Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge ile 24 Haziran'da yapılacak erken, daha doğrusu baskın seçim öncesinde, OHAL koşullarında yapılacak bu seçimin nasıl bir ortamda yapılacağını, gerçekten demokratik olup olamayacağını, uluslararası dünyanın görüş, tepki ve ikazlarını konuştuk. İktidar karşısında, demokrasi ilkeleri çevresinde ortak bir zeminde bir ittifak kurup kurulamayacağını, bunun hayati önemini konuştuk.
(30 Nisan 2018 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey!
Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey, günaydın Can, günaydın Selahattin, herkese merhaba!
Can Tonbil: Günaydın Ali bey, merhaba!
ÖM: Yeni yayın dönemindeyiz.
AB: O da kutlu olsun, baharla birlikte yeni yayın dönemi. Kaçıncı dönem oldu?
ÖM: 47. Dönem bu. 23 yıldır da yayındayız.
AB: Bunun 15 yılında ben varım, yani 2003’ün Nisan döneminde programcı olarak başlamıştım. Daha önce konuk olarak çağırmıştınız birkaç kez, programcı olarak benim de 15. Yılım dolmuş oluyor. Bir tarih vallahi!
ÖM: Toplamda da bir şu anda sizinle de paylaşayım bu bilgiyi, şu ana kadar Açık Radyo yayına geçtiğinden bu yana 1224 gönüllü programcımız olmuş, müthiş bir şey yani!
AB: Bu bir rekor!
ÖM: Evet, dünya rekoru da olabilir belki.
AB: Aslında ben de mesela kendim 30 yayınladığım dergide de sayfa sayısı hacim olarak, gelen makale ve yayınlanan makale oranlarıyla bayağı rekorlara imza atmışız ama bunu rekor olduğunu tescil edilir mi bilmiyoruz. Aslında Açık Radyo’da bu anlamda pek çok rekora imza attınız.
ÖM: Biz şimdi Ankara’ya götürüyoruz, ben delegasyon olarak başında bulunacağım, 5 tepeye gideceğiz ve rekoru tescil ettireceğiz!
AB: Tavsiye etmem! Yani en azından seçimlerden sonra gidin!
ÖM: Peki!
AB: Geçen hafta 23 Nisan’a geldi program onun için
ÖM: Biz resmi tatillerde yapmıyoruz program.
AB: Ondan öncesinde işte baskın seçim kararı gelmişti, isterseniz oradan başlayarak şu ittifaklar ki benim kendi kişisel hayatımda uzlaşma, ittifak, siyasi, ekonomik konular üzerinde ittifaklar çok yer etmiştir. Yıllar önce de demokrasi cephesi kurulmalı diye bu mikrofondan dile getirdiğim hususlar bugün bir noktaya gelmiş olması nedeniyle de ayrıca bu konuya değinmek istiyorum. Yani Türkiye’nin iktisadi sorunları had safhada, AKP’nin MHP ile yaptığı ittifak istenileni vermedi. Partideki metal yorgunluğu bütün önemli belediye başkanlarının değiştirilmesine rağmen atlatılamadı. Her olumsuzluğu Fetö’ye bağlama tezi de tükendi, Erdoğan ve AKP’nin oylarında bir yükselmenin olmadığı da ortada. Bu süreci durdurmak için bir baskın seçim şeyiyle karşı karşıya kaldık. Burada bazı sorular sorarak ittifak konusuna girmek istiyorum. Bir kere demokratik ve meşru bir seçim yapma ortamı var mı? Geçen sene yaşadığımız OHAL içinde ikinci bir seçim olacak, geçen seçimlerin meşru olmadığı tespit edilmiş iken, hukukun çiğnendiği ki yeni seçim yasasının süre ve içerik dinlenmeksizin yapıldığı bir ortamda yapıyoruz seçimi. Hemen torba yasalarla seçim kanununda düzenlemeler oluyor. Bu sorular genel seçimlerin ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin meşru ve demokratik bir ortamda olmayacağına ilişkin muazzam işaretler. Nitekim bu konuda Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi de 24 Haziran seçimlerini erteleme çağrısında bulundu. Gerekçe olarak mevcut koşullarda düzenlenecek seçimlerin Avrupa Kriterlerine uygun olamayacağı gösterildi. Öyle bir ülkedeyiz ki AİHM kararları, anayasa mahkemesi kararları alt mahkemelerce dinlenmiyor, yüksek yargının siyasi iradenin denetimi altında bir hukuk sistemi, böyle bir ortamda seçime gidiyoruz. Bunların altını çizmekte fayda var, üstelik yapılan anketlerde de halkın %66’sı erken seçim kararını doğru bulmuyor. Dolayısıyla biz olağanüstü koşullarda ikinci bir seçim şeyine girdik. Bu konuya ilişkin boykot çağrıları ve seçimin meşru olmayacağı ve uluslararası olamayacağına ilişkin işaretlerin bulunduğu hem uluslararası örgütlerce hem de ülke içerisindeki kanaat önderleri, gruplar tarafından da dile getiriliyor. Ama siyasi partilerin ve kamuoyunun bu konuda boykotla ilgili bir taban bulunamadı seçimlere girilmesinin altını çizmemizde fayda var. Aslında benim şahsen ittifaklar konusunda önerdiğim ilk ittifak şeyi OHAL’ın kaldırılmasına dönük seçimlerden önce bir ittifak kurulmasıydı, bunun için de adalet yürüyüşü ve sonrası büyük bir fırsattı ama maalesef ana muhalefet ve diğer muhalefet bu imkanı yerine getiremedi. İttifak zenginliği açısından da bu pratiğin çok faydası olabilirdi ama bugün OHAL içindeyken seçimlere gidiyoruz. Burada orantısız ve güç dengesizlik içerisinde seçim ortamına gidiliyor, medya susturulmuş, iktidar olanaklarının limitsiz şekilde kullanıldığı bir durum var. Demokratik hukuk devletini hiçe sayıyor, dolayısıyla bu ortamda yani şunun altını çizmekte fayda var, seçimlerin 24 Haziran birinci tur, ikinci tur 8 Temmuz, 25 Haziran’da da 9 Temmuz’da da bu ülkede OHAL var arkadaşlar.
ÖM: Bu başlı başına bir skandal sayılabilir. Bugün sizden önceki ilk yarım saat içinde de hem Britanya’da hem de dünyanın çeşitli yerlerinde hem de Türkiye’deki irili ufaklı skandalları konuştuk. İngiltere’deki büyük tabii aslında, içişleri bakanı istifa etti göçmen skandalından dolayı ama yani Türkiye’de de büyük bir problem yaşanmakta.
AB: Ben biraz şeytanın avukatlığını yapayım; OHAL’de seçim sonuçlarının ne hale dönüştüğünü biz geçen referandumda gördük. Bu durumda, OHAL’in olduğu bir ortamda iktidarın bırakacağını, kenara çekileceğini, yenilgiyi kabul edeceğinin garantisi nedir Türkiye’de? Hukuk sistemi mi var? Dolayısıyla asgari standartlar içerisinde demokratik seçimler mi yapılıyor? Bundan sonraki 2 aylık süreç içerisinde göreceğiz. Daha geçen gün HDP’nin il binası basıldı. Biz bunların altını çizerek ittifak meselesine bakmakta fayda var. Olağanüstü bir durumdan geçiyoruz ve bu olağanüstü durum olağanmış gibi algılanıyor benim altını çizmek istediğim husus bu. Hemen torba yasalarla seçim yasaları, uyum yasaları yapılarak şeylere giriliyor ve Türkiye buradaki bunun altını çizmekte yarar var ki seçimin sonrasında da Türkiye’de OHAL rejiminin içinde bir seçim sonucunun kabullenilip kabullenilmeyeceğiyle karşı karşıya kalacağız. Onun için bakın OHAL var diyor Erdoğan işadamlarına “bu sayede grev olmuyor keyfinize bakın!” diyor.
ÖM: Bu da küçük bir skandal sayılabilir yani elitlerin, seçkinlerin bayağı korunması anlamına geliyor.
AB: Aynen, Türkiye İLO toplantısına grev hakkı olmayan memur sendikasını gönderiyor AKP iktidarı. Biz böyle bir Türkiye’deyiz, böyle bir Türkiye’de skandal bir durum yani. İLO toplantısına grev hakkı olmayan kendine yakın memur sendikasını seçip gönderdi. Dolayısıyla bu durum, bu seçim böyle askeri darbelerin sonrasında yapılan benim hatırladığım 1973 ve 1983 seçimlerine benzemiyor. Yani askerler iktidarı ne yapıyordu? Sivillere bırakıyor, iktidar gücünün önemli bir kısmının da uhdesini alıyorlardı ve vesayet rejimine geçiyorlardı. Ama Erdoğan tüm iktidarı istiyor, askerlerin payını da sivillerin payını da istiyor. Dolayısıyla bunlara işaret etmek ihtiyacı içindeyim. 46-50 seçimlerinden de farklı bir durumu işaret ediyor; orada tek parti ki cumhuriyetin kurucu irade diktatörlüğü, yeni bir dünya kuruluyordu, ‘demokrasiye’ geçme zorunluluğu doğmuştu. Bu seçimleri demokrasiye geçmek için yapmıyor iktidar partisi, diktatörlüğe geçiş için yapıyor. Dolayısıyla 25 Haziran ve 9 Temmuz’unda demokrasi güçleri galip çıktığında dahi durumu iyi analiz etmekte fayda var. Onun için durum böyle bizim az demokrasiden hiç demokrasiye geçtik biz son 6 yıl içerisinde ve bu az demokrasinin hiçe dönüşmesinin tescillenmesiyle karşı karşıyayız. Yani iktidar güçleri iktidarı bırakmada da, yenilgiye uğramayı kabullenmede de, yenilgiyi manipüle etmede de inanılmaz bir mahiriyet ve güçlü olanaklar içerisindeler. Dolayısıyla mevcut ittifak bunları gözeterek, düşünerek donatılarını yapması lazım. Bu nasıl bir ittifak olmalı? Bu soru gündeme gelebilir bu tahlilden sonra bence. İttifak şeyin çok mahir bir ülke değiliz, çok bölünmeye dönük, maharetimiz bölünmeye dönüktür. Bir kere şunun altını çizmek lazım, bazı sol çevrelerde görüyorum bu bir sosyalist ittifak, sol ittifak falan değil, biz bu ittifakla kaybedilen toprakları geri almak istiyoruz. Türkiye son 6 yıl içerisinde, yani nirengi noktası olarak Gezi’yi kabul ederseniz geriye çektiğinizde o tarihin altını çizmek istiyorum, notlarıma baktım ilk Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisini 2011 yılında almış AKP. KHK çıkarma ve torba yasa yapma. Ondan itibaren
ÖM: 7 yıllık aslında bayağı olağanüstü gerileme var ve olağanüstü rejimin ipuçları var.
AB: Nirengi noktası olarak KHK çıkarma yetkisini aldığını farz edersek bu kadar süre geçmiş. Dolayısıyla sürekli toprak kaybediyorsunuz, zaten Maastricht kriterleri, yok Kopenhag kriterleri çok geniş bir alanı yoktu demokrasimizin, biz genişletme uğraşı içerisindeydik, belli topraklar kazanılmıştı AB ilerleme süreçleri içerisinde, onlar kaybedildiği gibi onun da çok gerisine düştük. Dolayısıyla bu ittifak sonuç olarak adaylar üzerinden yapılması gereken bir ittifak değil, kabuller üzerinden yapılması gereken bir ittifak. Ben bunları bu programlarda da çok dile getirdim, yazdım da, yani bizim şu anda baktığımız adaylar üzerinde yoğunlaşan bir ittifak, halbuki kabuller üzerinde olmalı. Çünkü belirlenecek aday ya da adaylar bir geçiş sürecini yönetecekler, çünkü biz adına cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen garip bir kaotik sistem var Türkiye’de. Kuvvetler ayrılığına dayanmayan, bu ittifakın çok net bir hedef var, olması gerekiyor; bir kere bu kaybedilen toprakları geri alması gerekiyor, 2012 ayarlarına geri döndürülmesi gerekiyor, en azından bunu yapması gerekiyor. Bu da kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sisteme geçiş sözü veren bir ittifak olacak. Bu bir kurucu irade, geçiş süreci yönetilecek yoksa ne Kürt sorununu çözecek ne ileri demokrasiyi sağlayacak ne ekonomik sorunları çözecek ne de yeni bir anayasa sözü verecek bunlar ondan sonraki aşama olacak. Dolayısıyla ittifakın ön kabuller sözleşmesi diye ben adlandırmıştım 1,5-2 yıl önce, bu 5-6 madde üzerinden yürüyecek ve geçiş süreci olacak oraya seçilecek insanlar. Yoksa bir siyasi parti başkanını ya da cumhurbaşkanlığı bu sistem üzerinde aday belirlemeye girerse o zaman bu sistemi kabul etmiş olmak durumuyla karşı karşıya kalırız. Dolayısıyla bu ne bir sol ittifak, ne sosyal demokrat bir ittifak, bu ülkenin 2011 ayarlarına dönmesini hedefleyen bir ittifak olmalı, parlamenter kuvvetler ayrılığına dayalı, hukuk devletinin temel unsurlarını gözeten bir geçiş sözü vermeli. Dolayısıyla ittifakın içeriğini, ana ekseni iyi belirlemek lazım ve kabuller üzerinden gitmesi lazım. İttifakı yapanlar da bu kabul sözleşmesini, bildirisini adı her neyse hem içeriye hem dışarıya yayınlamalı. O yüzden bunun içeriği, dolayısıyla yapılan bu ittifak ideolojik bir ittifak değil ki, asgari demokraside birleşme ittifakı. Yani bir kurucu irade rolü oynayacak, eski cumhuriyeti, eski demokrasiyi kaybettik, biz kaybedilen toprakları geri aldığımızda üstüne yeni bir cumhuriyet inşa etmek durumundasınız; o kadar yıkık ki. Dolayısıyla bu kurulacak ittifakın içinde çok temel noktalar belli, yani geçmişte biliyorsunuz Stalin ve Hitler’in bir ittifakı vardır.
ÖM: Evet meşhur ittifak.
AB: Bir de şeylerin vardır Çekoslovakya’dan sonra Chamberlain Fransızların başbakanı Daladier ile Hitler ve Mussolini bu ittifaklar kokuşmuş ittifaklar olarak literatüre geçer. Bizim şu anda ittifakımız bazı çevreler çok olumsuz yaklaşıyorlar, asgari standartta 2011 ayarlarına Türkiye’nin dönmesini sağlayacak ve o yıkıntı üzerinden yeni bir demokrasi yapılandırılması, ileri demokrasiyi çıkarabilmek üzere bir uğraş. Dolayısıyla ittifakın ön kabuller sözleşmesinin belirlenmesi bence aday belirleme kadar önemli bir unsurdur. Bu ön kabul sözleşmesinde de benim açımdan, yani bu toplumsal bir sözleşme, bunda da söylenecek laflar belli, kuvvetler ayrılığına dayalı, parlamenter sisteme geçmek, demokratik bir anayasa yapmak. Bu anlamda 15 Temmuz’u, yani 2010 anayasa oylaması sonrasında demokratik olmayan tüm düzenlemelerin gözden geçirileceği, iptal edileceği, 15 Temmuz’un gerçek bir şekilde aydınlatılacağı, OHAL sonrası KHK’larla yapılan tasarrufların gözden geçirileceği, kimilerinin iptal edileceği ve buna ilişkin ve özellikle de son yılların yolsuzluklara ilişkin hususların araştırılacağını bu sözleşme içerisinde yer almak durumunda.
ÖM: Yani bu bir çeşit, araya girdim ama Hasan Cemal ve bazı başka yorumcular da bir ‘demokrasi manifestosu’ adıyla da böyle bir ortak belgede
AB: İsmine ne derseniz deyin, ben bunu 2 yıl önce ön kabuller sözleşmesi diye yazmıştım, yılın başında da bir takım dergiler, burada da söyledim yani biz niye ittifak yapıyoruz’un çok net bir şekilde anlaşılması lazım, propagandanın, çalışmanın ki medyanın, %1’lik bir medyaya sahip bugün muhalefet, o oranı da ben kafadan söylüyorum yani, ölçmüş de değilim, belki daha az. Dolayısıyla buna bakarak da açıkçası özürleri, teşekkürleri ertelememiz gerekiyor, odaklanmamız gereken bu içerik içerisindeki husustur ki çok netameli bir seçime girdiğimizi başlangıçta belirttim. Çok problemli sonuçlar verebilecek kabullenilmesi iktidar tarafından güç olacağı görünen eğer kazanıldığında onu da söyleyeyim ve manipülasyon ortamını zaten bir sene önce yaşadık. Dolayısıyla ittifakın içeriği adaylar kadar önemlidir ve basit, temel hususlarda bir ittifak olmalıdır.
ÖM: Evet temeli demokrasiye ve sizin bütün net olarak maddelerini arka arkaya saydığınız çok temel demokratik ilkeler üzerine.
AB: Alt detaylara girmiyorum ama burada 6-7 madde zaten yeterli, ondan sonra Türkiye parlamenter rejim içerisinde sorunlarını çözme uğraşısı içerisinde, kuvvetler ayrılığına dayalı ve demokrasisini dünya standartlarına eski hedeflerini gözeten bir şekilde çıkmak durumunda. O yüzden Abdullah Gül’ün adaylığı meselesini bu çerçeveden yaklaştığımızda, Gül’ün adaylığı geç gelen bir ses oldu, izliyorum ben bunları zaman zaman da 2007’deki notlara baktım, yani o zaman bile Erdoğan’la Gül’ün ikisi de adaydı aslında ama o 367 engellemesi Gül’ün önünü açtı ve parti içinde o zamanki unsurlarda Gül üzerinde durdular. Aslında ikisinin arasındaki problem çok eskilere dayalı bir problemdir, partinin kuruluşundan itibaren hatta hatırlayın Çankaya’dan Gül ayrılırken eşi Hayrünissa Gül “intifada başladı” demişti.
CT: Ama devamı gelmemişti.
AB: Hah işte onu diyeceğim! Gül bir türlü tavrını yüksek sesle dile getiremedi. Partisi olmaktan çıktı ona rağmen ona rağmen gidişata bir pozisyon almadı. Bunu yüksek sesle dile getirmedi sadece yakın çevre içerisindeki bir hale üzerinde bir şeyler fısıldadı. Dolayısıyla Gül’ün muhafazakar dünyadan yani Gül geçen seneki seçimlerde bile net tavır aldı mı? Hatırlayın referandumda “bu kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıyor” dedi mi?
CT: Demedi. Bir tek oğlunun İngiltere’deki oy verdiği sandıkta 2 hayır oyu çıkmıştı, 2 kişi oy kullanılmıştı, bir tanesi oğluydu.
AB: Dolayısıyla bu konuda siz bir muhalif duruş sergilemek ve bütün mutabakatı sağlamak istiyorsanız siz gidişata ilişkin pozisyonunuzu belirlemek durumundasınız. Bu son dakikada olmaz. Ayrıca şöyle bir şey var, Gül ortak aday olsaydı bile Erdoğan’ı Gül’le yenmek bir arayış elbette ama Demirtaş da aday olduğunda, yani Kürt oyları ve Alevi oylarıyla Gül ilk turda seçilemezdi. Zaten ilk turda seçilmeyi düşünmek bu tür şeylerde pek akıl karı değil. Bu yöntemi ilk defa yapıyoruz inşallah bir daha da yapmayız. Buna rağmen Gül üzerine kurulan o muazzam baskı, tersine asker baskısı, yani ben ortaokul talebesiydim Faruk Gürler’in seçilme hikayesini hatırlıyorum, Faruk Gürler dönemin 12 Mart’ın genelkurmay başkanı Memduh Tağmaç’tan sonra, onu cumhurbaşkanlığına askerler seçtirmek istemişlerdi, o zaman tarih de Demirel, Ecevit uzlaşması, ittifakıyla Faruk Gürler seçilemedi ki Muhsin Batur uçakları meclis üzerinden de uçurmuştu.
ÖM: Evet, 1973’te Fahri Korutürk seçilmişti iki sivil Demirel’le Ecevit’in o zamanki Moskova büyükelçisi Fahri Korutürk’ü cumhurbaşkanı
AB: 60’ta Moskova’ya gidiyor bildiğim kadarıyla Fahri Korutürk, o zaman deniz kuvvetleri komutanıymış, neyse önemli değil detaylar.
ÖM: Moskova büyükelçisi konumundaymış.
AB: Evet, yani Gül bu anlamda bu sefer askerlerin bir baskısıyla karşı karşıya kaldı, eminim bu baskının arkasındaki güç belli, bunu kabul etmek mümkün mü? Mümkün değil tabii ki bir iradenin engellenmesi, bu konuda Gül de çok açıkçası cesur davranmıyor, yani Gül başından beri bu konuda memnuniyetsizliğinizi ifade etmek için bir kürsü yapmak durumundasınız, kendinizi tanımlamak durumundasınız. Sürekli bu cenahtan gelen bilgiler, kendi yakın çevresinden gelen bilgiler ‘davayı etkilemesin’ laflarıydı. Dava ne davası? Sonra en azından Cumartesi günkü açıklaması tasvip etmediğini nihayetinde ortaya koyan yani bu gidişatı tasvip etmediğini bildiren cümlelerdi. O yüzden Gül meselesi de benim açıkçası aday önemli mi, önemli ama bu aday ve adaylar ülkeyi en fazla eğer galip çıktıklarında 5 yıl yönetmeyecekler, parlamenter sisteme dönülecek düzenlemeleri yapana kadar yönetecekler. Bunun kurucu irade gibi tecelli etmesi gerekir, yoksa kurucu irade gibi tecelli etmezse o zaman Erdoğan’ın sistemi benimsenmiş demektir.
ÖM: İlginç olan mesela Hakan Aksay da T24’te “sayın Gül, aynı anda hem cesaret hem de ürkeklik sergilemeyi başardınız. Hakikaten öyle yani bence artık affedilmeniz de çok zor, daha ciddi bir tehlikenin kucağına attınız kendinizi. Yani Davutoğlu, hatta Arınç gibi Erdoğan’ın liderliğini selamlayarak ona bağlılık bildirerek adaylıktan çekilmediniz. Çok geniş bir mutabakat söz konusu olmadığı için aday olmadığınızı vurguladınız. Yani sizin korkutulduğunuzu dolaylı da olsa tehdit edildiğinizi düşünenler haklı mı bunları açıklamanız gerekirdi. Yani siyasi kulislerde Erdoğan’ı sizi kelepçeyle görmek istediğini söylediği söylentileri çıktı, hatta bunu yazan gazeteciler oldu. Bütün bunlara rağmen de seçim sahnesinden diz çökmeden ayrılarak cesur bir davranış sergilediniz. Çünkü sizin de dediğiniz gibi iç ve dış politikalarda Türkiye ciddi sorunlar yaşıyor, dahası sizin demediğiniz kadar büyük tehlikelerle de karşı karşıya” diyor. Evet Financial Times da zaten “batı Erdoğan’ın otoriter yönetimine karşı çok daha önceden harekete geçmeliydi” demiş baş yazısında ”24 Haziran’da sandığa gidecek olan Türkiye’nin, bu gidişat Erdoğan ya da yakınındakileri Amerika’ya ya da Avrupa’ya yönelik sert eleştirilerinin dile getirilmediği bir gün nadir oluyor, bu gidişata yani Rusya devlet başkanı Putin’in yörüngesine doğru savruldu Türkiye, daha fazla Rusya’daki otokratik yönetim tarzına öykünüyor. Bu gidişata Cumhuriyet gazetesinden 12 gazeteci ve 6 yöneticiye verilen ağır cezalardan daha net bir örnek olamazdı. Ancak hiçbir şekilde eleştiri kaldıramayan tutumuna karşın Erdoğan baskılara yanıt veren birisi.” İşte böyle bir yorum da var.
AB: Burada da altını çizmemiz gereken en önemli husus yani bu ittifakın içeriği, ittifakın bileşenlerinin genişlemesini sağlar. Kürt dünyasını, Kürt seçmenleri dışarıda bırakarak düzgün bir ittifak kuramazsınız.
ÖM: Evet.
AB: Anahtar rol Kürt oylarıdır. Ben Ankara’da kaç yılımızı doldurduk, pek çok temasımız oluyor, şu soruyu özellikle İYİ Parti yöneticisi kişilere yönlendiriyorum, çünkü onlar şunu söylüyorlar “AKP’ye giden eski Kürt oyları bize geliyor” diyorlar. Ondan dolayı mutlu olduklarını belirtiyorlar. Bu ittifakta yani sonuçta kaybedilen toprakları geri almakla Kürt sorununu çözmek, Türkiye’de milliyetçilik meselelerine çözüm üretmek değil, o bugünün işi değil, bugünün işi parlamenter rejimi kurtarmak. Dolayısıyla onlara verdiğim bir örnek var, siz MHP’deyken bir anayasa komisyonunda 60 maddeye birlikte onay verdiniz. Demek ki bazı hususlarda birlikte olunabiliyor. Bu konunun üzerinde durulması gerekiyor, yani HDP’yi dışlayan bir formülün çözüm olmadığının üzerinde durulması gerekiyor. Tabii burada anahtar parti olan CHP’nin, mutluyum bu ittifak konularında bizim yayınlarımızın katkısı olduğunu biliyorum bu konuda ama bir ittifak tarihine bile bakarak gelmiyorlar. Aslında adalet yürüyüşünden sonra önerdiğimiz bir formül vardı; sayın Kılıçdaroğlu’nun Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etmesini, Abdullah Gül’le bir çay içmesini, İYİ Parti kurulma aşamasındaydı Akşener’le de bir akşam kahvesi içmesini önermiştik. Bunlara hazırlıksız geldi, ittifak konusunda çok düşünmeden geldi, aday konusunda düşünmeden geldi, dolayısıyla bugün yaşanan girdabın temel nedenlerinden biri bu. O yüzden uyarmak zorundayız, eğer HDP’yi devre dışında bırakacak bir ittifak bir kere Erdoğan’ın rejimini pekiştirmesine yol açar. İkincisi bu ittifak düzgün bir ittifak olmaz, dolayısıyla odaklanılması gereken en önemli hususlardan biri de, bence en önemlisi de bu oluyor. Bir de tabii muhafazakar memnuniyetsizler üzerinde durulması gerekiyor, o da önemli bir parçası. O konuda aslında Abdullah Gül’e iş düşüyor bence.
ÖM: Bunu konuşmaya devam edeceğiz, bu arada seçim güvenliği, sandık güvenliği için de kampanyalar devam ediyor 24 Haziran’da yapılacak erken seçim sandık güvenliği konusunda. Oy ve Ötesi Derneği “seçim kanununda yapılan değişikliklere karşı güven ver” adlı etiketiyle bir kampanya başlatmış durumda.
AB: Bakın o bile anayasaya aykırı çünkü 6 ay öncesinde yasalarda değişiklikler yapamazsınız, Avrupa Konseyi’nin işaret ettiği husus o.
ÖM: Evet.
AB: Yani ittifak önerimiz 3 aşamalıydı, OHAL’e karşı ittifak, seçim güvenliğine ilişkin ittifak, seçimlere yönelik ittifak. OHAL’e karşı ittifak yapmak için OHAL’le gidiyoruz, bu bir soru işareti. İnşallah güvenlik için ittifakta bütün bu sivil toplumun olanakları kullanılır, öbür türlü de Kürtleri dışlayarak ittifak çözüm olmuyor.
ÖM: Son olarak belki ben de şunu söyleyebilirim, Kılıçdaroğlu ve CHP bu ittifak, koalisyon meselesinde son girişilen polis operasyonu HDP’ye karşı bir polis baskınlarını yani HDP toplantılarına İstanbul il eş başkanının da aralarında bulunduğu 40 kişinin gözaltına alınmasına da tepki gösterir diye ümit ediyorum. Bu yapılanan anayasal suç olduğunu söylüyor çünkü HDP.
AB: Dokunulmazlıkların kaldırılması filan bir yığın yara var, işte o yüzden özürlerimizi ve teşekkürlerimizi ertelememiz gerekiyor. Onun için bakın parlamenter meclisi Avrupa kriterlerine, mevcut seçimlerin ertelenmesi çağrısında bulunduğu bir ortamda seçimlere gidiyoruz. Hiçbir AB ülkesi Türkiye’ye propaganda için izin vermiyor. Bunun farkına vararak ittifak içeriğini oluşturmak durumundayız ve ittifak matematiğini bu şekilde dizayn etmek neyse işte formülünü yapmak zorundayız. Hatta basit de aslında.
ÖM: Peki çok teşekkür ederiz.
AB: Hoşça kalın! İyi yayınlar.
CT: Görüşmek üzere.
AB: Arkadaşları kutluyorum, hoşça kalın!