Ali Bilge’nin gündeminde AKP’nin benimsediği kömür madenciliği politikası ve Bartın’da meydana gelen maden faciası vardı.
Ömer Madra: Merhaba Ali Bey. Haftaya haber seliyle başladık. Bir yandan da savaş devam ediyor. Sabah erken saatlerde Kiev’in merkezinin bombalandığı haberini aldık. Öte yandan Türkiye tarihinin gördüğü büyük facialardan bir tanesi meydana geldi. Amasra'da bir maden faciası oldu. Şu ana kadar (17.10.2022) 41 kişinin hayatını kaybettiği, 6 yaralının da hastaneye kaldırıldığı bildirildi. 6 kişiden 5’inin durumunun ağır olduğu hükümet yetkilileri tarafından açıklandı. Avukatlar delillerin karartılmasından şüpheleniyorlar. “Kader mi, ihmal mi?” diye soruluyor. Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) facianın yaşandığı maden ocağındaki ilk incelemeyi tamamlamış ve, “Gaz izleme sistemi verilerine tarafımızca ulaşılamadı” diyorlar. Bu çok önemli. “Metan sensörünün kritik seviyede uyarı verip vermediği, verdiyse ne çeşit önlemler alındığı, vermediyse de nedenlerinin ne olduğu incelenmelidir” diyorlar.
Ali Bilge: Açık Radyo’da 20 yıla yakın sürede pek çok kez maden kazası inceledik. 2005 yılında Gediz faciası, Ermenek sonraki yıllarda Soma... Konuyu, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı boyunca gözlemlediğimiz kömür politikası ve maden katliamları çerçevesinde ele almamız gerekiyor. 2005 yılında yaptığımız bir programda istatistiklere bakmıştım. “Her yıl bine yakın insan ölüyor maden kazalarında” demişim, maden katliamlarında Çin'den sonra ikinci ülkeymişiz.
Yılın son günlerinin ve yılın ilk gününün Resmî Gazeteleri önemlidir. Bu gazetelerde çok enteresan kararnameler, kararlar bulursunuz. Türkiye kömürleri dünya ölçülerine göre kalitesizdir. Muhtemelen 2009 veya 2010 senesi olmalı, böyle bir yıl sonu kararnamesinde diyor ki: “Türkiye'de yerli kömür çıkarılması için bütün kamusal destekler verilecektir, bir kömür hamlesi başlatılacaktır.” Bu kararnameden sonra hamle başladı, kapatılmış kömür ocakları bile açıldı. Yerli kömür üretimine ağırlık verildi. Bunun iki sebebi vardı. Bir tanesi büyük yerli ve yabancı şirketlere kömür havzalarını kiralamak. Buna havuz madenciliği sistemi, yandaş madencilik denildi. Bir de ufak beldelerin çevresindeki daha küçük verimsiz ocakların açılmasını teşvik eden uygulamalar yapıldı.
Özdeş Özbay: 2023 hedeflerinde kaynakların tamamının kullanılması vardı.
“Bir neoliberal politika uygulama alanı olarak kömür”
A.B.: Bunun başlangıcı 2005’e dayanıyor. 2009 yılından sonra bu kararların kapsamı genişletiliyor. Sonra da teşvik ve destekler inanılmaz arttırılıyor. Geçen 20 yıla başka bir pencereden de bakalım ve tarımdan kopan köylüyü, işsiz ve topraksız hale gelen tarım işçilerini göz önünde bulunduralım. Soma'da kömür madeninde çalışanların ağırlıklı olarak niteliksiz emeğe dönüşen tütün işçileri olduğunu hatırlıyorum. 1.200 lira asgari ücretle çalışmaya başlamışlardı, tecrübeli madenci değillerdi. Yerin üstünde tarım yapan insanları AKP döneminde yerin altına, kömür madenine soktuk.
Gerekli eğitim ve koşullar sağlanmadan yapıldı bunlar. Topraktan, tarımdan kopanları madene sokuyorsun. Enerji, inşaat ve maden sektöründe bu insanları ucuza çalıştırmaya başlıyorsun. Çıkan kömürü aynı madenciye, yoksullara yardım amaçlı dağıtıyorsun. AKP'nin kömür stratejisi bunun üzerine kurulu. Kömür yardımlarla, toprağın altına soktuğun tarım işçisinin, madencinin oylarına ipotek koyuyorsun. Bu şekilde yoksulların illüzyonu başlıyor ve devam ediyor.
2008 krizi iktidara Türkiye’nin doğalgaz faturasının çok yüksek olduğunu ciddi hatırlattı. Türkiye’nin dış açığının önemli kısmı enerji ithalatından kaynaklanır. Dövizle borçlanma 2008 Dünya ekonomik krizi nedeniyle “toplam enerji ithalatındaki doğal gazın payını azaltalım” deniyor. Henüz Karadeniz’de ki doğalgaz keşifleri müjdelerde yok! Dolayısıyla “Kömüre bütün teşviği” verelim” deniyor ve bir serbestleştirme başlıyor. Türkiye’de kömür sektörü inanılmaz bir neoliberal politika uygulama alanı oldu. Ve aynı zamanda da AKP'nin uzun süre iktidarda kalmasını sağlayan araçlardan biri oldu. Bu ikisini görmezden gelerek analiz etmek yetersiz olur.
Maden kazalarının, AKP’nin oy patlamasıyla ve kömürle ilişkisi bulunmaktadır. Sonuçta kömüre abanıldı, işletilmeyecek madenler bile işletilmeye, kapanan madenler bir açılmaya başladı. Maden ruhsatları belli bir tarihten sonra başbakanlığa bağlandı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'ndan alındı. Ve başbakanlığa bağlı bir maden/ruhsat havuzu yaratıldı. Bunun bahanesi de neydi biliyor musunuz? “Bazı maden sahaları PKK'lıların elinde.” Aslında AKP içinde yaratılan burjuvazi ve teşkilatlar kömürü keşfetti. Burada muazzam bir rant vardı. Bu alana çökmeye başladılar. Ruhsat izinleri, Başbakanlık tarafından verilmeye başlandı.
Ö.Ö.: Enerji Bakanlığı'ndayken PKK'ya ruhsat mı veriliyormuş?
“Kamusal servetin bireysel servete dönüştüğü bir dönemin içindeyiz”
A.B : Ruhsatları alanların elinde bulundurdukları kömür ya da diğer madenleri (rödovans) kiralama sistemiyle başkalarına verdiği, bunlardan bazılarının PKK'ya yardım eden iş adamları olduğu gerekçesiyle, 16 Haziran 2012 tarihinden itibaren tüm ruhsatlama işleri izinleri ve iptalleri başbakanlık bünyesine alındı.
Yerli, verimsiz, kalitesiz kömür üretimi iki kanaldan teşvik edildi. Kanallardan bir tanesi küçük ocaklara, nüfusu az yerel AKP teşkilatlarına yönelik ruhsat verilmesiydi. Kömür üretimi yapmak üzere izin verilenler arasıda ağırlıklı olarak arasında eski bakanlar, yerel parti yöneticiler de vardı. Madencilikle ilgisi olmayan bu kişi ve kurumlar kiralama yoluyla işleri devrettiler, işler taşeronun da taşeronuna verildi, yerli kömür hamlesi başladı, kömür böyle çıkarılmaya başlandı. Çıkarılan kalitesi kömürlerin önemli bir kısmı dağıtım mekanizmasına girdi. Valiler, kaymakamlıklar, belediyeler, muhtarlıklar ve vakıflar aracılığı ile yoksullara, tarımdan çözülen yeni yoksullara, işsizlere, yeni madencilere dağıtılmaya başladı. Hatırladığım kadarıyla o dönemde bile 2-3 milyon ton, 2-3 milyon aileye dağıtılıyordu. Yoksulların AKP'ye oy vermesinin sebeplerinden biri de bu kömür politikası oldu. Bu sistem mükemmel bir şekilde işledi. Bu kömür dağıtım politikasına sosyal devlet politikası demek mümkün değil.
Yerli kömür hamlesi yapılırken doğa tahribatı, iklim yıkımı iktidarın hiçbir şekilde gündeminde değildi. Paris'e imza atıyorlar, ertesi gün yerli kömür hamlesine ilişkin teşvikler genişliyor. Nitekim o kadar büyük garantiler ve teşvikler verildi ki, sayamam program yetmez. Sistem şöyle işiyor: Çok büyük kömür havzaları çok büyük şirketlere 5’li 10‘lu çetelere verildi. İktidar, “Al bu havzayı linyit kömürü çıkar, yanına termik santral kur. Sonra devlete sat, ayrıca fiyat ve alım garantisi veriyorum. Kâra geçene kadar kira veya başka bir şey istemiyorum” diyor.
Yani köprü, havaalanı garantileri gibi kömür sektöründe de muazzam teşvikler/garantiler verildi. Mesela Konya Karapınar kömür havzası keşfedildiğinde bir program yapmışız. 1,8 milyar tonluk linyit rezervi bulunmuş. O dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız, yerli ve yabancı büyük şirketlere diyor ki, “Afşin-Elbistan bölgesini kaçırdınız diye hayıflanmayın. Karapınar önünüzde. Teklif verin, onu işletin.” Çünkü Birleşik Arap Emirlikleri ile Afşin Elbistan havzası için termik santral yapılması üzerine anlaşma imzalanmış. “Bu tren kaçtı ama başka trenler var demek” istiyor. “Siz yeter ki burada kömür çıkarın elektrik üretin, havzayı da istediğiniz gibi kullanın, kira da vermeyin vergi de vermeyin” deniyor. Alım garantileri de cabası. Bu, devletin elinde bulunan toplumsal kaynakların, inanılmaz bir şekilde özelleştirilmesi, özel servetlere dönüşmesidir. Türkiye toplumunun kamusal varlıklarda inanılmaz kayıplar olmuştur. Kamusal servetin bireysel servete dönüştüğü bir dönemin içinde bulunmaya devam ediyoruz.
Kamusal servetin kişisel servete dönüşümünü bariz bir şekilde kömür politikalarında görebiliyoruz. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığını aşmak için geldiği nokta budur. 2008 sonrası Rusya'ya enerjide bağımlılığımız görüldüğünde anlattığım şekilde kömür hamlesine başlanıldı. Türkiye'nin doğalgazda Rusya'nın üssü olması meselesi henüz gündeme gelmemişti!
Nitekim, uygulanan bu politika sonucunda 2013’ten sonra yerli üretimin arttığına tanık oluyoruz. Rakamlara yansıyor. Bu kömür politikası 2009 yılından sonra başladı, “Enerjide arz güvenliğini sağlamak için yerli kömüre ağırlık verme hamlesi” adı altında yapılan bir düzenlemeydi. Genç gazetecilere de yıl sonunun ve yılın ilk gününün Resmî Gazete’lerini okumalarını hep tavsiye ederim. Linyit ve taş kömürü sahalarının elektrik üretimine hasredilmesi, kalkınma planlarında, orta vadeli yıllık programlarda da var. Son açıklanan programlarda da “Linyit rezervlerinin elektrik enerjisinde kullanımı artırılacaktır” deniyor. Türkiye'deki kömür sahalarının neredeyse üçte ikisi özel sektöre devredilmiş durumda.
“Madencilikte iş güvenliği en düşük ülke Türkiye”
Ö.M.: 2005’te yaptığımız programda, Türkiye'de yüksek ölümlü kazalarda ihmalin ve problemlerin rolünün ağırlıklı olarak görüldüğü, Çin'den sonra ikinci ülke olduğumuzu söylemiştik. Wikipedia'da madencilik kazaları üzerine yapılan derlemelerde Türkiye’nin bir numaraya yükselmiş olduğunu görüyoruz. Dünyadaki en kötü güvenlik rekoruna sahip olduğumuz söyleniyor. Ölümcül kazalar ve üretilen milyon ton kömür üzerinden ölçüm yapılıyormuş. Herhangi bir günde Türkiye'de bir kömür maden işçisinin, Amerika'daki maden işçisine oranla ölme olasılığı 360 kat daha fazlaymış. Türkiye'deki bir maden işçisinin kazaya uğrama ihtimali, standartların çok kötü olduğu bildirilen Çin'deki kömür işçisine göre de 5 kat daha fazlaymış. Güvenlik eksikliğine bağlı ölümlerde Türkiye açık ara birinci. Wikipedia’da böyle açıklanmış, doğru olup olmadığını bilemiyorum. Burada çok ciddi başka sorunlar var. TMMOB'un açıklamasında gaz izleme sistemi verilerine ulaşılamadığı söyleniyor. “Avukatlar delillerin karartılmasından şüpheleniyor” haberi T24'te, Gazete Duvar’da ve Yeşil Gazete'de yer aldı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İstanbul İl Başkanı Osman Nuri Kabaktepe açıklama yapmış: “Alınan tedbirlerle bu ve benzeri hadiseleri minimize ettik” diyor. Yani bunu anlamakta güçlük çektim. Çünkü bu hadiselerin minimize olmadığını, yıllar içinde arttığını gösteren pek çok kayıt var elimizde. Cumhurbaşkanı da “kader” diyor.
A.B.: Türkiye kömürlerinin çokça metan gazı ihtiva ettiği bilinen saptanan açık bir tespittir. Uzun Mehmet'in 1829 yılında Zonguldak’ta taş kömürünü bulmasından beri, metan dolu olduğu bilinir. Bunu lise öğrencisi bile derslerde görür. Türkiye'de sendikal mücadelenin, işçi sınıfının yoğun örgütlendiği 60’lar ve 80’ler arasında bu alanlarda çok ciddi madenci direnişleri olmuştur. 1990 direnişini, madencilerin yürüyerek Karadeniz’den Ankara'ya geldiğini hatırlayın. Madenci sendikal olarak çok güçlüydü, bugün esamesi okunmuyor. Hak arama mücadelesi çok sınırlı. Bir diğer husus da şu: Özelleştirme kapsamına girmeleri nedeniyle genel olarak kömür madenlerinin kamusal tarafındaki istatistikler tutuluyor. Özel sektör kaynıyor, haber bile olmuyor. Türkiye'de şeffaflık hiçbir alanda olmadığı gibi bu alanda da yok. Ancak maden katliamı çok büyükse, 10 ölünün üstüne çıkarsa haber oluyor. 2005'te Gediz katliamı sonrasında hesaplamışız, 140 bin yaralı olmuş Cumhuriyet tarihi boyunca. Yaralıların sonrası izlenmiyor. Bu işçi sakat mı kaldı, ne oldu? Öldü mü? Nasıl hayatını idame ettirdi? İçler acısı bir hâl.
20 yıllık AKP iktidarında yaşanan sosyolojik gelişmelere bakmak suretiyle, köyden kente göçü tarımdan kopuşla ilişkilendirerek, AKP'nin uyguladığı “sözde sosyal devlet” politikasıyla tüm bu gelişmeleri birleştirerek, bu mevzuyu, aslında hiçte kaza olmayan katliamları açıklamak gerekir. Türkiye'de aslında otokrasinin dayanaklarından bir tanesi temelde dış borçlanmadır. Otokrasinin mali kaynağı ucuz ve hacimli dış borçlanma imkânlarının gerçekleşmesidir. Ancak özelleştirmelerde bu borçlanmaları yapan şirketler de bugün zor durumda. Döviz borçları nedeniyle bankalarda yüzdürülen batık kömür şirketlerini söylüyorum, bu nedenle iktidar onları canlı tutabilmek için devamlı teşvik veriliyor. Bizden alınan vergiler, ayakta kalsın diye o şirketlere veriliyor. Borçlarını döviz üzerinden aldıkları için ödeyemiyorlar. Özetle, bu katliamlar anlattığım söz konusu politikanın eseri olarak karşımıza çıkıyor.
Ö.M.: Arkadaşları için madene dönüp onları kurtarmaya çalışan işçilerin durumu bizzat görülüyor. Aralarından biri, “Düzelir düzelmez döneceğim çünkü bu bizim ekmek paramız” diyor. Genel Maden İşçileri Sendikası’nın başkanı da “En yakın zamanda, bütün riskler ortadan kaldırıldıktan sonra ocaklarımız tekrar üretime başlayacaktır” diyor. Bu sendikanın, maden faciasından on gün önce yaptığı köçekli eğlence görüntülerinin yeniden gündem olduğunu görüyoruz. Maden Mühendisleri Odası başkanı patlamanın kaynağının dinamit olabileceğini söylemiş KRT'de, bu çok önemli. Haftanın Panoraması köşesinde Semra Topçu sormuş. “Gaz oluşmuş, önlem alınmamış” diyorlar. İşçiler, madenciler de dinamit patlatıldığını söylüyor, bu bilgi de Milliyet’in haberinde yer alıyor. Maden dışında çalışan madencilerden biri Ferhat Dönmez: “Metan direk dedektörü uyarı verdi. Birkaç dakika sonra patlama oldu. Hemen arkadaşlarımıza ulaşıp çıkardık. Tek patlama oldu, zaten sadece 16.00-00:00 üretim vardiyasında dinamit patlatılıyor. Ancak herhangi bir saat yok. Hazır olduğunda patlatılıyor” diyor. Çok ciddi bir ihmalden bahsediliyor.
A.B.: Maden ocağın indiniz mi?
Ö.M.: Hayır.
A.B.: Ben, Ekonomi Muhabirleri Derneği’nde yönetiminde yer aldım, derneğin başkanlığını da yaptım. Eğitim seminerleri düzenlerdim. İyi birer ekonomi muhabiri yetiştirmek için de sanayi işletmeleri, ark ocakları, demir çelik sahalarına da götürürdüm genç muhabirleri eğitimin bir parçası olarak. “Madende kömürün nasıl çıkarıldığını, ark ocağının nasıl çalıştığını görmeyen masa başında ekonomi haberi yazamaz” derdim. Böyle düşünürüm. Yerin üç yüz, beş yüz, bin metre altına inmek başlı başına inanılmaz bir şeydir. Bu insanlar oraya ailelerini geçindirmek için iniyor. Zonguldak ve çevresine pek çok kez gittim. Gri, yaslı bir kenttir. Cumhuriyet döneminde o bölgeye zorunlu çalışma statüsü getirilmiştir. Kömür sektörü AKP burjuvazisi yaratmaya dönük alanlardan biri olmuştur.
Ö.M.: Ümit Kıvanç'ın 8 Mayıs'ta Gazete Duvar’da yaptığı söyleşisini de hatırlatalım. Adını “Sixteen Tons” adlı şarkıdan alan, 16 Ton isimli büyük bir belgesel yaratmıştı. O da madenciliğin dünyada olmaması gereken bir iş olduğunu, insanların madene inmeye mecbur bırakıldığını açıkça söylüyordu.
A.B.: Yüreklerimiz bu konularda nasır tutuyor, “başımız sağ olsun” demekten ve bu konuları ayrıntılı bir şekilde anlatmaktan başka çaremiz ve imkânımız da yok.