"Bu karanlık, topyekûn iç devletin konsolide olması sonucu ortaya çıktı"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, Kobane davasından çıkan kararlar üzerine konuşurken, hükümetin tasarruf tedbirlerine de değiniyor.

""
Ekonomi Politik: 20 Mayıs 2024
 

Ekonomi Politik: 20 Mayıs 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, herkese iyi haftalar!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ö.M.: Çok yoğun oluyor, her zaman böyle aslında Pazartesi günleri konuşmaya başladığımızda ama elden geldiği ölçüde özetleyerek devam etmeye çalışıyoruz. Bugün Kobane üzerine biraz konuşalım değil mi?

A.B.: Kobane davası geçtiğimiz hafta sonuçlandı, bugün aynı zamanda dokunulmazlıkların kaldırılmasının yıl dönümü. Dokunulmazlıkların kaldırıldığı gün, yakın tarihin karanlık günlerinden biridir. TBMM’de 20 Mayıs 2016’da yapılan dokunulmazlık oylaması ile milletvekilleri için tutuklama ve yargılama süreci başladı. Anti-demokratik uygulamaların ivmesi arttı, Kobane davası yargılamalarının yolu açıldı, Kürt siyasi hareketi ve medya üzerine baskılar artmaya başladı. Kobane davasının sonuçlarıyla, dokunulmazlıkların kaldırılması arasındaki ilişkiyi vurgulamadan geçmek mümkün değil çünkü dokunulmazlıkların kaldırılması Türkiye’de siyaset alanının daraltılması anlamına geliyordu. 2013 - 2014 yıllarında Kürt sorununu çözmek için Norveç’te başlayan, daha sonra İmralı ile yüz yüze devam eden görüşmeler, iktidar tarafından ortadan kaldırılmıştı.

İktidarın çözüm sürecinden çekilmesinin temel sebebi, 2015 Haziran seçimlerinde HDP’nin Türkiye partisi olma sloganıyla geniş bir alanda taban bulmasıdır. HDP’nin üçüncü parti olması, %13 civarında oyla, 80 milletvekiliyle parlamentoya girmesi bazı kesimleri telaşlandırdı. HDP’nin başarılı sonuç almasıyla birlikte, Erdoğan, çözüm süreci görüşmelerini iptal etti. Oysa önemli bir mesafe alınmıştı

Haziran 2015’te, iktidardaki AKP ilk defa çoğunluğu kaybetti. Erdoğan, geniş tabanlı bir oluşumu, AKP - CHP ile ortak koalisyon kurulmasını ve diğer iktidar alternatiflerini engelledi, ülkeyi yeniden seçime zorladı. Ülke içinde aydınlanmayan karanlık terör olayları başladı, katliamlar yaşandı. Ceylanpınar’daki polislerin karanlık bir şekilde öldürülmesi sonucunda çözüm süreciyle ilgili Dolmabahçe mutabakatı sona erdi.

Aslında Dolmabahçe mutabakatı, bir anlamada Kürtlere verilecek hakların manzumesiydi. Karanlık olaylar yaşanırken, Erdoğan ülkeyi beş ay sonra yeniden genel seçimlere sürükledi. Korku ve baskı atmosferinde yapılan seçimlerde Erdoğan yeniden birinci parti oldu. Ülkenin rejimi gittikçe otoriterleşiyordu. Tüm bunların sonucunda, HDP üzerinde baskıların artacağı mukadderattı. Baskılar dokunulmazlıkların kaldırılmasına kadar uzandı. HDP’nin yükselişinin engellenmesi gerekiyordu.

Kürtlerin ve Türklerin sempatisini kazanan Demirtaş liderliğindeki HDP, hem AKP için bir tehditti, hem de dokunulmazlıkların kaldırıldığı karanlık günün yaşanmasını sağlayan CHP için de tehdit teşkil ediyordu. CHP, 20 Mayıs 2016 tarihinde Anayasa’ya da aykırı olmasına rağmen, Anayasa’nın 83. maddesi milletvekillerinin yargılanamayacağını, dokunulmazlık hakkını belirtmesine rağmen, yapılan düzenlemeyle milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması ile HDP liderlerinin ve üyelerinin yargılanmasının önü açılmış oldu.

CHP’nin inanılmaz aymazlığı ve katkısıyla dokunulmazlıkların kaldırıldığı gün Genel Başkan Kılıçdaroğlu ve CHP tarihine kara bir leke olarak geçti. O tarihten itibaren aşamalarla son sekiz yılda otoriter, baskıcı, özgürlüklerin kalktığı ve yargının iktidara bağlandığı bir süreç başladı. Türkiye 2016’da dokunulmazlıkların kaldırılması ve ardından gelen Temmuz 2016 darbe girişimiyle birlikte sert otokratik rejime doğru yol aldı. Malum baskıcı rejimin otokrasiye dönüşmesi, 2017 Anayasa değişiklikleri ve 2018 genel seçimleri ile gerçekleşti. Bu seçim ve referandum, 2016 darbe girişimi sonrasında ilan edilen olağan üstü hal koşullarında yapıldı.

Kobane davası ile ilgili dikkat çekmemiz gereken bir husus şu: AİHM’de, Kobane ve dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili davaların hepsi için hürriyetlerin ihlal edildiğine karar verildi. Bunun siyasi karar olduğu, hukuki hiçbir yanı olmadığı ortaya kondu. Geçtiğimiz gün sonuçlanan Kobane davasının kararları da bunu çok net ortaya koyuyor.

HDP yöneticilerine terör ve hırsızlıklara kadar uzanan pek çok suçlama yapılıyordu. Bu davaya da gizli tanıklar yerleştirildi, suçlar ihdas edildi, Türkiye’de bugün yargının yaşadığı sefaletin en iyi örneklerini bu davada yaşadık.

HDP’li 55 milletvekilinin dokunulmazlığı hemen kaldırıldı, hapse atıldı, HDP’nin merkez ve teşkilat kadrolarının çok büyük bir bölümü, binlercesi hala hapishanelerde. Yetmedi, seçimle kazandıkları belediyelere kayyumlar atandı. Ancak tüm bu baskılara rağmen, HDP kaybolmadı; önce 2015 Kasım seçimlerinde, daha sonra diğer seçimlerde barajı aştı ve başarılı oldu, parti siyasi yaşamını sürdürdü.

Elbette dokunulmazlıkların kaldırılmasında büyük günah CHP ve Kılıçdaroğlu’nun oldu. ‘Yapılan Anayasa’ya aykırı’ diyerek destek verdiler, ‘İçimiz ağlaya ağlaya destek veriyoruz’ dediler, CHP’nin HDP’ye verdiği desteğin nedenleri üzerine çok konuşmak mümkün.

CHP, Kürt sorununa doğru dürüst yaklaşım sunan bir parti olmadı hiçbir zaman. Elbette tarihinden kaynaklanan problemler de var ama hiçbir zaman bu soruna ciddi dokunmadı, ciddi bir şekilde tasarrufta bulunmadı, çözüm teklifi sunmadı, soruna aslına hiçbir zaman girmedi, askeri vesayet çizgisinden ayrılmamaya gayret etti. CHP, ‘Aman, HDP ile yan yana düşmeyelim’ tavrını Baykal ve Kılıçdaroğlu döneminde devam ettirdi. Sonuçta AKP’ye bu desteği esirgemedi.

Dokunulmazlıkların kaldırılması teklifini Meclis’e getiren hükümetin başı Ahmet Davutoğlu idi, bunu da unutmamak lazım. Bu dönemde aynı zamanda CHP’nin tavrında – bu Selahattin Demirtaş’ın bir iddiasıydı - CHP Genel Merkezi’nde bir vekilin Genelkurmay’ı ziyaret ettiği ve bu konuda Genelkurmay ile görüşmeden sonra bağlayıcı karar alınmadığı iddia edildi.

TBMM’de dokunulmazlıkların kaldırılması ve yasal süreçler de tamamlandıktan sonra Kasım 2016’da HDP’li vekillerin evlerine baskınlar düzenlendi, kelepçelendiler ve tutuklamalar başladı. Kısa bir süre sonra bu durum CHP’ye de sıçradı; 2017’de Enis Berberoğlu MİT tırları nedeniyle tutuklandı, 2018’de tahliye edildi. Dokunulmazlıkları kaldırılması için gerekli oya CHP’den Merkez Yürütme Kurulu’nun tamamının, toplamda da 25 kişinin desteği ile ulaşıldığı anlaşıldı.

CHP’li vekillerin çoğunluğu çekimser kaldı ve oylamaya katılmadı. Tavrını ortaya koyan, partisinin tavrına katılmayıp bunu açıkça belirten vekil azdı. Sezgin Tanrıkulu, Eren Erdem gibi karşı olduklarını açıkça belli eden milletvekilleri vardı ama büyük bir çoğunluk sütre gerisinde kaldı ve dolayısıyla desteklemiş oldular.

Elbette Kemal Kılıçdaroğlu birinci derecede sorumlu ama o zaman MYK’da görev yapan isimlerden, mesela şu anda Genel Sekreter olan Selin Sayek Böke ve diğerleri yanlışlarından, aymazlıklarından dolayı özür dilemedi. Örneğin, Özgür Özel’in tavrı neydi ? Bilmiyoruz! CHP merkezinin resmi bir özrüne, yanlış yaptık ifadesine rastlamıyoruz.

Bugün Kemal Kılıçdaroğlu ve Özgür Özel, Kobane davasının sonuçlarına ateş püskürüyorlar ancak Kılıçdaroğlu ve Özel’in CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılmasına neden destek verip, ülkeyi cehenneme çevirdiklerini, bugün pişman olup olmadıklarını açıklamaya davet edelim.

Kılıçdaroğlu ve Özel’in, CHP’nin Kobane davası kararlarına bugün sert tavır almaları, feveran etmeleri, haykırmaları onları masumiyet müzesine sokmuyor.Eğer CHP, 2016’da dokunulmazlıkların kaldırılmasında gösterdiği tavrı bugün yanlış buluyor ise HDP/DEM’den, Kürt halkından, Türkiye’den özür dilemesi lazım.

CHP’de yenileşme böylesi tavırlardan uzaklaşmasına, yanlışlardan özür dilemesiyle olabilir. İktidarın isteğine uygun hareket edilmesi, affedilmesi mümkün olmayan acılara yaralara yol açtı, ülkeyi sekiz yıldır devam etmekte olan bir girdaba soktu.

Cumhuriyet tarihinde çok sayıda siyasi Kürt davası yaşandı, yanılıyor olabilirim ama bildiğim kadarıyla en ağır yüksek ceza, ağır ceza verilen - 42 yıl - dava Kobane davası oldu.

Ağır cezalar şunu gösteriyor; mevcut iktidar ortakları ve devlet bileşenleri hiçbir şekilde siyasi çözümden yana değiller. Unutmayalım; Kobane davası, sözde ‘yumuşama, uzlaşma, diyalog’ parantezi içindeyken sonuçlandı. Kobane kararlarında verilen cezalar, terörle ilgili değil, tamamen siyasi demeçlerden yola çıkarak ceza veriliyor.

Kobane davasının adı nereden geliyor? Onu da hatırlatalım; Türkiye sınırına yakın, Suriye’nin kuzeyinde buluna Kobane Kürt şehrini IŞİD kuşatmıştı ve hatta o sırada Erdoğan, ‘Kobane düştü düşecek’ diye IŞİD kuşatmasına bir anlamda destek de vermişti. O dönemde HDP yöneticilerinin kendi aralarında kuşatma üzerine attığı tweet’ler, diyaloglar, yazışmalar belge olarak bu davada kullanıldı. Kobane kuşatmasına karşı çıkan, IŞİD’in harekatının sona erdirilmesi, iç ve dış demokrasi güçlerinin dikkatinin çekildiği tweet’lerdi. Bugün, 42 yıla mal olan olay buydu, belgeler de bunlardı; ‘IŞİD Kobane’de bir katliam yapacak, bunu protesto edin’ şeklindeki demeç ve yazışmalardı.

Çözüm süreci gerçekleşirdi, gerçekleşmezdi, Gezi’den sonra AKP iktidarına ne kadar medet umulurdu ayrı konu ama çabalar önemliydi. İlk defa Kürt siyasi hareketiyle ya da illegal hareketiyle masaya oturan bir devlet vardı. Demokratik yerel yönetim meseleleri bile gündeme gelmişti.

Cumhuriyetin 101. yılındayız, 101 yıldır Kürt sorununu çözememişiz, ülkenin devam eden en büyük yarası - siyasi, kültürel ve ekonomik taraflarıyla çözülmemiş bir şekilde duruyor. Kürt sorununun çok yönlü maliyetleri bulunuyor. Ekonomik ve beşeri tarafıyla ne kadara mal oldu? Bilmiyoruz. İnsan kaybının çok fazla olduğunu biliyoruz ama gerçekte ne kadar olduğunu bilmiyoruz. 1925 - 1938 arasındaki rakamlara erişmiş değiliz, sadece bütçelere bakıyoruz ve o yıllarda hükümetlerin savunma bütçeleri çok yüksek, silaha çok para harcanıyor, diğer alanlardan kısmak zorunda kalıyorlar. Bu nedenle insanlar kurulan devletten de mutlu değildi.

Son 40 yılı hesaplamış araştırmacı yazar İzzet Akyol, Londra’da bulunan bir enstitü hazırlamış bunu, daha önceki programlarda da söz etmiştim; 40 yılda üç trilyon dolarlık bir harcama olduğunu hesaplamışlar, ayrıntıları var bu hesabın. Düşünün maddi manevi kayıpları...

HDP kapatılmak üzere, büyük bir olasılıkla DEM’e de aynı muamele yapılabilir. Daha ne kadar devam edecek Kürt sorunu? Birkaç yüzyıl daha mı devam edecek?

Kobane iddianamesinde yer alan iddialar, davanın sonuç kısmına baktığınızda kendileri tarafından çürütülmüş olduğunu görüyorsunuz. Cezaların neredeyse tamamı siyasi demeçler üzerinden verilen cezalar, bu ifadeler kararın tamamen siyasi olduğunu ortaya koyuyor.

Selahattin Demirtaş’ın karar sonrası açıklamaları önemliydi. Murat Sabuncu arkadaşımızın, Demirtaş ve Ahmet Türk ile yaptığı söyleşiler önemli; Selahattin Demirtaş ile yaptığı söyleşi, kuvvetli mesajları nedeniyle satır satır irdelenmesi gereken bir söyleşi. Seçimlerden sonra HDP’de de tartışma olacaktır, olmalı diyordum. Bu tartışmanın işaretlerini söyleşi kuvvetlice veriyor.

HDP’nin/DEM’in, Kürt siyasetinin de takkeyi de önüne koyması ve düşünmesi gerektiğini söylüyor. Sert ifadelerle her yere mesajlarını veriyor, yanlışlıklara değiniyor. Demirtaş, ‘Kobane davasında 37 kişi gösterilerde katledilmişti, davanın bu şekilde sonuçlanmasıyla, katliamları yapanların kim olduklarının da üstünü kapatıyorsunuz’ diyor, ‘Gerçek failleri gizlediniz’ diyor. Türkiye’nin yakın siyasetinin en önemli gelişmelerinden birinin sonuçlarını yaşıyoruz.

Ö.M.: Sizin sözünü ettiğiniz Murat Sabuncu’nun 17 Mayıs tarihli T24yazısı gerçekten önemli. Yani Selahattin Demirtaş orada kendisi, ‘Bana ceza verildi diye benden sonrası tufan demem, yeter ki demokratik bir çözüm ve barış sağlansın, desteklemekte tereddüt etmeyiz’ diye konuşmuş ve ‘Şu anda dışarıda siyaset yapan arkadaşlarımız gibi hepimizin temel hedefi, silahsız, şiddetsiz çözümü sağlamaktır. Fakat T.C. devleti, Kürtlerin demokratik siyasette mücadele etmelerini ve bu yolla güçlenmelerini dağa çıkıp silah almalarından daha tehlikeli görüyor’ demiş. Önemli görünüyor bu ve ‘5 - 8 Ekim 2014’te katledilen insanların gerçek faillerini gizleyip korumuş oldular’ da diyor, yani bu da önemli. ‘Mahkemenin açıkladığı karar, yıllar öncesinden, bizzat iktidar ve ortakları tarafından verilmiş ve miting meydanlarında defalarca ilan edilmişti. Mahkemedeki ağır ceza heyeti, sadece şekli bir görevi yerine getirerek siyasetin verdiği kararı okumuş oldu’ diye de ekliyor Demirtaş.

Gökçer Tahincioğlu’nun da belirttiği gibi, daha işin başlangıcında, 2014’te çözüm sürecinin devam ettiği bir dönemde, sizin de sözünü ettiğiniz gibi Ali Bey, ‘IŞİD’in Suriye’de YPG kontrolündeki Kobane’ye saldırması, bu süreçte Kuzey Irak’tan Kobane’ye destek verilmesi için Türkiye’den koridor açması talep edildi. Hükümet, bu koridoru uzun süre açmadı, o zamanki adıyla HDP Merkezi Yürütme Kurulu da bu konuda çağrı yaptı. Bu süreçte, 6 - 8 Ekim 2014 tarihleri arasında Doğu ve Güneydoğu’daki pek çok kentte eylemler yapıldı. Çıkan olaylarda 46 kişi yaşamını yitirdi ama iddianame mesela bu ölümlerin sadece 37’sini konu alıyor ve aralarında Yasin Börü’nün de olduğu altı kişinin ölümünden siyasetçileri sorumlu tutuyor. Peki, yüzleşmede diğer insanların kim tarafından nasıl öldürüldüğüne yönelik araştırma yapılması talepleri ne oldu? Israrla geri çevrildi,” diyor Gökçer Tahincioğlu. Yani CHP’nin ‘Anayasa’ya aykırı ama ‘evet’ diyeceğiz’ açıklamasının ardından hazırlanan düzenleme, Meclis’e geldi sizin de belirttiğiniz gibi ve tam sekiz sene önce, 20 Mayıs 2016’da TBMM hakkında fezleke hazırlanan isimler hakkında dokunulmazlıkları kaldırıldı ve siyasetçiler tutuklandı. Yani diğer insanların kim tarafından nasıl öldürüldüğü bugün de meçhul. Araştırma yapılması talepleri de ısrarla geri çevrildi, öyle bir ağır durumdan bahsedebiliriz.

A.B.: Kobane davası sonuçlarını konuşmaya devam edeceğiz. Türkiye’de otokrasiden çıkmanın koşulları oluştuğunda, bu davaya ilişkin arka planda neler olduğu umarım aydınlatılacaktır çünkü çok karanlık nokta var, bu karanlık, topyekûn iç devletin konsolide olması sonucu ortaya çıktı. AKP’nin 22 yıllık iktidarında Kürt meselesine yaklaşımı gelgitlere dolu.

Otokrasilerde mesele geliyor, dayanıyor iktidarların yolsuzluklarına, anti-demokratik uygulamalarına, Gezi’ye, 17 - 25 Aralık olaylarına, eriyen 128 milyar dolarlara, sürekli iktidarda kalmanın ürettiği yanlışlıklara ve suçlara karşı karşıya kalıyor otokrasiler. Sonra da iktidarda kalmanın türlü yöntemleri geliştirilmeye çalışılıyor. Hem toplum üzerinde baskı kuruluyor, hem de yeni yedek ittifak arayışları içerisine giriliyor.

CHP’nin üzerinde özür borcu bulunuyor. Kılıçdaroğlu’nun, Özel’in, CHP’nin yetkililerinin sekiz yıl önceki tavırlarını bugün nasıl değerlendirdiklerini ortaya koymaları gerekiyor.

Geçen hafta generallerin, hasta tutukluların salıverilmesi, tutukluluklarına son verilmesi gerçekleşti. Osman Kavala’nın yeniden yargılanması talebinin ret edilmesi, Kobane davasının ağır kararlarla sonuçlanmasını yaşadık, Avrupa Konseyi yaptırımları da gündemde, orada da çok ağır işleyen bir süreç var ve bu arada hasta generallere af geldi.

Askeri vesayet rejimine karşı, Gülen cemaati ve AKP yakın işbirliği yapmışlardı - çok çeşitli davalar, yargılamalar oldu. Aslında bu davalara ilişkin olarak da AYM kararları uygulanmadı, AYM bu davaları hatalı yargılama, tartışmalı kanıt nedeniyle bozmuştu.

2016 darbe girişimi, olağanüstü hal, 2017 otokratik Anayasa’nın kabulü, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçiş ile birlikte askeri vesayetin üstünde bulunan güç, Erdoğan’ın gücüne eklendi, Erdoğan’ın payı yükseldi - hem sivillerin, hem de askerlerin payını otokrasinin uhdesinde topladı, otokrasiyle konsolide oldu. Tamamı yaşlı ve hasta generallerin özgürlüklerine kavuşması da Erdoğan’ı aklamıyor.

Son günlerde hem davaları konuşuyoruz, hem de tasarruf tedbirlerini. Bu tedbirler de fos çıktı çünkü gerçek bir kamu tasarrufu sağlamak istiyorsanız bunun yolu Beştepe sarayının harcamalarını kısıtlanmasından geçiyor. Bununla birlikte, havuz şirketleri denilen sistemin dağıtılması da gerekiyor - gerçek kamu tasarrufu havuz sisteminin dağıtılmasıyla olabilecektir. Peki, havuzun dağıtılması ne demek? Dağıtmak, otokrasinin bitmesi, hesap sorulma vaktinin gelmesi demek. Bunun da olmayacağı belli çünkü sistem oradan besleniyor. Güçleri azalsa da iktidarlar otokrasinin dayandığı şirketlere dokunmuyor, kamu tasarruf tedbirleri bu şekilde gerçekleşiyor, zülfü yâre dokunmayan tasarruf tedbirleri oluyor. Tasarrufun ne kadar olacağına ilişkin bir rakam/oran bile veremediler.

Son günlerde AKP ve MHP’nin itişip kakışması da yaşanıyor ki bunlar devam etmekte olan cinayet soruşturmaları, iddianameler üzerinden cereyan ediyor. 2015’ten bu yana koalisyon ortakları arasında daha önce sürtüşmeler, çatışmalar, gidip gelmeler oldu ancak taraflar birbirlerine mecbur - çatışmalar en sonunda takas odasında son buluyor. Tabii yedekleme yapmayı düşünüyor Erdoğan; her zaman aklındaki bir iş, iktidar ortağını yedeklemeyi düşünmüştür. Herhalde yaz döneminde yedeklemeyi düşünecek, sonbaharda kongresi var AKP’nin.

Ülkenin 70’lerin ortasından bu yana yaşadığı ekonomik daralmalarına baktığımda hep şunu görürüm; ekonomik daralma menfaatlerin de daralması demek oluyor, pastanın küçülmesi de menfaat topoğrafyasının da değişimini getiriyor. Bu durum, hem siyasal ortaklar arasında, hem de iktisadi ortaklar arasında çatışmaları doğuruyor. Bugün yaşadığımızda arka planda bunu görmemiz gerekiyor.

Önümüzdeki dönemde daralmanın daha kuvvetli olacağını anlıyoruz. İktidarın bütçede hareket alanı pek kalmadı, zenginden alıp fakire vermekten başka çaresi yok - bu da kendinden, havuzdan alması demek, o da yapılamıyor. Sonuçta, Bahçeli ve Erdoğan yıllardır yerden yere vurdukları, düşman belledikleri faiz lobisiyle el ele vermiş durumdalar! Yüksek faiz nedeniyle sıcak paracılar geliyor, döviz girişleri var, yaz dönemi turizm gelirleri de olur, sonbahara itiş-kakışların sonuçlanacağı bir durumla girebiliriz. Erdoğan iktidarını sürdürmek için yedek/ihtiyat toplama faaliyetinde olacaktır, yeni formüller üretmeye çalışacaktır.

Otokratları incelediğimizde görülüyor; siyasi ömürlerini uzatmak için çeşitli yöntemleri deniyorlar. Önümüzdeki aylarda böyle adımları görebiliriz. Değişiklikler olur mu? Mecburcular değişir mi? İzlemeye çalışacağız.

Son bir konuya değinelim; dört yıl aradan sonra, geçen hafta 39. Amerikan-Türk konferansı yapıldı Washington’da. Bir de Amerikan Exxon şirketi ile BOTAŞ arasında ciddi bir LNC (sıvılaştırılmış gaz) anlaşması yapıldı, ABD ile ticaret hacminin artması hedeflendi. ABD, LNG’de dünyada önemli ihracatçı ülke pozisyonuna geldi. Anlaşmanın ayrıntılarını daha sonra konuşuruz.

Ö.M.: Sıvılaştırılmış gaz. Ben de son bir cümle söyleyeyim; Berin Sönmez’in Gazete Duvar’da ‘Kobani cezaları üzerine geleceğe notlar’ başlıklı yazısında bitişte şunu diyor, ‘Cezaevlerindeki insanlık dışı zorlu yaşam koşullarını suçlu-suçsuz ayırmadan herkes için iyileştirme yönünde çalışmak bizim boynumuzun borcu. Haksızlıkla, hukuksuzlukla, adaletsizlikle içeride tutulanların ise bir an önce dışarı çıkmasını sağlamak, salt onları değil, bizi de özgürleştirecek umarım. Karınca kaderince de olsa insan onuru için yaşanan hayatların varlığını bilmek bile başlı başına umutlu olmak için yeterli. Anlamlı bir yaşam sürmüş olmak için mücadele etmeye değer bir amacı olmalı insanın. Hakkı savunan içeride olsa da özgür, hakkı gasp eden dışarıda da olsa tutsak. Nefsinin, hırsının, kibrinin kölesi, şahsi çıkarının kölesi olmayanlara selam ile.’ Süreyi de aştık ama kusura bakmayın. Çok teşekkürler Ali Bey.

A.B.: İyi yayınlar.

Ö.M.: Görüşmek üzere.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

A.B.: Görüşmek üzere, hoşça kalın!