Ekonomi Politik'te Ali Bilge, 6 Şubat depremlerinin birinci yılında Türkiye'deki depremlerin nedenlerini cevaplıyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın! Merhaba Andrei, iyi yayınlar!
Ö.M.: Teşekkür ederiz, telefonla bağlandık. Yarın 6 Şubat, Maraş’taki iki büyük depremin, büyük depremin birinci yıldönümü. Herhalde onunla ilgili biraz konuşmamız ilginç olabilir. Resmi açıklamalara göre 53 bin kişinin hayatını kaybettiği ve sadece 190 dava açıldığı, bu davalarda da 461 sanığın toplamda 134 tutuklunun bulunduğu, sanık sıfatıyla bir tek dosyada bile sanık sıfatıyla kamu görevlilerinin yer almadığı bir durum var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Hatay’da yaptığı bir konuşmasının tepki çektiği belirtiliyor. Erdoğan, ‘Merkezi yönetim ile yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir hizmet gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı’ diye konuşmuş ve Arapça bir cümle de kullanmış, “Basra harap olduktan sonra bad-el harab-ül basra.’ Yani ‘iş işten geçtikten sonra’ anlamına geliyor bu. ‘Nerede belediye başkanı? Yok.’ diye böyle bir konuşma yapılmış. İsterseniz onlarla başlayalım?
A.B.: Erdoğan benzer bir konuşmayı 2019 yerel seçimlerinden sonra da yapmıştı. 2019 yerel seçimlerinde 11 büyükşehri kaybettikten sonra, bilhassa İstanbul’da ikinci kez yenildikten sonra, “Belediye meclislerinde çoğunluk bizde. Ayrıca pek çok konuda bizim önümüze gelecekler (Belediyeler yasalar gereği pek çok konuda iktidarın merkezi yönetimine gitmek zorunda). Biz bunları çalıştırmayız,” demişti. Ancak deprem bölgesinde bu sözleri tekrar etmesi inanılmaz acı veren bir üzüntü kaynağı oldu ve bir infial uyandırdığı da muhakkak.
Yüzyıllık Cumhuriyet tarihimize baktığımızda, ‘çözemediğimiz başlıca sorunlar nelerdir’ diye sıralamaya başlarsak, sanıyorum birinci sırada ‘Kürt sorunu’ gelir. Yüzyıl boyunca Kürt meselesini çözemedik, uluslararası raporlara göre yüzyılda üç trilyon dolarlık büyük bir maddi kayba, yüz binlerce insanın can kaybına sebebiyet veren Kürt sorununu çözemedik, facialara dönüştürdük. Çözemediğimiz devasa sorun hâlâ da devam ediyor.
Bana göre, ikinci sırada ‘deprem sorunu’nu çözemedik ki bir deprem ülkesiyiz. Japonya kadar olmasak da ona yakın bir deprem ülkesiyiz. Yüzyıl boyunca 160’a yakın 6 şiddetinin üstünde deprem olmuş bu ülkede. Depremlerde yüz binlerce insanımız öldü, maddi hasarlar da çok yüksek. Mart 2023 tarihli resmi rapora göre, sadece 6 Şubat depremlerinin 103 milyar doların üstünde bir maddi kayba sebebiyet verdiğini biliyoruz. Bu kaybın 85 milyar dolarlık kısmının doğrudan hasar maliyetinden; 18,6 milyar dolarlık kısmının ise ekonomik aktivite kaybı nedeniyle ile oluştuğu ortaya kondu. Ayrıca, toplam maliyetin %54,9’unun (56,9 milyar dolar) konut hasarından, 12,9 milyar dolarlık kamu kesiminin 11,8 milyar dolarlık özel kesimin hasarlarından oluştuğu hesaplandı.
51 binin üstünde insan kaybımız olduğu yine resmi olarak ilan edilmiş durumda. Elbette kayıplar bilinmiyor. Deprem bölgesinde Ekim 2023 itibarıyla 2 milyon 383 bin 895 binada hasar tespit çalışması yapıldığını Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yaptığı açıklamadan öğrenmiş bulunuyoruz. Açıklamaya göre, depremlerde 39 bin 458 binanın tamamen yıkıldığı, 21 bin 239 binanın acil olarak yıkılması gerektiği, 209 bin 44 binanın ağır, 43 bin 615 binanın orta ve 648 bin 404 binanın ise az hasarlı olduğu belirlenmiştir. Kültürel kayıpları ise hiç bilmiyoruz.
Kürt sorunu nedeniyle yaşanan düşük yoğunluklu savaşta, Türk ordusunda sürekli kayıplar yaşanıyor, şehitler veriliyor ve hemen sonrasında ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez, misli ile karşılık verilecektir’ sloganları, sözleri haykırılıyor. Ama iki gün sonra unutuluyor, hep tekrarı yaşıyoruz. Aslında vatan bölünmüyor ama depremlerde vatan yıkılıyor. Gözümüzün önünde, canlı yayında devasa binalar, evler, siteler, köprüler, yollar, velhasıl vatan yıkıldı. 100 yıl boyunca Kürt sorunu vatanı yıkmadı, bölmedi ama deprem yıktı!Ama biz depremin hala vatanı neden yıktığını sorgulamıyoruz, çözmeye dönük adımlar atmıyoruz. İmar barışları yapılıyor ama Kürt barışını gerçekleştiremiyoruz, çokça imar barışı var ama Kürt barışı yok. Neden olmadığını sorgulamıyoruz, ‘Neden bu binalar yıkılıyor, yüzyıl boyunca olan depremlerde neden bu kadar kayıplar verdik?’ sorusunu sorgulamıyoruz. Kürt sorununu çözmediğimiz için neden bu kadar kayıp verdiğimizi sorgulamadığımız gibi...
Ülkemiz Türkiye’de her seferinde ‘son’ denilerek yapılan 26 kez İmar Barışı yapıldı. En sonuncusu ve en kapsamlısı 2018’de oldu. 2019 yerel seçimleri öncesinde, kaçak tüm yapılar beyan esas alarak yapı stokuna ‘sağlam’ diye ilave edildi. Beyan, sadece mal sahibinin beyanı! En ufak bir teknik görüşe, mühendislik bilgisine dayanmaksızın, herhangi bir rapora dayanmaksızın sadece mal sahibinin beyanı esas alındı. Dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Mehmet Özhaseki, ‘Sizi masrafa sokmadık’ dedi, aynen bu sözleri sarf etti. Seçmene dönerek, ‘Size mühendislik hizmeti ücreti ödetmedik’ dedi. 22 yıldır devleti yöneten ve sayısız imar barışı yapan iktidar, Türkiye tarihinin en büyük imar affını/barışını bu anlayışla gerçekleştirdi.
Deprem bölgesinde ilişkin raporların birinci yılında güncellenmesi de gerekiyor. Hala Mart 2023 rakamları ile analiz yapılıyor. İnsan kaybının, maddi kayıpların, pek çok bilginin güncellenmesi gerekiyor. Deprem bölgesinde 2 milyon 383 bin 895 binada hasar tespiti yapılmış. Yıkılanlarla birlikte 958 bin 760 binada hasar tespit edilmiş. Bu rakam, bölgedeki yapı stokunun ne kadar çürük olduğunu gösteriyor. Yıkılan ve hasar gören binaların kaçına imar barışlarında sağlam raporu verildi, sağlam olarak değerlendirilen kaçak binaların kaçı imar barışlarında sağlam olarak değerlendirildi? Bunları bilmiyoruz.
Sayısız imar barışlarıyla geçen yüzyıllık tarihimizde, yapı denetimi yapılmadığı için, çözüm üretilmediği için, deprem sorunu ile yüzleşmediğimiz için sorun devasa boyutlara ulaşmış durumda, aynı Kürt sorunu gibi. Sorunla yüzleşilmiyor ve çözüm üretilmiyor. Ne oluyor? Can ve mal kayıpları oluyor, cenazeler geliyor, ‘vatan bölünmez’ nidaları atılıyor, milliyetçilik ve muhafazakarlıkla acılar geçiştirilmeye çalışılıyor. Deprem sorununun faciaya dönmesini önlemek için atılan adım hiç mi yok? Var ama bunlar uygulamaya geçirilmemiş durumda.
Yapı denetimi doğru dürüst yapılmıyor. Türkiye, bir deprem kuşağı ülkesi olmasına, yapı stoğu bu kadar çürük olmasına karşın yapı denetimi doğru dürüst yapılmadı. Yüzyılda çok büyük depremler yaşadık; 1999 Marmara, 1940 Erzincan, 1944 Çerkeş, Liceler var, Vartolar var, Diyarbakır, Van depremleri, Gediz depremi, yine Erzincan, Adana... İlk etapta aklıma gelenler bunlar. Hepsi, Türkiye’nin hafızasında bulunuyor ama unutuluyor.
Erdoğan, 2019 yerel seçimlerini kazanmak için 2018’de tarihin en kapsamlı imar barışını yaptı. Yıkılması gereken kaçak yapılara ruhsat verildi, bu binaların çoğu da yıkıldı. Dolayısıyla sorgulamaya buradan başlamamız gerekiyor. Bakın, depremin üstünden bir yıl geçmesine rağmen insanlar çadırlarda, konteynerlarda kalıyor. Hastane hizmetleri, diğer kamusal hizmetler çok yetersiz. Sağlıkla ilgili inanılmaz sorunlar yaşanıyor; sağlık personeli yok, tedaviler yapılamıyor, hastaneler yeterince hizmet veremiyor, hastane yok, temiz su yok, bulaşıcı hastalıklar artmış durumda.
Depremler sonrasında hem yapı denetimiyle ilgili hususlar, hem de deprem sonrasında devlet aygıtının nasıl çalışacağına ilişkin sorunlar karşımıza çıkıyor. Deprem ülkesinde, devlet bu soruna karşı nasıl yapılanacak, nasıl vaziyet alacak sorusuna yanıt bulmak çok zor. Şubat depremleri sonrasında ‘Devlet niye var?’ diye programlarımızda sorgulamıştık çünkü devletin refleksleri çalışmamıştı. AFAD denilen kuruluşun zafiyeti ortaya çıkmıştı. AFAD’ın depremde gösterdiği zafiyet ve yetersizliği otoriter Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ilişkilendirmiştik. Neden AFAD ve benzeri kuruluşlar yetersiz kaldı, çalışamadı, çalışmıyor? Devletin değişen rejimi ile depreme müdahale edecek kuruluşların bağlantısına dikkat çekmiştik. Otoriter devlet ve deprem bağlantılarını göz önüne bulundurmadan analiz yapmak yetersiz olur.
İktidar, depremin yol açtığı felaketleri kapamak üzere kaynak bulmak için ne kadar doğru ve adil bir çalışma yaptı? Kime yüklendi, zengine mi? Hayır, zenginden almadı; fakire, orta sınıfa yüklendi. İçeride kaynağın çoğunu geniş toplumsal kesimlerden temin etmeye çalıştı. 2023’te deprem sonrasında harcamalar için ek bütçe yapıldı. Ayrıca ülkenin Anayasası Cumhurbaşkanı’na her türlü harcama ve ödenek yetkisi veriyor yani bütçe artık Meclis’in bütçesi değil. 2018’den itibaren Cumhurbaşkanı ve tek adam rejiminin, tek kişisinin bütçesi halinde. Sunumunu bile iktidarın başı yapmıyor. 2023’te depremlerin yol açtığı hasarın ortadan kaldırılmasına yönelik 761,7 milyarlık gayri safi yurt içi hasılanın %3’ü oranında harcama yapılması öngörülmüştü.2024’te ise 11,089 milyarlık bir bütçenin 1,028 milyarının deprem bölgesine ve depremle ilgili hususlarda harcanacağı belirtiliyor.
Şimdi bir arkadaşımın uyarısıyla değinilmeyen önemli bir hususa değineceğim. Türkiye’de geçmiş yıllarda olan bir afet fonu vardı, 2001 krizinden sonra kapatılmıştı. 6 Şubat depremlerinden sonra ‘yeniden afet ve imar fonu’ adıyla yeni bir fon kuruldu. 80’lerde çok fazla bütçe dışı harcama yapan fon vardı, bütçe dışı fonlarla bütçe açığı daha az gösteriliyordu, iktidarlar daha rahat harcama yapabiliyordu.Yeniden afet ve imar fonu da Hazine dışında kalan ama Hazine özelliklerine sahip bir fon. İkinci bir Hazine, ikinci bir bütçe!
Türkiye’de darbe girişiminden bir ay sonra 2016’da devlet hazinesi ve bütçesi gibi olan ama Sayıştay - Meclis denetimine tabi olmayan Türkiye Varlık Fonu kuruldu. Türkiye Varlık Fonu, halen ülkenin ikinci bir hazinesi olarak çalışmaya devam ediyor ancak fonun içini bilmiyoruz, takip edemiyoruz, şeffaf değil. İnanılmaz büyüklükteki kuruluşlar oraya devredildi. Türkiye Varlık Fonu, devlet hazinesi gibi iç ve dış borçlanma yetkilerine sahip. Yeni kurulan afet fonu da aynen böyle. Varlık fonunun yanına Yeniden Afet ve İmar Fonu da eklendi. Düşünün, iç ve dış piyasalardan bile borçlanma yapabilecek, tahvil satacak, faiz ödeyecek vb. yetkileri çok fazla. Üçüncü bir Hazine oluşuyor. Kolay harcama yapmak ve denetimden kurtulmak mümkün. Normal bir devlet iseniz tek Hazine olur ve Meclis yani seçmen Hazine’yi, bütçeyi denetler. Dikkatten kaçan bir konu olması nedeniyle gündeme getirdim. Takip edilmesi gerçekten zor olan yeni bir fon oluşmuş. Bakalım, bu fon neler doğuracak? İzleyeceğiz.
Ö.M.: Ali Bey, ben de araya girip şunu ekleyeyim; bunun maddi tarafı böyle ama bir de hukuki ve adalet tarafında da çok ağır sorunlar var. Biraz önce de sözünü ettiğimiz gibi, Gazete Oksijen’de bir haber, ayrıntılı, detaylı bir analiz vardı. Haberde, doğrudan 13 milyon kişinin etkilendiği büyük depremin ardından açılan davalarda, resmi açıklamaya göre 53 bin kişinin hayatını kaybettiği ve sadece 190 dava açıldığı, mevcut tutuklu sayısının da sadece 134 olduğunu ve kamu görevlilerinin sanık sıfatıyla hiçbir dosyada yer almadığını gösteren önemli bir adaletsizliğe temas ediliyor. Bir yıldır aranan müteahhitlerin bulunup kaçmaya çalışırken yakalanması gibi tuhaflıklar da var. İnsan hakları izleme örgütü Human Rights Watch’un Türkiye Cumhuriyeti hükümetine 6 Şubat 2023 depremlerinde yıkılan binlerce kusurlu binadan sorumlu kamu görevlilerinin hesap vermesini sağlanması için çağrı var ki bir tane bile açılmış dava yok, hesap sorulmuyor. Kamu görevlileri hiçbir dosyada yer almayınca Human Rights Watch’ın Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Bu depremler sırasında mezara dönüşen evlere, hastanelere ve otellere izin verenlerden ve bunları inşa edenlerden hesap sorulmasını sağlamaya odaklanılması gerekiyor,” demiş. Bu da çok önemli görünüyor.
Bir de mevcut durum hakkında çeşitli internet gazetelerinde, mecralarda yer alan çok sayıda gazetecinin yaptığı yorumlardan anlıyoruz ki birinci yıl bitiyor ama mesela Antep’te 56 bin kişinin halen konteynerda yaşadığı, 10 bin konutun bu ay teslim edileceği belirtilmesine rağmen ortalığın kiracılar kentine dönüştüğü ve konut krizinin giderek derinleşebileceği söyleniyor. Mesela 4 bin 500 öğrencinin de gene prefabrike konutlarda, okullarda eğitim gördüğü ve hasarlı okullarla ilgili büyük bir belirsizlik olduğu, öğrencilere de en önemli meselenin, bu travma meselesiyle, sorunlarla ilgili – aynı Gazze gibi - gerektiği halde ciddi bir psikososyal destek verilmediği gibi konular var. Buna karşılık gene siyasi meta olarak kullanılmakta olduğu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinden anlaşılıyor.
A.B.: Çok geç tarihlere uzanmayalım. Sadece 2018’deki ‘son imar barışı’ denilen uygulamanın sorumlularının hesap vermesi gerekir. Özhaseki’nin demecini biraz önce söyledim. Sağlam olmayan, kaçak yada olmayan yapılara ‘yaşanabilir’ diye yapı ruhsatı veren herkesten adalet önünde hesap sorulması gerekiyor ancak hiçbiri gerçekleşmiyor. Kamu binaları, hastaneler, okullar, üniversiteler... Bunların ihalelerini yapanlar, müteahhitler, mühendisler, kontrolörler, kentsel dönüşüm kararları, imar afları kararlarını alanlar, sakat TOKİ projelerini hayata geçirenler kimlerse hesap vermek zorundalar. Adaleti buralarda aramak gerekiyor. Adaleti en tepeden en aşağı doğru kentin yerel yöneticilerinde, merkezi yönetimde, 22 yıllık AKP iktidarında aramak gerekiyor.
Bakın, biz geçen sene depremden hemen sonra Kızılay’ı konuştuk, Kızılay, çadır, gıda sattı. Hiç görmediğimiz işler oldu değil mi? İnanamadık, şok içindeydik. Hilal-ı Ahmer, parayla çadır ve gıda sattı, ötesi var mı? Çok şey enkaz altında kaldı; adalet, ahlak, vicdan, iktidar enkaz altında kaldı. Deprem sonrasında bunları sorguladık; afet sonrasında devletin toplumu koruması, kollaması görevidir. Depremde kamunun mal ve hizmet satmasını daha önce hiç görmemiştik. Sorumluların hiçbirisi adalet önüne çıkmadı.
AFAD yöneticileri sorgulanmadı, biz sorguladık ama iktidar sorgulamadı. Mesela deprem sonrasında bir bağış fırtınası oldu. Kamu bankaları, kamu kuruluşları bağış yarışına girdiler. Bu bağış yasal değildi her şeyden önce. Bir kamu kuruluşunun, kamu bankasının bağış yapmasının kuralları var. Bunlar bile takip edilemedi, bu bağışlar nasıl gerçekleşti, gerçekleşti mi? Deprem sonrasında bunlar bir şova dönüştü. Kamu ya da özel kuruluşlardan yapılan bağışlar nasıl harcandı, nerelere harcandı? Bunları bilmiyoruz, bilmediğimiz o kadar çok şey var ki...
Uluslararası kuruluşlardan hibe sağlanmaya çıkılmıştı, ne kadar sağlandı, nereye harcandı? Bilmiyoruz, önümüzdeki dönemde de bilemeyeceğimiz anlaşılıyor. Yeniden Afet ve İmar Fonu’nu anlattım, bütçe dışı olduğu için, Varlık Fonu gibi olduğu için bunları da bilemeyeceğiz.
Deprem sonrasında bedenine ulaşmadığımız kayıplar gibi, kimsesiz çocukların cemaat ve tarikatlara verilmesi gibi bilmediklerimiz o kadar çok ki... Hatırlayın, depremin hemen sonrasında bunları yaşadık. AFAD’ın, Kızılay’ın hiçbir sorumlusu mahkeme önünde değil; İmar Barışı uygulamalarını yapanlar mahkeme önünde değil; siyasetçisinden, yerel ve merkezi bürokratlarına dek adalet önünde hesap vereni görmedik.
Türkiye, 22 yıl boyunca çok yüksek miktarlarda iç ve dış borç yaptı. Bu borçların çoğu da yapı stokunu oluşturdu ancak bu yapı stoku denetimsiz oluşan, çürük bir yapı stokuydu. Türkiye bir deprem ülkesi ve depremlerde de böyle çürük yapı stokunuzun önemli bir bölümünü kaybediyorsunuz.
Ö.M.: Bir ufak ilavede bulunmak isterim; maddi olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan 6 Şubat 2023 Maraş merkezli depremlerden sonra 31 Mart’taki bir konuşmasında, ‘319 bini bir yıl içinde olmak üzere toplam 650 bin yeni konut yaparak depremzede vatandaşlarımıza teslim edeceğiz’ demişti ama bu şimdi görüldüğü gibi pek gerçekleşmemiş, 329 bin konut vaadinin gerçekleşmesinin çok uzağında görülüyor. Bugünkü BBC Türkçe’nin ‘Verilen sözler tutuldu mu?’ başlıklı haberinde var bu konu. Verilen sözlerin neden tutulamadığını, uzağında kalındığını söylüyor haberde. İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı da imkanı olmayan kişilerin konteyner kentlerde zorluk yaşayacağını söylüyor. İleride daha da büyük bir konut buhranına geçileceği yolunda da haberler var. Yani kaygı duyulan konut krizinin giderek derinleşebileceğini söylüyorlar.
A.B.: Ayrıca bölgede yaşayan insanlar düzgün eğitim ve sağlık hizmeti almıyor, pek çok kamusal hizmetten yoksun bir şekilde yaşıyorlar, derin bir tahribat var ve ayrıca göçlerin etkileri de ölçülmüyor. Depremin birinci yılında iktidar, ‘güncelleşmiş, kapsamlı bir raporla dünyanın, Türkiye’nin, vatandaşların önüne çıkar mı’ diye düşündüm. Maalesef neler yapıldığını ya da yapılmadığını görmek mümkün olmadı. Hukuk devletinin olmadığı, demokrasinin ayaklar altında ezildiği otoriter bir rejimde depremin faciaya dönüşmesinden sorumlu olanlar hesap vermiyor, deprem sonrası yaptıklarının da hesabını vermiyorlar. Depremler sonrası yaşadıklarımıza içinde bulunduğumuz otoriter rejimle ilişkilendirerek bakmamız gerekiyor. Rejimin başı pozisyonundaki Cumhurbaşkanı, deprem bölgesindeki insanlara açık açık, ‘Bizi seçmezseniz size hizmet gelmez’ diyor. Bu kadar ağır bir söz olamaz!
Ö.M.: 14 Mayıs seçimlerinde Hatay milletvekili seçilen ama geçen hafta milletvekilliği düşürülen Can Atalay da Erdoğan’ın bu sözleri için, ‘Ülkem adına utanç verici’ dedi. Merkez Bankası’nı da konuşacaktık ama zamanımız kalmadı maalesef.
A.B.: Deprem her türlü ağır kayba, hafıza kayıplarına yol açıyor. Bu yaralar kabuk bağlayarak unutulmaya terk ediliyor. 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimler, deprem bölgesinde bir yıl içinde yapılacak üçüncü seçim olacak. Bölgedeki seçmen sayısı ve seçmenlerin durumu hakkında da yeterince bilgi sahibi değiliz. Hiçbir veriye güvenmiyoruz, hukuk güvenliği olmadığı zaman veri güvenliği de olmuyor. İçler acısı bir durum yaşanmaya devam ediliyor, depremin birinci yılında konuşulacak çok şey var ama herhalde vaktimiz kalmadı.
Ö.M.: Evet, vaktimiz bitti maalesef. Çok teşekkür ederiz.