CHP’nin yeni vizyon belgesi açıklandı

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge’nin gündeminde CHP’nin açıkladığı yeni vizyon belgesi ve Muratpaşa Belediyesi’nin bu yıl ikincisini düzenlediği iklim çalıştayı vardı.

Özdeş Özbay: Ali Bey, günaydın.

Ali Bilge: Günaydın Özdeş. Cumartesi günü CHP’nin vizyon belgesi açıklandı. Bu hafta Muratpaşa Belediyesi’nin iklim çalıştayı vardı, vaktimiz yeterse ona da değinmek istiyorum. Cumartesi günü CHP’nin vizyon belgesi sunumunu izlemeye çalıştım, Medyascope’da canlı değerlendirmelerde bulundum. Vizyon belgesine “Ne bekleniyordu, ne çıktı?” diyerek baktık. Yapılan konuşmalardan sonra gelen eleştiriler iki ana noktada düğümleniyor: Birincisi CHP’nin niteliği üzerine, diğeri ise sunumun sempozyum diyebileceğimiz kısmında yer alan kişiler üzerineydi. Bu ikinci kısım oldukça iyiydi. Eleştiriler ve yorumlar, partinin ve konuşmacıların niteliği üzerine yoğunlaştı.

“CHP nedir, ne değildir?” 

Açık Radyoda düzenli yayınlara başladığımda yıl 2003’tü. 2. veya 3. program başlığımız “CHP nedir, ne değildir?” idi. Sonraki yıllarda CHP’yi defalarca konu ettik. Avrupa’da 80’lerin ana akımı Thatcherizm’di. Daha sonra Thatcherizm, İngiliz İşçi Partisi’nin içine yerleşti. Tony Blair, Tatcherizm’in İngiliz İşçi Partisi’ndeki modülüydü. Zaten bundan sonra İngiliz İşçi Partisi’nin yörüngesi şaştı, parti hâlâ bu modülün uzantılarıyla uğraşıyor. Yerleşen modülün diğer adı ise neoliberalizm. Geçen 40 yılda neoliberal politikalar, Avrupa’daki diğer sosyal demokrat partilerde de yer buldu. Bu, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde de görülen bir eğilim. Fransa’da da benzeri partilerde neoliberal politikalara öykünme var; partilerin neoliberalizmle mesafeleri kalmadı. Sosyal demokrat ilkelerden kopuş başladı. Partiler, sosyal demokrasinin en önemli özellikleri olan kamusal politikalar ve güçlü sosyal devlet anlayışıyla vedalaştı. Neoliberal anlayışın sosyal devleti güçsüzleştirmesi Avrupa’da kitlelerin sağa kaymasına yol açtı. Neoliberalizm sonucunda neofaşizm doğdu. Göçmen düşmanlığı ve ırkçılık arttı. Sosyal devletin küçülmesiyle birlikte kitleler, sonradan gelen göçmenlerle gücünü kaybeden sosyal devleti paylaşmak istemedi. Aşırı sağa kayışın ve ırkçılığın temel nedenlerinden birisi de budur.

Türkiye’de ise 1995’te CHP’nin yeniden faaliyete geçmesi ve Deniz Baykal'ın Genel Başkan olmasıyla birlikte bir Blairleşme sürecine tanık olduk. CHP’de başlayan Blairleşmeyi sosyal devleti önemsizleştiren ve gözden çıkaran yaklaşımlarda, özelleştirmeye ve kamunun ekonomideki rolünün azalmasına yönelik desteklerde gördük. TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesiyle birlikte imalat sanayiinde devlet etkisi ortadan kalktı.

Ö.Ö.: Blairizm aslında İngiltere’de bir sınıf tartışması üzerinden gerekçelendiriliyor. Çoğunluk “Klasik İşçi Partisi’nin tabanı olan fabrika emekçileri azınlık durumunda, dolayısıyla değişmeliyiz” diyor. 

A.B.: Özellikle yaşanan ekonomik krizler sonrasında CHP’de ve diğer sosyal demokrat kabul edilen partilerde Blairlaşme görülmüştür. Kamusal iktisadi varlıklar ve faaliyetler suçlu ilan edilmiştir. 1994 ve 2001 krizlerine bakalım. 2001 krizi maliyeti çok yüksek bir krizdi ve maliyet de orta ve yoksul kesimler üzerine yıkıldı. Kamu borçları tasfiye edildi, satıh temizliği yapıldı, özel ve kamu banka maliyeti sermayeye değil halka ödetildi. Enflasyon bu şekilde düşürüldü. Bir sınıfın ya da sınıfların üzerine yıkılacak bir maliyeti göze aldıktan sonra enflasyon düşürülür. Mesele bu maliyeti adaletli bir şekilde dağıtıp dağıtamamaktadır. Sermayenin, yanlış siyasetin ve yolsuzluğun batağını dar gelirlilerin üzerine yıkarak enflasyonu herkes düşürür. Enflasyonun sebebi yoksullar değildir. 

Sonuçta geniş toplumsal kesimlere 2001 krizinin maliyetinin yükletilmesi sosyolojik ve siyasal kırılmalara ve değişimlere yol açtı. Yanlış bir tarım reformu yapıldı, hâlâ bunun bedelini ödüyoruz. 2001 yılından sonra uygulanan programda IMF’yi şaşırtacak derecede kemer sıkma politikaları ve kısıtlamalar uygulandı. Bu şekilde de hem ulusal hem de uluslararası sermaye için yol temizliği gerçekleşti, enflasyon ve kamu açıkları düşürüldü. O dönemde dış konjonktür, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin borçlanması için çok elverişliydi. AB adaylık statüsü ve üyeliği sıcak bir gündemdi. Böyle bir ortamda “muhafazakar demokrat” olduğunu söyleyen ve siyasetin merkezine oynayan AKP ortaya çıktı. Yoksullar ve dar gelirli toplum 2002 yılının Kasım ayında yapılan seçimlerde iktisadi krizin maliyetini kendilerine ödeten partileri, başta Demokratik Sol Parti olmak üzere, tasfiye etti.

AKP, dış borçlanmaya ve dış yatırımların gelmesine uygun bir ortamda iktidar oldu. Bunların sonucunda Türkiye’ye borçlar/para yağmaya başladı. Dış yatırımlar ve borçlanma arttı. Daha hacimli, düşük maliyetli, uygun borçlanma imkânları arttı. Gelen bu borçlar, özellikle inşaat sektörü gibi istihdamı artıran sektörlere yoğunlaştı. Alınan borçlar betona gömüldü. Bu arada yoksullara, millî gelirden çok az pay alan emekçilere ve orta gelir gruplarına sadaka denilebilecek sosyal yardımlar yapıldı, sözde sosyal devlet uygulamaları gerçekleştirildi. Kömür, gıda, sağlık yardımları… Bu kesimlere daha önce görmedikleri şeyler, 2001’de kaybettikleri verilmeye başlandı. AKP sermaye kesimine kaşığın tamamını verirken kaşığın ucuyla da yoksul ve geliri az kesimlere kaynak aktardı. Borçlanma arttıkça kalitesiz, obez bir iktisadi büyüme gerçekleşti. Ağırlıklı inşaat sektörüne, betona dayalı büyüme ve nobran sosyal devlet uygulamaları sonucunda yoksullar ve az gelirli kitleler AKP ilizyonuna kapıldılar. Sonuçta AKP seçim üstüne seçim kazandı.

2. Dünya Savaşı sonrası, 1946’dan 1980’e kadar geçen zamana “altın çağ” denir. O dönemde kapitalizmle demokrasi arasında bir bağ vardır. Bu bağ, Türkiye dahil pek çok ülkede koptu. Sosyal devletin uygulamalarının çok geniş olduğu bu altın çağdan sonra “serbestî her şeyin başı” anlayışı hâkim oldu. “Liberalizasyon her şeyi çözer” dönemi başladı. Bu öyküyle 2008 yılında yaşanan küresel krize kadar geldik. “Serbestî her şeyi çözer” anlayışı sosyal demokrat partilere de hâkim oldu. Ama bu süreç aynı zamanda otokratik yönetimlerin oluşmasına yol açtı.

Diyelim ki önümüzdeki yıl Türkiye’de seçimler oldu. Seçimler adil işledi ve muhalefet kazandı, iktidar değişimi de demokratik ölçülerde gerçekleşti. Ne yapacaksınız? Altılı Masa’sınız, aranızda da hiç problem yok. IMF destekli bir program uygulamak gerekecek. Neden? Kapitalist dünyanın içindeyseniz, mevcut finansal ve küresel sistemin içerisine entegre olmuşsanız borç kaynaklarının en ucuz olduğu yer burası. Normal şartlarda ilerlersek konu buraya gelecek. 2023-24 yılında takvim normal cereyan ederse IMF destekli bir istikrar programıyla karşılaşacağız. Arjantin gibi IMF’ye “İstikrarı kazanmak için ekonomide şunları yapacağız. Bize para, taze kaynak verir misin?” diyeceğiz.

Soru şu: İstikrarı sağlamanın bedeli, eskisi gibi yine yoksul toplumsal kesimlere mi ödetilecek? Toplum ve iktisatçılar, CHP’den ve muhalif ittifaktan bu hususta açıklık görmek istiyor. Yeniden aynı filmi mi izleyeceğiz? Yoksa güçlü sosyal devlete dönüş yapılarak seçmenle bir kucaklaşma mı gerçekleşecek? Bana göre seçmenle helalleşme ancak güçlü sosyal devletle mümkün olabilir.

2008 krizinin öğrettiği en önemli şeylerden biri iktisadi serbestleşme oldu. Kapitalist dünyanın üst örgütleri ve uluslararası iktisadi kuruluşlar da kabul etti ki serbestleşme, kalkınma ve büyümeyi sağlamak için şart değil. Bu tabu yıkıldı. Artık devletin ekonomideki rolünün önemi yeniden kavranıyor. Kamusal politikaların ve planlamanın, sosyal devletin ağırlığının artması gerekiyor. Yoksa seçmen aşırı sağa savruluyor. Ülkeler demokrasiden uzaklaşıyor ve otokrasiye yöneliyor. Dünyada pek çok iktisatçının dikkat çektiği gibi, artık yeni bir ekonomi vizyonu yaratmak  istiyorsanız “zenginlerden yoksullara akım yaratmak” gerekiyor.

“CHP sosyal demokrat bir parti mi?”

CHP bu görüntüsü itibarıyla bu niteliklere sahip bir parti mi? Sosyal demokrat bir parti mi? Hayır, şu anda sosyal demokrat niteliği olan bir parti değil. Bu nedenle hayal kırıklıkları yaşamamamız gerekiyor. CHP hem iktisadi hem de siyasi olarak oldukça sağa kaymış vaziyette. CHP, 70’li yılların başlarından SHP faaliyetini durduran kadar sosyal demokrat kimliğe sahip bir partiydi. CHP’nin sosyal demokrat partilerin bulunduğu sosyalist enternasyonalde bile temsilcisi yok. Suriye’ye yapılan harekâtlara destek vermesinden ötürü dışlanmış durumda. Açıklanan vizyon belgesinden sonra CHP’nin içinde ve dışında hayal kırıklığı yaşayan insanlara sesleniyorum: CHP sosyal demokrat bir parti değil. Ayrıca otoriter yönetimden kurtulmak için sınıfsal ve siyasal olarak da sağa kaymış durumda. Parti politikaları buna göre tasarlanıyor.

Ö.Ö: Zaten bunun doğru olduğunu, AKP tabanının sağcı olduğunu ve dolayısıyla sağ görünüp onlardan oy alabileceğini düşünüyor.

A.B.: Bu süreci Deniz Baykal’la başlattı, Kılıçdaroğlu ve arkadaşları da devam ettiriyor. CHP’nin ekonomi politikasını belirleyen arkadaşlar, Faik Öztrak dahil, 30-35 yıldır tanıdığım insanlar. Açıklanan vizyon belgesinin akademik bölümünde konuşan arkadaşların neredeyse tamamı, 1986-2016 yıllarında yayımladığım İktisat İşletme ve Finans Dergisi’nin yayın ve akademi kurul üyeleri. Kimilerini öğrencilik dönemlerinden beri tanırım. Bu arkadaşlar iktisada belli bir bakıştaki kulübün içinde yer alırlar. Liberal, neoliberal ekol içerisinden yer alan değerli iktisatçılardır.

Ö.Ö.: Tam ismini verebilir misiniz?

A.B.: Refet Gürkaynak, Selin Sayek Böke ve Daron Acemoğlu. Refet Gürkaynak, daha çok parasal politikalar üzerine çalışır. Eğitim aldıkları üniversiteler çok güçlü okullardır. Daron Acemoğlu, Türkiye’de ilk defa bizim dergide tanıtıldı. Yayımladığım derginin marksistlerden liberallere kadar uzanan geniş bir yelpazede yayın kurulu, akademik kurulu ve danışma kurulu vardı. Bünyesinde her kesimden önemli, üretken isimler bulunuyordu. Şu anda profesyonel olarak akademi içinde bulunanlar, dikkat ederseniz, CHP’nin vizyon belgesini açıklanması esnasında salonda değillerdi, toplantıya çevrimiçi katıldılar. Bir şekilde vaziyete mesafe koydular.

Sonuç olarak bu danışmanların pozisyonu ile CHP’nin pozisyonu farklı değil. Dolayısıyla bu duruma şaşırmamak lazım. CHP böyle bir parti, ilham alacağı danışmanların da buna uygun olması çok doğal. Bünyesinde az da olsa solcu ve sosyal demokrat var. CHP’de bir vitrin düzenlemesi yapılıyor. Vitrinin büyük bir kısmını ise neoliberal görüşlere sahip arkadaşlar kaplıyor. Bu şekilde mevcut süreçten sıyrılacağını düşünüyor. Kendisine seçtiği danışmanlar da ona göre şekilleniyor.

Ö.Ö.: Murat Sabuncu, bu vizyon tanıtımıyla ilgili bir takım sorular olduğunu yazmış. Bir kısmının toplantıya çevrimiçi olarak katıldığını siz de söylediniz. 70 kişi danışman mı, değil mi? Ayrı bir meclis mi var? Her biri danışman mı?

A.B.: Bu sorular cevaplanamadı. Ancak şu soru sorulmalıydı: CHP neden böyle bir vizyon belgesini, bu özelliklere sahip danışmanlarla açıkladı? CHP iktidar değişimi sonrası dış muhataplarına, uluslararası sermayeye ve kuruluşlara “Hazırım, ilham aldığım ve bana destek veren böyle bir camia var. Akademik destek üzerinde yürüyorum.” diyor.

CHP’de yer alan ve destek veren arkadaşlara, hatta Kılıçdaroğlu’na da anlattığımı hatırlıyorum: CHP’nin 1970’lerde önemli bir deneyimi vardır: Göreme Sokak Planlama Bürosu. Bu ortam 1973-77’nin entelektüel alt yapısının oluştuğu yerdir. Ankara ağırlıklı olmak üzere bürokrasiden ve akademiden gelen iktisatçıların geliştirdiği politikalar burada üretilmiştir. O ekibin bugün çoğu yaşlandı, içlerinde çok değerli isimler vardır. Göreme Sokak Planlama Bürosu, o zamanlarda think tank [beyin takımı] işlevi gören bir oluşumdu. Partinin ekonomik görüşlerinin şekillenmesinde, sola ve sosyal demokrasiye dönüşünde çok önemli katkılarda bulunmuş bir gruptu. Bu şekilde CHP, tarihin oy patlamasını yaşadı.

Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP, bugün etrafında böyle entelektüel bir halkanın olduğunu ve partinin yarına hazırlıklı bulunduğunu söylüyor. Ancak bu halka sosyal demokrat değil. Türkiye’yi içinde bulunduğu girdaptan çıkarmak için esas olarak para ve maliye politikası araçları kullanılmalı. Vizyon belgesinde para politikasına ilişkin yapılacakları güçlü bir şekilde gördüm, bu alanda ciddi bir deneyim var. Ancak maliye politikasına ilişkin fazla bir şey görmedim. Para politikası araçları daha çok sağcı araçlardır. Sıkı para politikasıyla halka kemer sıktırılır, yüzey temizlenir, sermaye için istikrar sağlanır, yerli ve yabancı sermayeye saha açılır, paranın gelmesi beklenir. Krizin maliyeti, para politikasıyla halka daha rahat ödetilir. Maliye politikaları, bölüşümü ve gelir dağılımını etkileyen politikalardır.

Ö.Ö.: Kılıçdaroğlu, “Para akacak” dedi.

A.B.: Kılıçdaroğlu, “Satıh temizliğini yaparım, sıkı para politikası uygularım, enflasyonu indiririm ve güven duyan sermaye de gelir” diyor. Ancak kitlelerin seninle bağını koparmamasını istiyorsan maliye politikası araçlarını kullanacaksın. O açıklamalarda maliye politikası vizyonu yoktu. Ayrıca Kılıçdaroğlu, “418 milyar dolar çalındı” dedi. Bu müthiş bir rakam, bunun üzerinde durmak lazım.

Ö.Ö.: Bu açıklama en çok alkış alan açıklama olmuş. “Kirli sermayenin çaldığı 418 milyar doları borçlu olarak deftere yazdım, hukuk içinde mutlaka tahsil edeceğim” demiş. 

A.B.: Bu meblağ, millî gelirin yarısından fazlasıdır. 2001’de de millî gelirin üçte birinden fazlası batan bankalara gitti. Dünya Bankası raporu böyle söylüyor ve buna İmar Bankası dahil değil. Dolayısıyla, maliye politikası kullanılmadan olmaz. Maliye politikası araçları sosyal demokrasinin kullandığı araçlardır. Bu araçlar kullanılmadan düze çıkılamaz. Canı çıkmış bir yoksul, dar gelirli, emekçi kesim var. Maliye politikalarına ilişkin vizyon, emek ve sermaye dengesinin nasıl kurulacağı hususunda ipucu verir. Sadece ipucu vermez, gerçeği de gösterir. Maliye politikası araçlarının nasıl kullanılacağını göstermezseniz, Hacer Foggo’nun “yoksullukla mücadele” olarak ifade ettiği kavram askıda kalır.

Ö.Ö.: Murat Sabuncu demiş ki, “Bu bizim tek adam rejimi içerisinde alışık olmadığımız yeni bir şey. Normalde Erdoğan konuşuyor. Her şeyi o anlatır, burada böyle olmadı.” Uzmanlar, bilim insanları konuştu. Biraz daha demokratik bir görüntü. Öte yandan her bir konunun uzmanı kendi alanında konuştu. Ama Başdanışman Türkiye’ye dair hiçbir şey söylemediği gibi somut olarak ne yapılacağını da söylememiş.

A.B.: Şaşkınlık duymamak lazım, CHP böyle bir parti. 70 kişinin 64’ünü bilmiyoruz ama diğer arkadaşlar nitelikliler; kıymetli eğitimler görmüş, değerli insanlar. Neoliberal politikalar sermaye politikalarıdır. Emek dünyasının gözetilmesi başat bir husus değildir. Neoliberal anlayışta enflasyonu düşürür, borçlanma dinamiğini yeniden başlatırsınız. Borçlanma başlayınca, şayet onları iyi alanlara yatırırsınız, sonunda istihdam sorununa çare bulunmaya çalışılır. Bunlar, emeği ve yoksulu başa koyan istikrar programları değildir. Görsel tarafı güçlü, “Hazırız, güçlüyüz, korkmuyoruz” temasının işlendiği bir belge ortaya konmaya çalışıldı. Maliye politikası açısından ciddi eksiklikleri olduğu anlaşılıyor. İstikrarın maliyetini nasıl dağıtacaksın? Vergi ve maliye politikası araçlarını nasıl kullanacaksın? Zenginden alıp fakire vermeden bir düzelme olmayacağı muhakkak.

Türkiye dökülen bir ekonomiye sahip. Büyük bir garabet içindeyiz, nas’a bağlı bir ekonomi anlayışı karşısına böyle bir kadroyla çıkmak çok değerli. Çeşitli ekollerden iktisatçılar olarak, böyle akıl dışı bir ekonomi uygulaması karşısında ortak geliştirdiğimiz refleksler var. Ancak devran değişip iş başa düşünce, iktisat politikasını uygulama safhasına geldiğinde sosyal devleti öne çıkarmazsan, sağlıkta, eğitimde ve çökmüş bütün sektörlerde sosyal devlet olamazsan iktidarın uzun sürmez. Sosyal devletsiz çıkış yok. Otokrasiye yeniden dönersiniz. Enkaz kaldırılacak, yeni bir Türkiye inşa edilecek. Yapılan hesaplamalara ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine göre, iktidar değişikliği hâlinde 2 bine yakın kadronun 10 gün içinde değişmesi lazım.

Ö.Ö.: 2 bin az değil mi?

A.B.: Öncelikle saray kastediliyor. Eğer iktidar olacaksanız geçiş dönemini biçimlendireceksiniz, kadroları hazırlayacaksınız. Ayrıca sürekli savaş, askerî harekât içinde bir ekonomi var. Bunların maliyetlerini ne yapacaksın? Suriye’den çıkacak mısınız? Bunların kamuya maliyetleri var ve kamu finansmanı çökmüş durumda. Vizyon belgesinde bunlar eksikti. Enerji, telekomünikasyon, sağlık, eğitim gibi özel sektöre bırakılan sektörlerde devleti yeniden güçlendirecek misiniz? Altın hisse rolünü devlet üstlenecek mi? Bunların netleştirilmesi gerekiyor. Bu vizyon sosyal demokrat bacakları kuvvetli bir vizyon değil. Olabildiğince liberal bir vizyon ve yoksullukla mücadele perspektifini liberal parantez içine koyuyor. Artık bazı sektörlerde devletin ağırlığı olması gerekiyor. Ayrıca en önemli alanlardan biri tarım. Tarım yeniden desteklenmek zorunda. 2001’den sonra tarım politikamızı değiştirdik. Sonuçta köylüler tarımı bırakıp kentlere geldi, inşaatlarda çalışmaya başladı.

Muratpaşa’da iklim krizi çalıştayının ikincisi düzenlendi

Ö.Ö.: Muratpaşa Belediyesi’nin düzenlediği çalıştaydan da kısaca bahsedelim mi?

A.B.: Muratpaşa Belediyesi’nin düzenlediği iklim krizi çalıştayının ilkine geçen sene katılıp izlenimlerimi aktarmıştım. Atlas Sarrafoğlu oradaydı, bir konuşma yaptı. İklim yıkımı ve yerel yönetimlerin yapacağı işler üzerinde duruyorlar. Akademisyenler ve uzmanlar pek çok konuda bildiriler sundu. İklim krizinden yaşlıların ve çocukların nasıl etkilendiği ve krizin gıda ile beslenme üzerindeki etkileri konuşuldu. Haftaya çalıştaya hakkıyla vakit ayıralım.