Açık Gazete'nin tatil haftasında yayınladığımız, iklim aktivisti yazar Bill McKibben'ın kaleme aldığı, "Yeni ve akıldışı gerçek şu: fosil yakıtları hızla bir kenara bırakmak için gerekli teknolojiye sahibiz" alt başlıklı yazının ikinci bölümü.
Jacobson çalışmalarına başladığında rüzgâr türbinleri Kaliforniya tepelerinin çizdiği hat üzerinde fır fır dönen küçük pervaneler, enerji kaynağından çok oyuncaklara benzeyen fırıldaklardı. Şimdiyse G.E. şirketi düzenli olarak Özgürlük Anıtı'nın yaklaşık üç katı yüksekliğinde rüzgâr gülleri dikiyor ve geçen Ağustos’ta da Çinli bir firma, kolları altı futbol sahası büyüklüğünde bir alanı tarayacak ve her bir türbini yirmi bin ev için yeterli güç üretecek yeni bir modeli hayata geçireceği duyurusunu yaptı. (Ek bir avantaj da şu oluyor: daha büyük türbinler, daha küçük olanlara göre daha az sayıda kuş öldürüyor; zaten her halükârda, yüksek binalar, elektrik hatları ve kediler rüzgâr güllerinden çok daha fazla kuş ölümünden sorumlu). Jacobson'un Stanford Üniversitesi’ndeki ekibi Aralık ayında yayımladığı güncellenmiş analizde, hem elektrik şebekesini güvenli ve güvenilir tutabilecek, hem de 2035 yılına kadar Amerika'nın enerji ihtiyacının yüzde yüzünü yenilenebilir enerjiden üretebilecek teknolojinin yüzde doksan beşine sahip olduğumuzu belirtti.
Karşı karşıya olduğumuz zorlukların öteki yarısı da temiz teknolojiyi uygun fiyata satın alınabilir kılmak. Burada da haberler benzer şekilde iç açıcı. Eylül ayında, yaklaşık onbeş yıllık bir çalışmanın ardından, Oxford Üniversitesi'nden bir araştırmacı ekibi şu anda hakem değerlendirmesi devam etmekte olan, ancak, elli yıl sonra insanların geri dönüp baktıklarında muhtemelen iklim krizi ile mücadelede önemli bir adım olarak anımsayacakları bir makale yayınladı. Raporun baş yazarı Oxford'dan Rupert Way; araştırma ekibinin başında Doyne Farmer adında bir Amerikalı var ("Dough-en" diye telaffuz ediliyor; İng. “Hamur” gibi).
New Mexico'da büyüyen Farmer, erken yetişmiş bir fizikçi ve matematikçi. Kalifornia Üniversitesi Santa Cruz kampüsünde yüksek lisans öğrencisiyken kurduğu ilk girişimine Aristoteles'in insanın serpilip gelişmesi şartları teriminden esinlenen Eudaemonic Enterprises adını verdi. Amaç, rulet tekerleğini alt etmekti. Farmer giydiği ayakkabının tabanına bir bilgisayar yerleştirmişti ve krupiyenin rulet çarkına fırlattığı topu bununla izliyordu. (Ayakkabı şimdi Almanya'daki bir müzede sergileniyor.) Farmer topun ilk pozisyonunu ve hızını kaydettikten sonra ayak parmağını yere vurarak bu bilgileri bilgisayara gönderdi. Bilgisayar, kumarhane idaresinin izin verdiği bir-iki saniyelik süre içinde onun bilgilendirilmiş bir bahis oynaması için hızlı hesaplamalar yaptı. Bu başarılı işlem sayesinde Farmer borsada (istatistiksel bir arbitraj tekniği ile) kazanmak için bazı algoritmalar oluşturdu. Bu da, eş-kurucularından biri olduğu ve sonradan İsviçre bankacılık devi UBS'ye satılan Prediction Company (Öngörü Şirketi) isimli bir girişimin temelini oluşturdu. Ne mutlu ki, Farmer, sonunda marifetlerini sosyal olarak daha anlamlı bir amaca yöneltmeye karar verdi: teknolojik ilerleme oranlarını tahmin etmenin bir yöntemini geliştirmeye girişti. Bu çalışmanın temeli, 1936'da yayımlanmış bir araştırmaydı. Curtiss Tayyare Şirketi’nin yöneticilerinden Theodore Wright, uçakların üretimi ne zaman iki katına çıksa üretim maliyetinin de yüzde yirmi oranında düştüğünü gözlemlemişti. Farmer ve meslektaşları, araştırmada ortaya konmuş olan bu "öğrenme eğrisi”nden (ve onun yarı iletkenler çağındaki varyantı olan Moore Yasası’ndan) çok etkilendiler. Hangi teknolojilerin eğriye uyduğunu, hangilerinin uymadığını anlayabilirseniz, geleceği tahmin edebilecektiniz.
Aralık ayında kendisiyle yaptığım sohbette Farmer bana şöyle anlattı: “ Yaklaşık on beş yıl önceydi. Santa Fe Enstitüsü’ndeydim. Ulusal Yenilenebilir Enerji Laboratuvarı başkanı oraya geldi. Dedi ki: 'Sizler karmaşık sistemlerin insanlarısınız. Bize yardım edin de kutunun dışında düşünebilelim, neyi gözden kaçırıyoruz, onu anlayabilelim.' O sıralarda doktora sonrası araştırmalar yapan Transilvanyalı bir arkadaşım bir veri tabanı oluşturmak için araştırmalara girişmişti. Ona lise öğrencileri, Santa Fe'deki St. John's Koleji'nden çocuklar, yani her kim olursa yardımcı oluyordu. Ve biz de bu veri tabanı araştırmasına baktıkça, iyileşme eğilimlerinin zaman içinde kalıcı olduğunu tespit ettik.” Güneşten elektrik elde edilmesi sürecinin pratikteki ilk uygulaması, 1958'de Vanguard I uydusunda oldu. Tabii uzay programı bütçesine siz de sahipseniz iş kolay. Bununla birlikte, her yeni nesil teknoloji gelişimi ile maliyet istikrarlı bir şekilde düşüyordu. Bu belirli bir atılım ya da tek bir vizyon sahibi girişimci sayesinde değil, süregelen sabit bir adım adım iyileşme nedeniyle oluyordu. Üretilen güneş paneli sayısı ne zaman iki katına çıkarsa, fiyat da bir yüzde otuz daha düşüyor; bu da demek oluyor ki, şu anda güneş panelleri her yıl yaklaşık yüzde on oranında düşmekte.
Ama, işin can alıcı noktası şu ki, tüm teknolojiler bu eğriyi takip etmiyor. Farmer: "Kömür fiyatının yüz kırk yıllık seyrini takip ettik” diyor. Ve devam ediyor: “Şimdi madencilik çok daha sofistike, yeni yataklar bulma teknolojisi çok daha gelişkin. Ne var ki, fiyatlar düşmüş değil." Bunun olası bir açıklaması şöyle olabilir: Önce elimizin altındaki en kolay bulunan madenlere ulaşıyorduk: petrol bir zamanlar yerden fışkırıyordu; oysa şimdi artık okyanusun diplerindeki derinliklerde sondaj yapmamız gerekiyor. Neyse, bunun sebebi her ne olursa olsun durum şu ki, 2013 yılına geldiğimizde, Vanguard I'de ilk kez kullanıldığından bu yana bir kilovat saatlik güneş enerjisinin maliyeti yüzde doksan dokuzdan fazla düşmüştü. Oysa, bütün bu dönemde kömürün fiyatı üç aşağı beş yukarı aynı kaldı. Yani kömür en başta ucuzdu ama sonra daha fazla ucuzlamadı.
Farmer'ın ekip üyeleri daha fazla veri seti inceledikçe daha sağlam ve güvenilir rakamlar elde etmeye başladılar. 2021 sonbaharı geldiğinde, artık onlar da bulgularını yayınlamaya hazırdılar. Farmer ve arkadaşları fosil yakıtların ve yenilenebilir enerji kaynaklarının fiyat eğrilerinin artık kesişmekte olduğunu tespit ettiler. Yenilenebilir enerji artık fosil yakıttan daha ucuz; ve daha da ucuz hale geliyor. Bunun sonucunda, yenilenebilir enerjiye “kararlı bir geçiş”in önümüzdeki on yıllar içinde dünyayı yirmi altı trilyon dolarlık enerji maliyeti yükünden kurtaracağını bildirdiler.
Bu, enerji geçişi konusunda şimdiye kadarki değerlendirmemizin taban tabana aksi yönünde. Konuya uzun zamandır ekonomik açıdan dehşet verici bir girişim gözüyle bakılıyordu: yani, felaketten kaçınmak için geçiş yapmak zorunda idiysek (ki buna mecbur olduğumuz apaçık), mümkün olduğunca yavaş gitmeliydik. Bill Gates, daha geçen yıl bir kitap yazdı ve tüketicilerin temiz enerji için "yeşil prim" ödemesi gerekeceğini, çünkü temiz enerjinin daha pahalı olacağını söyledi. Oysa, Georgia Tech üniversitesinden mezun bir mühendis olan ve şu anda Enerji Bakanlığı'nda çalışan Emily Grubert’in yakın zaman önce ortaya koyduğu gibi, ülkedeki her bir kömür santralini yenilenebilir enerji ile değiştirmek, mevcut kömür santrallerini korumaktan çok daha ucuza mal olacak. Buna "yeşil indirim" diyebilirsiniz.
Farmer'a göre, fiyatların sürekli düşmesi, 2016 Paris İklim Anlaşması'nda belirlenen hedefe ulaşmak için sıcaklık artışını 1,5 santigrat dereceyle sınırlamaya çalışmak için yeterince hızlı hareket edebileceğimiz anlamına geliyor. "Bir buçuk demek yandık demek" diyor Farmer. "Ama şurası kesin ki üçten iyidir. Sadece paramızı ortaya koyup bunu yapmalıyız. Pek çok insan karamsar ve umutsuz, bizim bunu tersine çevirmemiz gerekiyor.”
Farmer'ın verdiği türden rakamlar, yıllardır bu alanda çalışan insanları tam anlamıyla serseme çeviriyor. Cop26'da bir gün Glasgow'un dev kongre merkezinden uzaklaşıp Kingsmill Bond adında bir adamla pizza yemek için şehrin üniversite bölgesinin görece sessizliğine çekildim. Bond, terziden çıkma takım elbisesi, sade görünümü, düzgün saç kesimi ile dış görünüşüyle de kimliğinin hakkını veren bir İngiliz ve eski bir yatırım profesyoneli. Kızı o gün Cambridge Üniversitesi sınavlarına giriyormuş. Bond'un kendisi de Citi ve Deutsche Bank'ta sürdürdüğü kariyeri için Hong Kong ve Moskova'ya gitmeden önce aynı üniversitede okumuş. Birkaç yıl önce, fazla mütevazi olduğu için ifşa edemeyeceği bir ücret alarak işi bırakmış. İlk olarak Londra'daki Carbon Tracker Initiative’de çalışmış, şimdi de Colorado merkezli Rocky Mountain Institute için çalışıyor, her iki grup da enerji geçişi üzerine faaliyet gösteriyor.
Bond bir peçete üzerine heyecanla çiziktirerek Oxford raporundaki rakamları açıkladı bana. Yeni enerjinin tamamını kaldırabilecek güçte bir elektrik şebekesi kurmamız ve milyonlarca elektrikli araç şarj istasyonu vb. yapmamız gerekecek…liste uzun. Ekstra sermaye harcamaları için yapılması gereken yatırımlar önümüzdeki yirmi-otuz yıl boyunca yaklaşık 1 trilyon doları bulacak. Ama, Bond bunun karşılığında elde edeceğimiz ekonomik getirinin çok yüksek olacağını söylüyor: “Fosil yakıt rantlarından yılda yaklaşık iki trilyon dolar tasarruf edeceğiz. Sonsuza kadar." Ekonomistlerin tanımına göre fosil yakıt rantı dediğimiz şey, tüketicilerin hidrokarbon arzını kontrol edenlere ödedikleri para. Suudi Arabistan, petrolü varil başına on dolardan daha az bir fiyata yerden çıkarıp, varil başına elli ya da yetmiş beş dolara satabilir (ya da Putin'in savaşının neden olduğu acil durum sırasında yüz dolardan fazlaya); aradaki fark, kontrol ettikleri ranttır. Bond'a göre, enerji geçişi maliyetine ilişkin yüksek tahminler — örneğin, danışmanlık firması McKinsey'in yakın tarihli bir analizi, bunun Farmer'ın ekibinin tahminlerinden trilyonlarca dolar daha pahalıya mal olacağını öngörüyor — bu rantları görmezden geldiği gibi, çok geçmeden yenilenebilir enerjinin hızla düşen bu maliyetler eğrisinden kopup ayrışacağını varsayıyor. Bununla birlikte, enerji geçişini yapmanın ne kadara mal olacağı konusunda karamsar olsanız bile, hızlı hareket etmemekten çok daha ucuz olacağı açık — çünkü buna yüz trilyonlarca dolar değer biçebiliriz, ama aynı zamanda milyonlarca hayat kaybını ve düzgün bir medeniyetin sürekliliğine verdiğimiz değeri ölçüme katmalıyız.
Yeni rakamlar, alışageldiğimiz ekonomik mantığı altüst ediyor. Bundan birkaç yıl önce, Teksas'taki bir petrol endüstrisi konferansında Kanada Başbakanı Justin Trudeau hem korkunç hem de doğru bir şey söyledi: “Hiçbir ülke toprakta yüz yetmiş üç milyar varil petrol bulup da onu orada bırakmaz.” Alberta'nın katran kumlarından bahsediyordu, Kanada'nın doğal gazının üçte biri, toprakta hapsolmuş petrolü yüzeye çıkaracak ve kumdan ayıracak kadar ısıtmak için kullanılıyor. Sadece bu petrolün çıkarılması Kanada'nın Paris'te belirlenen karbon bütçesindeki payını aşmasına neden olacak, üstüne üstlük bunun yakılması da gezegeni neredeyse yarım santigrat derece ısıtarak gezegenin kalan toplam bütçesinin yaklaşık üçte birini tüketecek. (Bu arada şunu belirtelim: Kanadalılar dünya nüfusunun yüzde birinin yalnızca yarısını oluşturuyor.)
Çeviren: Tanyeli Demirer
Çeviri Editörü: Ömer Madra