; yasa koyucu TBMM’nin alanına giriyor bir anlamda İslam hukukunu, şeri hukuku meşrulaştırıyor, sonrasında gelen açıklamalar ve suç duyuruları ile desteklenmiş oluyor. Erbaş’ın konuşması ve sonrasında yaşananlar Türkiye’deki geçerli laiklik sistemine, 100 yıllık laiklik sistemine aykırıdır. DİB hukuksal alana giremez, DİB yasanın ilk maddesi diyor ki ‘muamelatı nas’ a giremezsin, ‘muamelatı nas’, İslam hukuku demek. 1924’de çıkan yasa, “Bu tarafa giremezsin sen, biz bunu ayırdık” diyor. “Artık hukuk tarafı TBMM’dir ve yürütmedir” diyor. “İbadet kısmını sen düzenle ve onları teftiş et, ama hukuk ilmi senin işin değildir” diyor. “İslam hukukunu devreden çıkarttım” diyor. İslam dininin kamusal ve kişisel alana ilişkin düzenlenmeleri artık söz konusu değildir. Laik düzende bu alanları din değil, medeni hukuk düzenler. DİB kişilerin hayatı nasıl yaşayacağına, İslami esaslara göre yaşamasına dair söz söyleyemez, görevi değildir. 

Şimdi bu hutbe sözde korona salgını üzerine sözde yapılıyor, böyle bir dönemde bir din adamının yapması gereken insanları koruyucu, kollayıcı, birleştirici konuşma olması gerekirken, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı, nefret söylemini geliştiren bir yaklaşım sergiliyorsunuz. Ardından cumhurbaşkanınız ve sarayın sözcüleri, ardından Adalet Bakanı, yandaş medyanız, DİB başkanının laikliğe aykırı sözlerini eleştirenleri, İslam’a müdahale olarak görüyor. Aslında bu anlamda hukuka müdahaledir, laikliğe müdahaledir. 

Türkiye tipi laiklik konusunda Ömer beyle geçtiğimiz yıllarda çok konuştuk, dosya konusu yaptık, dünyada laiklik uygulamalarını, laiklik tiplerini Anglo Sakson ve kıta Avrupa’sı uygulamalarını konuştuk, laiklik tarihimizi pek çok kez analiz ettik..

Türkiye 100 yıldır uygulamakta olduğu laiklik anlayışını otoriter laiklik diye eleştiriyordum, devletin din işlerinde işin içicinde olmasını, DİB’i eleştiriyordum. Bana göre din devletin dışında olmalı, devlet denetlemeli çünkü bu sistemde devleti kim ele geçirirse laiklik ona göre biçimleniyor. Eğer ki Kemalistler iktidarda ise laiklik ona göre biçimleniyor, Kenan Evren iktidarda ise laiklik ona göre biçimleniyor. Hatırlayın Kenan Evren ve darbeci generallerden Haydar Saltuk’un rahmetli gazeteci abimiz Mustafa Ekmekçi’nin Türkçe ezan üzerine yazıları nedeniyle nasıl uğraştığını, yayını kesmesi için yapılan baskıları Hasan Cemal yazmıştı. 

 DİB bir devlet kuruluşu olunca, iktidarı ve devleti kim ele geçirirse laiklikte iktidardakinin meşrebine göre biçimleniyor. Menderes iktidara geliyor ona göre biçim alıyor, Demirel, ya da Özal. Cumhuriyeti kuran irade devletin ağırlığında otoriter bir laikliği düzenlemiş, geçmişte laikliğimizdeki problemleri çok tartışmıştık. Gezi niye başladı? ‘Benim yememe, içmeme, kıyafetime karışma!’ diye başladı. Bugün insanların yaşam biçimlerine müdahale edilmesi, nasıl yaşayacağına dini söylemle biçim verilmesi, İslam hukuku içinden çıkarak format atılması, beyanatta bulunulması, laiklik ilkesiyle kesinlikle bağdaşmayan bir durumdur. Tekrar altını çiziyorum. CHS’nin bir otoriter rejimdir ve en önemli omuru da DİB’dir. 

Millî Eğitim Bakanlığı’ndaki Din İşleri Genel Müdürlüğü Milli Eğitim Bakanlığı’nın yörüngesini oluşturmaktadır. Sağlık Bakanlığı, milli savunma bakanlığı ile daha pek çok bakanlıkla DİB arasında yapılan protokoller ile ağ örülmüştür. 

Sayın Erdoğan Mısır’a gitmişti Mursi iktidara geldikten sonra, bir laiklik dersi vermişti Mursi’ye, adamlarda şaşırmıştı Erdoğan desteklediği Mursi’ye laiklik anlatmıştı. Doğru bir şey söylemişti “insanlar laik olmayabilir ama devlet laik olmalı” demişti bu konuşmadan bu yana da pek çok şeyin değiştiğini görüyoruz. Türkiye laiklikte arafta bir yerde, eşikte duruyor. Türkiye laikliği de demokrasisi ve hukuku gibi kararmış vaziyette 

Bir açıklma dikkatimi çekti; galiba İbrahim Kalın yaptı. Şöyle diyor “zamanı ve mekânı yaratan Allah’ın hükmüne dil uzatanlar, bu dünyada da ahirette de hüsrandadır. Çok tehlikeli sözler, çoğu Kuran’dan alınma ifadeler ve Kuran’dan alınan ifadelerle, ele geçirilemeyen baroların üzerine gidilmekte ve baro kanununun da değiştirilmesi gündeme gelmekte. Türkiye’de bütün bunlar olurken, CHP’den HDP’den genel merkez düzeyinde bir açıklama gözüme çarpmadı. Türkiye’nin en hassas konusu olan laiklikte, CHP ve HDP Genel Başkanlarından ya da Merkez Yönetim Kurulu’ndan, üst düzey kurullarından şu ana kadar bir açıklama görmedim. Siz gördünüz mü?

ÖM: Hayır ben de hatırlamıyorum.

AB: Yani şu ana kadar 

ÖÖ: Başkanlık düzeyinde hayır ama tepkiler geldi. Bunu aslında belki şöyle söylemek lazım, bunu radyoya bağlayacağım aslında, şu anda DİB bir tür hegemonya olarak, devletin ideolojik bir aygıtı olarak işlevselleştirilmiş durumda ama buna karşı da bir karşı hegemonya mücadelesi veren kurumlar var. Şimdi odaların birazcık yapmaya çalıştığı, yani baroların yapmaya çalıştığı bu. Buna karşı demokrasiyi, özgürlükleri ve özgürlükçü bir laikliği savunan kurumlar var. Aslında Açık Radyo da bunlardan bir tanesi; bir anlatıya karşı bir karşı argümanla mücadele ediyorsunuz. Belki eğer Eraslan da müsaitse onu da bağlayıp son dakikalarımızı radyonun önemi üzerine birazcık konuşarak da geçirebiliriz. 

AB: Ben de ona gelecektim Özdeşçiğim. 

ÖÖ: Süper.

AB: Geçen yıl yapılan şenliklerde “oksijen ihtiyacı içindeyiz atmosfere geçme ihtiyacı içindeyiz çünkü ülke olarak faşosferdeyiz” demiştim. Halen faşosferde yaşamaya devam ediyoruz, faşosferden atmosfere geçmek için çok az araca sahibiz. Adacıklarda yaşamaya gayret ediyoruz. Bunlardan biri Açık Radyo’dur. İstanbul’un kaç adası var hocam? Kınalı Ada, Heybeli Ada, Burgaz Ada, Büyük Ada, Sedef Adası, Sivri Ada, Yassı Ada. Son 25 yıldır bunlara bir ada daha eklendi. Bunun adı Açık Ada… Faşosferde bu küçük adalarda oksijen buluyoruz, küçük mecralarımız çok önemli işler yapıyor, tüm baskılara karşın. İstibdat dönemine benzer bir dönem yaşıyor Türkiye. Açık Adanın sesi daha da yüksek diğer adalardan, Prens adalarından, çünkü dünyanın her tarafına ulaşıyor. Korona ortamında internette yaşamaya devam ediyoruz. Salgında, pandemide, baskıda küçük adalarımızı var etmeye devam ediyoruz. Açık ada açık ara önde ve sesi çok gür. Dünyanın her tarafına ulaşıyor, açık ada çok zengin bir hazine. Sokrat diyor ki “alimle görüşmek bir hazinedir” eğer alimle görüşmeye devam etmek istiyorsak, bu hazine adasını desteklemek durumundayız. Alimle olan ilişkilerin devamı için, entelektüel kazanımlarımızın devamı için, serçe kırıntısı haline gelmiş hukuk ve demokrasi kırıntılarını ekmek haline getirmek için, laikliği büyütmek için, bu adayı korumak, desteklemek, güçlendirmek durumundayız. Korona ortamında demokratlar olarak bu adacığı, adacık evet ama çok gür bir sesi olan adacık, korumak ve geliştirmek durumundayız. Ben de 18. yayın yılımı kapatmış bulunuyorum. Artık bayağı kıdemli bir Açık Radyo programcısıyım, bütün emeği geçen dostlara, arkadaşlara, sayın yönetmenim Ömer Madra da başta olmak üzere.

ÖM: Estağfurullah!

AB: Gelmiş geçmiş tüm arkadaşlara, demokrasi adına da, laiklik adına da, hukuk adına da, entelektüel zenginlik adına teşekkür ediyorum. 

ÖM: Çok teşekkürler. Vandana Shiva’nın sözünü biraz önce söylemiştim ama bir kez daha tekrarlamakta fayda var. Yani şu anda 3 büyük salgınla uğraşıyoruz, bir tanesi korona virüsü başta covid-19 pandemisi, ikincisi açlık ve muazzam bir açlık var ve hiç söz konusu olamıyor bile yerel tartışmalardan, kısır siyaset tartışmalarından, üçüncüsü de mesela ABD’de iyice görülen ama Türkiye gibi ülkelerde de yakında maalesef görmek zorunda kalacağımız, hatta bazı iktisatçıların yorumuyla bir tsunami gibi gelecek olan işsizlik ve geçim sorunu olacak. Vandana Shiva bunların üçünü de söylüyor. Yani bunlar için büyük bir mücadele vermek ve bunun için de hakikatin sesini yükseltmek lazım. İşte karınca kararınca Açık Radyo’nun da yapmaya çalıştığı şey bu oluyor. Son bir cümle daha söyleyeyim, DİB’nin dünyadaki belli başlı bütün dinlerin temsilcileri, liderleri başta Katolik klişesi ve Papalık olmak üzere bu muazzam felakete karşı hem pandemiye hem de aslında küresel iklim krizine karşı bayrak açmış durumda. DİB’nin nerede kaldığını da asıl orada şimdi sormanın tam zamanıdır diye düşünüyorum. Eraslan galiba bağlandı, 2 dakika da onunla konuşalım. 

AB: Konuşalım. Merhaba Eraslan.

Eraslan Sağlam: Günaydın Ali Bey. Sesinizi buradan duymak çok güzel. Tekrar Dinleyici Destek Projesi’nin içindeyiz, keşke gönül ister ki bu cümleye başlıyorum, Dinleyici Destek Projesi Özel Yayını ile devam ediyor olsak ama bu koşullar içerisinde mümkün değil. Ben iyi haberle aranıza döndüm. Benim yarım yamalak teknik beceriksizliklerim ve aksaklıklarımla yapmış olduğum destek çağrısı ve ardından sizlerin yapmış olduğu yayınla dinleyicilerimiz neredeyse bu seslerimizi, bu çağrımızı duymayı bekliyormuşçasına adeta bir destek hareketine girdiler şu anda. Bu insana umut ve mutluluk veriyor böylesi dar günlerde. Radyo da bir anlamda aslında ekonomik olarak da dara düştüğü bu günlerde bütün dinleyicilerimiz, neredeyse bizi dinleyen pek çok dinleyicimiz bu işe bir el atıyor olması şu anda insana gerçekten umut veriyor, sözümüzün, cümlelerimizin evlerinde bizi dinleyen dinleyicilerimiz tarafından karşılık buluyor olması gerçekten insanın içini ferahlatıyor. Bir süre boyunca, bu 1 hafta olabilir gidişata göre içinde bulunduğumuz dara düşme durumunun değişimine göre belki 1 haftayı da aşabilir, şu anda önümüzü göremiyoruz, sadece durumu biraz toparlamaya çalışıyoruz ekonomik açıdan açıkçası. Bunu sürdürmemiz gerekebilir. Siz her şeyi gayet iyi bir şekilde aktardınız Ali Bilge her zaman olduğu gibi, özel yayında bunu hep yapıyordunuz zaten. Bana sadece teknik olarak açıklamak kaldı geriye, özellikle yeni destekçilerimiz açısından Açık Radyo’nun 1 saatlik bir programına 250 TL’ye destek olabiliyorsunuz ama şu anda tabii ki bu desteği telefondan yapamıyoruz çünkü evlerimizden bu yayını kotarmaya çalışıyoruz. Tabii ki çağrı merkezimizi kuramadık arkadaşlarımızı da riske etmemek adına. Dolayısıyla tek bir avantajlı noktamız var, Ali Bilge’nin de bahsetmiş olduğu ada, adacık, internet adalarında yapmış olduğumuz bu yayında www.acikradyo.com.tr adresinden ‘Program Destekçisi Olun’ düğmesine tıklayarak bu desteğinizi rahatlıkla yapabilirsiniz. Siz bu büyük hareketi başlattığınızda biz de bunun karşılığında sizin desteklemiş olduğunuz programın başında ve sonunda teşekkürlerimizle sizin adınızı ve soyadınızı söyleyerek o programın sizlerin desteğiyle gerçekleştiğini belirtiyoruz. Tabii bu kadar değil sadece, bu aslında bizim yaşam biçimimiz ve varoluş biçimimiz. Baştan beri Açık Radyo’nun dinleyicisiyle kurduğu o yoldaşlık ilişkisini, dayanışma ruhu içerisinde götürdüğü yoldaşlık ilişkisinin bir kere daha gerçekleştiğinin kanıtıydı sabahtan bu ana kadar gelmiş olan destekler. Umarız şu anda da bu desteklerinizi sürdürürsünüz. Sözü her zaman olduğu gibi www.acikradyo.com.tr adresinden ‘Program Destekçisi Olun’ düğmesini lütfen şu anda ama ertelemeden tam da şu dakikada yapmanızı rica ediyoruz diyerek tamamlamakta fayda var. Çünkü şu an Açık Radyo’ya vereceğiniz destekler aslında bu 25 yıllık tarihimiz açısından baktığımızda belki de en önemli, en aciliyet kespeden destekler şu dakikada Açık Radyo’ya yapacağınız www.acikradyo.com.tr adresinden ‘Program Destekçisi Olun’ düğmesini tıklayarak yapacağınız destekler.

ÖM: Ben de küçücük bir notla bağlayayım isterseniz, izin verirseniz daha doğrusu. Dinleyicilerimize tabir-i caizse bir ‘aşk mektubu’ yazarak içinde bulunduğumuz olağanüstü koşullarda bu dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu söylemeye çalışmıştık. Onlara gelen erken tarihli cevaplardan birinde Merve Seda Çevik 28 Mart 2020’de şöyle yazmıştı “Bu sabah yine Açık Radyo’yu dinlerken farkettim ki pek çok programda yeni yayın düzeninin getirdiği telefon bağlantı sorunları gibi teknik aksaklıklar için radyo dinleyicilerinden özür dileniyor. İşte bu özürler beni çok üzüyor. Ben programların devamlılığı konusundaki çabanıza nasıl teşekkür edeceğimi bilemezken bu özürleri duymak gündelik yaşamın devamlılığında Açık Radyo’nun benim için önemine her gün biraz daha şaşıran bir dinleyiciniz olarak benim için büyük mahcubiyet yaratıyor. Ve biliyorum ki bu duyguları pek çok dinleyici ile paylaşıyorum, bu mahcubiyet tek bir kişinin mahcubiyeti değil. Tüm Açık Radyo emekçilerine bin bir teşekkürlerle… Sağlıklı günlerde, kalabalık stüdyo yayınlarında buluşmak dileğiyle” diye de bitiriyordu. Çok Teşekkür ederiz Merve Seda Çelik’e de. Bu gibi mektuplar ve destekler bizi müthiş yolda yelkenlerimizi açmakta müthiş destek oluyor. Onu da belirtelim. Ali bey çok teşekkür ederiz. 

AB: Hangi parça geliyor şimdi? Pazartesi günü dinleyen ve destek veren herkese armağan ediyorum gelecek parçayı. 

ÖM: Tamam çok teşekkür ederiz.

ES: Harika! Çıkıştan önce ben 2 cümleyle girmek istedim tekrar çünkü gerçekten dinleyicilerimizin bu anonslarımıza destek ricasına rağbet gösteriyor olmaları tartışılmaz bir gerçek olarak karşımızda şu anda. Onlara çok çok teşekkür ediyoruz, neredeyse bir özel yayın temposunda, biz bu tempoda bu yayını yapamıyoruz ama dinleyicilerimizden gelen destek oranlarına baktığımızda neredeyse özel yayına yakın destek var. Yani dinleyicilerimiz bize şu anda şunu söylüyorlar “lütfen siz devam edin, biz sizi desteklemeyi sürdüreceğiz” diyorlar belli ki. Çok çok teşekkür ederiz. Elinizi klavyenizden eksik etmeyin, çok kolay yani teknik anlamda çok kolay www.acikradyo.com.tr adresinden ‘Program Destekçisi Olun’ düğmesini tıklayarak oradan bir program seçtiğinizde 1 saatlik bir programı 250 TL’ye ya da gücünüz oranında katlarına destekleyebilirsiniz, taksitlendirilebilir de, sadece şunun altını çizmekte fayda var, şu dakikada yapacağınız destek belki de 25 yıllık tarihimizdeki en önemli destek niteliğini taşıyor içinde bulunduğumuz koşullar itibariyle. Radyonuzu yalnız bırakmayacağınızı biliyoruz, şimdiden çok çok teşekkür ediyoruz. www.acikradyo.com.tr adresinden lütfen ‘Program Destekçisi Olun’ düğmesini tıklayın şimdi! 

ÖM: Parça da The Troggs grubundan “Love is all around” yani “her tarafta sevgi halesi var” diye bir şarkı.

ÖÖ: Bir aşk mektubu şarkısı yani.

AB: Harika!

ÖM: Bir aşk mektubu şarkısıyla da bitiriyoruz.

AB: Haydi desteklemeye devam etmek üzere, şarkı boyunca arttıracağız. Kolay gelsin!

ÖÖ: Görüşmek üzere.

EA: www.acikradyo.com.tr adresinden ‘Program Destekçisi Olun’ düğmesini tıklayarak ve lütfen şimdi tıklayın dinlediğiniz şarkı boyunca www.acikradyo.com.tr - ‘Program Destekçisi Olun’