"2019'da demokrasinin ittifaksız kazanılamayacağı anlaşıldı ama ana muhalefet HDP olmadan başarılı olamayacağını anlamıyor"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, 2019 yılının bir değerlendirmesini yaptı: "Türkiye’nin demokrasi göstergeleri açısından baktığımızda  durum değişmedi."

Ömer Madra: Günaydın Ali bey!

Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, herkese merhaba, iyi yayınlar, iyi haftalar.

ÖM: İyi haftalar. Bir yıl sonu değerlendirmesi yapalım demiştik sizinle dün akşam konuştuğumuzda. Çok ciddi bir şey de var tabii, Libya’ya asker yollayıp ülkenin yeni bir savaşa girmesi durumları var. Erkene alınan TBMM genel kurulunda olağanüstü toplanma ihtimali de var AKP grup başkanlığından yapılan açıklamaya göre. Çok ciddi bir Ortadoğu'da pek çok ülkeyi ilgilendiren Libya başta olmak üzere, üstelik hava, deniz ve kara kuvvetlerinin hepsinin birden içine alındığı hem cumhurbaşkanı hem dışişleri bakanı hem de savunma bakanının da söyledikleri gibi büyük bir yeni bir savaş gelebilir. Bu başta, onun dışında başka şeyler de var, Kanal İstanbul vaziyetleri var, yargı erkinde ciddi eksiklikler var ve özellikle de hapishanelerdeki insanların durumunun da fevkalade kötü olduğuna ilişkin bir rapor da yayınlandı. İsterseniz hepsini sizin uygun gördüğünüz şekilde

AB: 2019’u bir programa sığdırmak pek mümkün değil ama belli başlıklarda ilerleyelim. 2018 yılı son programlarına baktım ‘neler gündemdeymiş neler konuşmuşuz' diye. 2018’in son günlerinde, iktidar ve Türkiye mahkemeleri, AİHM’in Demirtaş kararına ilişkin “AİHM kararı bizi bağlamaz” demiş. Aynı tavır bugünde devam ediyor, Kavala davasında da AİHM kararı uygulanmıyor, beklenti yıl sonunda AHİM kararları doğrultusunda serbest bırakılmasıydı, gerçekleşmedi. Türkiye AHİM kararlarının uygulanmadığı ülke olmaya devam ediyor, ilerleme yok. Son bir yıl içerisinde hukuk  alanındaki diğer gelişmelere baktığımızda yine binlerce kişi hapishanelerde, Osman Kavala içeride, Selahattin Demirtaş içeride, Ahmet Altan içeride, kamuoyunda öne çıkan isimler olduğu için bu isimleri söylüyorum. Hapishanelerde bulunan gazetecilerin çoğu Türkiye’de, ülkemiz bu konuda  dünyada birinci sırada, kimlerine göre bu sayı dünya yüzeyinde hapisteki gazetecilerin yüzde 20’sine karşılık geliyor. Dolayısıyla hukuk alanındaki  gelişmeler beklentilerimize uygun olarak gelişmemiş durumda. Yani bir ölçü birimi olarak geliştirirsek buna da ‘diktametre’ dersek, hukuk alanında bazı gelgitlere karşın çok büyük bir gelişme olmadığını söyleyebiliriz ciddi bir gelişme yok, yani diktametrede eksilme yok. Yıl içinde sözde bir hukuk reformundan bahsedildi ama şahsen hiç inanmadım, AHİM dikkate almayan iktidarın hukuk reformu yapmasını beklemek bayağı safdillik olurdu.

2019 yılında yapılan yerel seçimlerde ittifaklı muhalefetin elde ettiği başarı özellikle de İstanbul seçimlerinin ikinci kez kazanılması, otoriter rejimin geriletilmesi anlamında Türkiye demokrasisinde bir alan genişlemesine yol açtığını söylemek mümkün, ancak bu yaratılan alan muhalefet tarafından yeterince değerlendirildi mi? Onu konuşmak lazım. Şunun altını çizelim, bitirmekte olduğumuz yılın en önemli olayı yerel seçimlerde muhalefetin gösterdiği performanstır. Özellikle büyük 15 şehirde gösterilen başarı ve Türkiye genelinde de gösterilen başarı (yerel seçimler kapı ile eşik arasına konmuş bir ayaktır, ittifakın başarısına göre kapı daha da genişler ya da kapanır demiştik) Türkiye demokrasisi açısından aralığın genişlemesine yol açtı, ancak ittifakın seçimlere bağlı olmaksızın devam etmesi gerekiyorken daha sonra yaşanan gelişmelerle kazanılan   alanın önemli ölçüde yitirildiğine tanık olduk.

Kazanımın kaybedilmesi nasıl oldu? İktidarın yerel seçimlerde canı kayıplar nedeniyle ciddi yandı. Başarısızlık ve kayıplar iktidarı sertleşmeye sevk etti. Pek çok şehirde kayyum atamaları başladı. HDP’nin üst üste doğu ve güneydoğu illerindeki gösterdiği yerel seçimler başarısını iktidar  hazmetmedi, iktidar anti demokratik uygulamalara devam etti, 2015’ten, 2016’dan itibaren zaten var olan uygulamalara devam etti, büyük bir kayyım atamasıyla karşı karşıya kaldık. Kayyım atamalarına muhalefet bloğunun, özellikle ana muhalefetin sessiz kalması seçimlerde elde edilen  demokratik kazanımlarının kaybedilmesine neden olan önemli bir husustur.

Evet, yerel seçimlerde demokrasi açısından önemli ileri bir merhale söz konusu olmuştur, eşikle kapı aralığı artmıştır ama kayyum atamaları yeni kayıplara neden olmuştur, başarıyı gölgelemiştir. Ayrıca yerel seçimler ve İstanbul seçimleri şunu da  göstermiştir; demokraside kaybettiğimiz toprakları tekrar kazanılmak istiyorsak, Kürtlerin yoğun olduğu parti ile işbirliği yapmadan, yani HDP’siz demokrasinin elde edilmesi mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla bu hususu  görmezden gelmek, kayyum atamalarında sessiz kalmak, bin bir zorlukla kazanılan demokratik alanların kaybedilmesine yol açmıştır.

Aynı zamanda, Suriye tezkeresine ana muhalefet ve muhalefet bloğu tarafından olumlu oy verilmesi kazanılan demokratik alanın  kaybedilmesine yol açan bir diğer gelişme olmuştur. Aynı zamanda duygusal bir kopuşa da sebebiyet vermiştir. Artık Kürt sorunu Türkiye toprakları ile sınırlı bir sorun değildir, sorun kendi topraklarını aşmış ve bölgeselleşmiştir. Türkiye, Suriye topraklarına Kürtlerin yaşadıkları bölgelere yönelik geçtiğimiz yıllarda Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı, bu yıl Barış Kalkanı gibi gerçekleşen harekatlarla Güney komşusunun topraklarında da bulunmaktadır. 2019 yılı Türkiye’nin yüzölçümünün de değiştiği bir yıl olarak karşımıza çıkmaktadır.

İktidarın seçim yenilgisini toparlamak üzere yıl içinde pek çok hamlede bulunduğunu görüyoruz. Suriye tezkeresi, ardından Libya tezkeresi, Libya ile Akdeniz’de ortak deniz anlaşması, Doğu Akdeniz gerginliği, yenilginin ve devam eden kayıpların telafisine yönelik iç politikada kullanılmıştır. Yıl  içinde iktidarı rahatsız eden diğer önemli bir hususta, memnuniyetsiz muhafazakarlar, memnuniyetsiz AKP’lilerin su yüzüne çıkması oldu. Tüm olumsuzluklar, iktidar bünyesinde var olan anaforun gün yüzüne çıkmasını sağladı. AKP içerisinde önemli görevlerde bulunmuş isimler parti kurdular, kuruyorlar.

Dolayısıyla yerel seçimlerdeki sarsıntı sertleşmeyi beraberinde getirdiği gibi özellikle muhafazakar dünyada da etkisini kendisini gösterdi. Önümüzdeki dönemde de bunun nasıl devam edeceğini izleyeceğiz. Ezcümle, yerel seçimler bu yılın en önemli hususudur ama yerel seçimlerde kazanılan atmosferin zehirlenmesine dönük muhalefet hataları söz konusudur. Bir kere şunu çok iyi görmemiz lazım, Türkiye’de demokrasiye doğru çıkış yolu, parlamenter sistemi isteyen bloğun güçlenmesi HDP’siz olmuyor. HDP’siz böyle bir güçlenme söz konusu olamıyor. 2019 yılında demokrasininittifaksız kazanılamayacağı anlaşıldı ancak ana muhalefet, Kürtler ve HDP olmadan ittifakın güçlü ve başarılı olamayacağını anlamamaya devam etmektedir.

Evet 2019 yılı ittifakla demokrasiye geçilebileceğinin altını çizdi. Ancak, Kürt dünyası ile ana muhalefet ve muhalefet bloğunun Suriye tezkeresi ve kayyım atamaları karşında izlediği tavır sonucunda, ciddi bir kopuş yaşandığını, tarifsiz güven bunalımlarına yol açtığının da altını çizelim. İç politikadaki durum bu..

Türkiye’nin demokrasi göstergeleri açısından baktığımızda durum değişmedi. Bakın yine dünyada ülke başkanına hakaretten en fazla yargılanmanın olduğu ülkeyiz biz. Geçen seneden bu seneye değişen olumlu bir şey yok. Yakın tarihimize bakalım, Kenan Evren 340 dava açmış hakaretten, Erdoğan sadece son 4 yıllık süresi boyunca 17 bin 406 dava açmış. İşte bu başlı başına bir gösterge. Özal 207, Süleyman Demirel 158, Sezer 163, Abdullah Gül 848, Recep Tayyip Erdoğan 4 yıllık görev süresince 17 bin 406. Bu rakamları Mahmut Tanal açıkladı geçen hafta, yine Tanal’ın açıklamalarında yolsuzluk endeksinde Türkiye 180 ülke içerisinde 41 puanla 78.sırada, kadına şiddette yüzde 38’lik oranla OECD’de 1.sırada, dünya basın özgürlüğü endeksinde 180 ülke arasında 157. sırada, biraz önce belirttim en fazla gazetecinin hapsolduğu ülkeyiz, Daron Acemoğlu geçen haftaki konuşmasında yer verdi bu rakamı 1. sıradayız, Dünya Sendikalar Konfederasyonu raporuna göre -bu da Tanal’dan alıntı- işçi hakları açısından dünyanın en kötü 10 ülkesi arasında Türkiye, IMF verilerine göre 104 ülke arasında en yüksek işsizlik oranına sahip 13. ülke konumunda, istihdam piyasasına erişim alanında başlığında 41 ülke arasında OECD’ye göre 37. sırada, sosyal adalet endeksi yine OECD raporuna göre adil eğitim başlığında 41. ve sonuncu sırada, pasaport ve seyahat özgürlüğü endeksi açısından Türkiye dünyada 49. sırada, 2019 hukukun üstünlüğü endeksine göre Türkiye 126 ülke arasında 109. sırada, Freedom House’un internet özgürlüğü 2019 raporuna göre Türkiye, Avrupa kıtasında değerlendirme altına alınan özgür olmayan ülke kategorisinde yer alan tek ülke.

ÖM: Öyle mi?

AB: Evet. CHP meclis insan hakları inceleme komisyonu üyesi Mahmut Tanal’ın mecliste düzenlediği basın toplantısından alıntı bunlar. 2018’den 2019’a geçerken yaptığımız programlarda da benzer rakamları zikretmişiz.

ÖM: Verdiğiniz rakamlara bakıldığı zaman günde 10’dan fazla dava açıldığı görülüyor Erdoğan’a ve Erdoğan’ın açmış olduğu kendisi aleyhine hakaret davası, yani 4 sene boyunca her gün 10’dan fazla dava. Bu dünya rekoru da bir anlamda olabilir, bunu bir araştırmacı gazetecinin araştırması gerekir. Dünya üzerinde bu konuda bu kadar yüksek bir rakam var mı bilmiyorum, her gün 4 sene boyunca 10’un üzerinde dava, hakaret davası açılıyor!

AB: Türkiye her gün taranıyor, bunun için yüzlerce insan çalıştırılması lazım. Geçen seneki programımızda bir genç kız Trabzon’da “özgür gazetecilik susturulamaz, gazetecilik suç değildir” demiş dava açılmış ve gözaltına alınmış. Gözümüzden kaçan o kadar çok şey var ki, Gezi Parkı için açılan davaya bakan gezi için yapılan imar planını reddeden hakim ve eşi 3 yıldır hapishanedeymiş.

İktidar 2015 Haziran seçimlerinden sonra en önemli seçim yenilgisini bu sene yaşadı, ancak iktidarın yaşadığı ciddi seçim yenilgisi yani muhalefetin seçim başarısı, siyasi hayatın, demokratik hayatın ve hukukun aynı ölçüde genişlemesine yol açmadı, seçim başarısı demokrasi başarısına dönüşemedi. Binlerce insan, sembol isimler hala hapisteler düşünün bir buçuk yıl sonra Kavala iddianamesi düzenlendi,  Ahmet Altan salındı tekrar..

ÖM: 8 gün sonra içeri alındı.

AB: Demirtaş ve Kavala hakkında AİHM kararının nasıl uygulanmadığına, tanığız ve KHK’lılara ilişkin düzenlemeler ortada, evet zaman zaman bazı Ankara, İstanbul hukukçuları arasında devam eden farklı karar süreçlerine tanık olmuyor değiliz ama 2019 yılında seçimlerde iktidarın kayıplarına,  yenilgisine, muhalefetin seçim başarısına rağmen demokrasi ve hukuk alanında ciddi bir genişleme olmamıştır.

Ayrıca ülke olarak bir savaş ortamında bulunuyoruz. Harekatlara, savaşlara çok büyük mali kaynaklar ayırıyoruz, Suriye meselesi dışında, şimdi Libya meselesi var, Doğu Akdeniz meselesi var, S400 – F35 konusu var, ABD yaptırımları meselesi var. 2019 yaptırımların çok kez gündeme geldiği bir yıl oldu, 4 tane yaptırım kapının önünde, bir tanesi ABD savunma bütçesi içerisinde yer alan yaptırımlar, bunlar yürürlüğe girdi, ikincisi temsilciler  meclisinden geçen senatoda kabul edilmeyi bekleyen geniş paket, Halk Bank davası var, Halk Bank davası da bir yaptırım-ceza getirecek sonunda.  Dördüncüsü, Ermeni tasarısı kabul edildi, benim bildiğim Amerika’da yaşayan Türkiye orijinli göçen Ermenilerin Ziraat Bankası ve Merkez Bankasına açtığı, yıllardır devam eden tazminat davaları var. Tasarının kabulü bu davaları hızlandırabilir, tetikleyebilir mi bilmiyorum, bu konuda fazla bir bilgim yok. Yaptırım heyulası Türkiye’nin önünde dolanıyor, şimdi buna bir de Libya’yı ekledik, AB ile ilişkilerimiz malum, Doğu Akdeniz politikamızla boğuşuyoruz, Libya ve İdlib konusunda  Rusya’dan ayrı düşünüyoruz, değil mi, ama aynı zamanda Rusya ile silah üretimini, füze üretimini de düşünüyoruz. Gelelim şimdi önemli başlıklardan ekonomiye.

ÖM: Ona geçmeden bir tek ilavede bulunmak istiyorum izninizle, benim açımdan oldukça önemli bulduğum bir açıklama oldu, HDP Kocaeli milletvekili ve insan haklarını inceleme komisyonu üyesi Dr. Ömer Faruk Gerlioğlu TBMM’de hak ihlallerine ilişkin yıl değerlendirmesi yaptı, basın toplantısı ve OHAL komisyonunun çalışma süresinin 1 yıl daha uzatıldığını hatırlatıp “bu komisyon kuruluşunda anayasal ilkeleri çiğneyen bir kuruluş olarak ortaya çıktı mağdurların ve yasal kriterle ihraç edilmesini onaylayan mağdurların anayasayı ve hukuku çiğneyen bir anlayışla ortaya çıktı ve iyi niyetli değildi" dedi. 2017 başında kurulup 2 yıl içinde tüm başvuruları bitireceği açıklandı, 126 bin küsur başvuru, mağdurlar büyük bir bekleyiş içine girdi. Yaklaşık 1 yıl sonra ilk sonuçlar açıklandı, yüzde 93 oranında red yüzde 7 kabul, OHAL komisyonu adeta KHK’leri doğrulama amacıyla kurulmuştu ve ona uygun oranlarda cevap veriyordu ama daha vahim olanı da şu, mesela cezaevlerindeki durum hakkında yaptığı açıklamalar hakikaten tüyler ürpertici. Yani cezaevlerinde 780 bebek ve çocuk var diyorlardı ama benim hesaplamama göre ve takibime göre çoktan 800’ü aşmış, hatta 850 civarına yükselmiş durumda. Yemekler az, içme suyu verilmiyor, kaloriferler yanmıyor filan gibi şeyler söyledikten sonra çocukların analarıyla, babalarıyla cezaevinde olduğunu, 850 bebeğin cezaevinde olduğunu ve mesela 5 aylık hamileyken tutuklanıp 4 yaşında oğlu olan kadınların cezaevlerinde tutulduğunu, anası, babası tutuklu 3 küçük çocuk annesinin yanında kalıyor. Yani 5 kişilik aile cezaevinde kalıyor gibi şeyler var. Aynı zamanda bütün çocukları mesela 2 çocuğu da otistik ve rahatsızlıkları bulunan çocukların da içeride tutulduğu durumu. Bilhassa az yemek verildiği gibi şeyler var. Yani çok ayrıntılı bir değerlendirme yapmıştı, gerçekten insanın dünya çapında haksızlıklara kurban gittiğini gösteren net şeyler var. Yani ihlal komisyonu olduğu TBMM insan hakları komisyonunun, öyle görünüyor. İnanılmaz şeyler var, yani cezaevlerinde mesela eşi tutuklu 20 yaşında yüzde 98 engelli çocuğuyla bir başına bir annenin engelli çocuğun yoğun bakımda olduğu, diğer çocuğun evde kaldığı manzaralar var yani. Çok vahim bir durum işaret ediyor.

AB: Hapishaneler içler acısı, Ömer beyin raporunu ben de okudum, yıl sonuna girerken durumun vahametini ortaya koyan kıymetli bir belge. Türkiye’de en büyük yatırımlardan biri de hapishanelere oldu bu dönemde, dönemin en önemli ihale biçimi emanet usulü ile yapılan hapishane yatırımları oldu ihale açılmaksızın.

2019 yılında Türkiye, Erdoğan’a ve iktidarına çok önemli bir seçim yenilgisini İstanbul’da tekrar tekrar yaşatmasına karşın, demokratik alanın ve hukuk alanının genişlemesi seçim başarısı karşılığı gibi, olması gereken gibi olmadı. Çünkü muhalefet hataları yapıldı. Muhalefetin ittifakı sadece  seçimlerle ibaret görmemesi gerekiyor, demokrasiye, parlamenter rejime ulaşıncaya, kuvvetler ayrığını elde edinceye kadar yapılacak bir  ittifak olarak görmesi gerekiyor ve ittifakı bileşenleri iyi tanımlaması gerekiyor.

HDP’yi ve Kürtleri görmezden gelen bir ittifakın olamayacağını ve ittifakın bir hürriyet sözleşmesi üzerinden günlük hayatın içinde de devam etmesi gerektiğini, demokrasinin ancak bu şekilde genişleyebileceğini, parlamentonun kuvvetler ayrımın bu şekilde gerçekleşebileceğini, rejimin esasını içeren değişikliklerin bu şekilde yapılabileceğini görmezden geldiği müddetçe, muhalefet kazanımlarını kaybediyor hem siyasal alanda, hem demokratik alanda, hem de hukuksal alanda kazanımlar güdükleşebiliyor, silikleşebiliyor.

İttifaksız çıkış olmayacağını siyaset kurgusunun ittifaklar üzerinden yapılması gerektiğini, mevcut ittifakın onarılması gerektiğini belirtelim ve ekleyelim hem ittifakın onarılmalı hem de yeni muhafazakar partiler ve yapılanmalarla tahkim edilmelidir. İttifakın sadece siyasi partiler bileşenleri üzerinde değil hayatın her alanındaki kitle ve mesleki örgütler temelinde gelişmesi lazım. Ülke her alanda mağdurlar ülkesi, CHP hesaplamasına göre Türkiye’de 7 milyon işsiz var, 7 milyon işsiz muhalefetin gözüne bakar demektir. Bugün neye ihtiyacımız var? İki temel şeye, hürriyet ve işe..

ÖM: İş, ekmek, hürriyet evet.

AB: Bu kadar.

ÖM: Aslında enteresan 1000’e yakın bebeğin cezaevinde yaşamak, büyümek durumunda, onları hapisten günün birinde çıktıkları zaman yani çıkacaklarını varsayıyoruz tabii, nasıl bir dünyaya bakış geliştirebilecekleri konusunda psikolojik, psişik durumlarının nasıl olabileceği ayrıca dünya çapında bir inceleme konusu olabilir, çok kaygı verici. Bir de ekonomi demişken eski AKP kurucularından ve sonradan CHP Konya milletvekili Abdüllatif Şener’in 29 Aralık tarihli T24 haberinde söylediğine değinmek istiyorum, size de sormak istiyorum. Demin Halk Bank meselesi dediniz, Kanal İstanbul projesinin gündeme getirdiği zamana dikkat çekip şunu demiş “Halk Bank meselesiyle ilgili Erdoğan’ın sanık sandalyesine oturtulması gibi kişisel klişelerle bu Kanal İstanbul projesini Israrlı bir şekilde gündeme gelmiş olmasından endişe duyuyorum. Dünyada böyle saçma bir proje yoktur, Erdoğan’ın mal varlığı Türkiye’nin milli güvenlik sorunu haline gelmiştir. Erdoğan’ın sanık sandalyesine oturtulması gibi kişisel endişelerle bağlantılı, aslında bu noktaya geldikten sonra istifası lazımdır. Özellikle istifa etmemekte direniyorsa Türkiye’nin işine yaramayacak ABD projelerinin peşine takılmamalı” şeklinde bir ifade kullanmış. İsterseniz son birkaç dakikada da bundan da bahsedelim?

AB: Halk Bankası meselesi önemli, demin saydığım yaptırımlar içinde en canlısı günceli, önümüzdeki dönemde Trump’ın da engel olma imkanının daraldığı bir husus. Şu anda iktidarın Amerika’da en güvendiği kişi, dostu Trump ki o da hep zigzaglar çizerek, iki de bir twit atıyor "mal varlığı meselesini gündeme getiririm” diyor, bir twit atıyor “ekonomini mahvederim!” diyor. Böyle bir insana güveniyor iktidar şu anda ABD’de.

ÖM:“Akıllı ol, aptal olma!” diyor.

AB: Evet, oünyanın en güvenilmezi, ABD tarihinin en güvenilmezi, yol kazası Başkan Trump, Türkiye ile oynuyor, dalga geçiyor .

Şener’in açıklamalarına dönelim. Otokratik yönetimlerle yolsuzluklar arasında birebir ilişki olduğu geçen haftaki değerlendirmemizin içinde de vardı. Demokrasinin olmadığı yerlerde yolsuzluk had safhaya çıkıyor. Ülkemizde var olan otokratik rejimde ekonomide yönetim sadece tek adama bağlı- ki bu sene o rejimin çok değerli uygulamalarını gördük! Özellikle merkez bankası üzerinde yapılan tasarrufları sıralayabiliriz. 2019 yılında ekonomiyi ve rejimi oluşturanların dikte ettiği bir ekonomik hayat tarzı içerisinde yaşadık. Yolsuzlukla otokrasi arasındaki ilişki ispatlanmış bir ilişkidir, yolsuzluğa batmış iktidarlar aynı zamanda otokrasiyi seçmektedirler. Aslında beka denilen de tam budur, suça batmış ülke yönetimleri iktidarlarını sürdürülebilmek için otokrasiye geçmek istemektedir, demokraside ve hukuk devletinde olduğu müddetçe yargılanmaları mukadderettır. Baskı rejimi uygulamaları hesap vermemek içindir.

Yolsuzluk ve otokrasi iktisadi ve siyasi krizle sonuçlanmaktadır. Eğer bu durum toplumsal ve siyasi muhalefet tarafından doğru yönetilirse  değişimlerin olduğunu görüyoruz. Demokrasiye ulaşmak mümkün oluyor. Türkiye bir ekonomik kriz yaşıyor ve bu ekonomik krizin etkilerini kapatmak için mantık dışı her çareye başvuruyor ancak gittikçe bunlarında sınırlarına geliyor, merkez bankası kaynaklarını kazıyarak yırtık yamamaya çalışıyor.  Türkiye hep söylüyoruz parasal kaynaklarda dışa bağımlı, borca bağımlı bir ülke, ekonomik aktivitesini bu borçları sürdürebildiği oranda gerçekleştirebiliyor. Kanal İstanbul gibi, Libya’ya asker çıkarmak gibi işler borçla yapılabilecek işler, Türkiye’nin iç kaynakları bunlara yetmiyor. Türkiye’nin içi kaynakları nükleer santral yapmaya yetmiyor, Türkiye’nin iç kaynakları yol yapmaya yetmiyor, Türkiye’nin iç kaynakları 85 mi TL mi hesaplanmış? Kanal İstanbul yapmaya yetmez.

Dış kaynakların da kısıtlandığı bir dönemden geçiyoruz, gitgide azalıyor Türkiye’ye gelen para. Son yıllarda dünya konjonktürünün etkisiyle gelen paralarla Türkiye ekonomisinin çarkları döndürülmeye çalışıldı. O da yetmedi merkez bankasının karına el koydu, ihtiyat akçesine el koydu, değerleme hesabına el koymaya çalışıldı, vs. Merkez Bankası kaynaklarını, tencerenin dibini kazıya kazıya, kamu bankaları ve merkez bankası arasındaki etik olamayan ilişkilerle, vatandaşın dövizini, Ali’ninkini Veli’ye, Veli’ninkini Ali’ye satarak bir kur politikası izlemeye çalışıp, kurun ateşini söndürmeye çalışıldı. Faizleri suni olarak düşürdü. Bunların hepsi bize ülkenin bir felaket çemberi içinde olduğunu anlatıyor.

Şener, Erdoğan’ın mal varlığı Türkiye’nin milli güvenlik sorunu haline gelmiştir meselesi dünya tarafından da izleniyor biliniyor. Varlıkların nasıl oluştuğu, kimin nerde nesi var çoğu biliniyor. Bu nedenle Atlantik’in öte tarafı, iki de bir “bak malvarlığını gündeme getiririm" tehditti savuruyor. Türkiye üyesi olduğu uluslararası örgütler nezdinde de perişan bir durumda bulunuyor. Bunların hepsini bir araya aldığımızda vahim bir felaket çemberi içerisinde olduğumuzu görüyoruz, siyasal olarak, iktisadi olarak ve sosyal olarak.

Bakın hapishanelerimizin durumu böyle, biraz önce Tanal’ın söylediklerini alt alta sıraladık, dünyada yayınlanan endekslerdeki pozisyonumuz bu şekilde. Yolsuzluk algısı almış yürümüş, ABD’nin 1 numarası “adam ol!” diyor. Bunu sineye çekmek zorunda kalıyor bizim 1 numaramız. Şener, AKP’nin önde gelen 4 kurucudan birisi. Erbakan’a bayrak açmış kişilerden, o devirde Ankara grubu derlerdi bu isimlere, Abdullah Gül, Ali Babacan,  Bülent Arınç, Abdüllatif Şener vardı. Şimdi bunların hepsi dışarıda, Bülent Arınç’ı kenara koyarsanız kurucu ögeler bugün bu partinin dışında. Ertuğrul Yalçınbayır’ı hatırlayın, Ertuğrul Günay’ları hatırlayın, Dengir Mir Fırat’ı hatırlayın - ki o zaman Kürt siyasetini AKP’ye taşıyan kişilerin temsilcisi konumunda görülen bir isimdi. Bundan büyük bir çatlak söz konusu olabilir mi bir siyasi parti için? Erdoğan ve iktidarının durumunun hiç iyi olamadığını göstermiyor mu tüm bunlar..

Aslında tüm bu saydıklarımız, partisinin durumu, ekonomik, siyasal, sosyal göstergeler, savaşlar tezkereler, ittifakı iyi kurgulanmış bir muhalefet için dönüşüm habercisi demek. Manzarayı doğru okursanız, ittifakı doğru oluşturursanız, parlamenter demokratik sisteme geçiş için dönüşüm fırsatlarını yakalarsınız. İçinde bulunduğumuz felaket çemberini iyi çözümlemek lazım ve 2020’de hayatın her alanına ittifakla bakmak üzere kurgulanmış siyasayı oluşturmak lazım. Her alanda ittifak, bebeklerin, çocukların hapishaneden kurtarılması, hapishanelerin durumunun iyileştirilmesi hayatın her alanında demokratik dönüşümün sağlanması için olmazsa olmazdır.

Türkiye’de siyasal aflar ve siyasal bunalımlar ilişkisine hatırlamakta fayda var. Aslında siyasi af dediğimiz demokrasinin genişlemesine yönelik uygulamalardır. Örneğin, 12 Mart 1971 sonrasında 74’de siyasi ve hukuksal alanda kısmi demokratikleşme yaşandı. Tüm cumhuriyet tarihinin siyasi bunalımlar, iç savaş, kutuplaşmalar, isyan, tedip ve tenkiller, idamlar… İç ve dış baskılarla bir süre sonra kısmi iyileştirmeler söz konusu olmuştur. Son dönemde bunları yaşayamıyoruz, Türkiye yumuşamayı değil, polarizasyonu, sürekli kutuplaşmayı seçiyor, sürekli gerginlik içerisindeyiz.

“Bayram benim neyime kan damlar yüreğime” ama gene de umudumuzu, bu ülkenin geleceğine dair umutlarımızı yitirmeyeceğimiz çünkü onu yitirdik mi zaten o zaman her şey bitiyor. Bütün ömrümüz böyle geçti diyebilirim, çekirdek Açık Radyo’nun, büyük Açık Radyo’nun dinleyicisiyle, destekçisiyle, sevenleriyle, eleştirenleriyle, herkesin yeni yılını kutlayayım, sizin de genel yayın yönetmenim! Bu yılın en önemli başarısı da şu oldu onu unutmayalım, evet dünyada bir Greta olayı var ve onun da Türkiye’ye yansımaları var, bir iklim enternasyonali var, en büyük kazanımımız da bu oldu diyelim ve yayını kapatayım.

ÖM: Çok teşekkürler, görüşmek üzere hoşça kalın!

AB: Hoşça kalın!

ÖM: İyi yıllar!

AB: İyi yıllar!