Türkiye yeni gerçeği, Türkiye yeni normali

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Soruşturma dosyasındaki gizlilik sebebiyle, 7 Ocak 2021’de kabul edilen Kobane iddianamesinden önce bizlerin ve avukatlarımızın dosya içeriğine erişebilmesi mümkün olmadığı için tam olarak neyle suçlandığımızı bilmeden 104 gün geçirdik.

(Bircan Yorulmaz'ın bu yazısı bianet'in internet sitesinden alınmıştır.)

Sabaha karşı evimin polislerce basılmasının, gözaltına alınmamın ve sonrasında tutuklanmamın üzerinden 110 gün geçti.  110 gündür ailemden, arkadaşlarımdan, dostlarımdan, işimden ve elbette özgürlüğümden mahrumum.

Benimle birlikte her birinin yeri-evi-işi belli olan arkadaşlarım da gece yataklarından kaldırılarak önce gözaltına alındı, sonra da tutuklandı. Onlar için de aynı mahrumiyetler söz konusu.

Tutuklama nedenleri

Tutuklama nedeni olarak ileri sürülen iddialar, yedi yıl öncesine ait. Yedi yıl önce, 2014 yılında Irak ve Suriye’de kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden büyük kıyımlar gerçekleştirdiği savaşta IŞİD, her gün yeni bir yeri işgal ediyordu. Kan donduran bu vahşet, tüm dünyada ve özellikle Türkiye’de izleniyor, gelişmeler yakından takip ediliyordu.

IŞİD’in çeşitli kesimlerin destekleri sayesinde başta Avrupa ülkeleri olmak üzere pek çok şehirde canlı bomba ve silahlı saldırı eylemleri yaptığını, bu terör saldırılarıyla yüzlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebep olduğunu herkes anımsayacaktır.

IŞİD, Londra’da bir metro istasyonuna, Brüksel’de bir müzeye, Paris’te Charlie Hebdo mizah dergisi binasına ve gece kulüplerine düzenlenen, yüzlerce kişinin hayatını kaybetmesine ve yaralanmasına sebep olan eylemler gibi, Avrupa ve Türkiye’de onlarca insanlık dışı eyleme imza attı.  Bu terör eylemleri, IŞİD’in bu savaştan aldığı güç çerçevesinde sonraki dönemlerde de devam etti.

Barışçıl protestolar

2014’te IŞİD’in Türkiye sınırındaki komşu ülkede yürüttüğü bu savaş; akrabaları, dostları, soydaşları orada yaşayan Kürtler başta olmak üzere, öncelikle ülkenin doğusunda ve tüm ülkede gerilimi ve işgal sonuçlarının endişesini arttırıyordu.

Özellikle Kobane’de IŞİD tarafından yapılan bu kan dondurucu katliamlara karşı, Ağustos 2014’ten itibaren tüm dünyada ve Türkiye’de de son derece etkili ve barışçıl protestolar gerçekleştiriliyordu.

Dünya kamuoyunun ilgisi ve tepkisinin giderek Kobane üzerinde yoğunlaştığı ve uluslararası koalisyonun IŞİD’e müdahalesinin talep edildiği bir süreç yaşanıyordu.

Özellikle Kobane’nin işgaline dönük IŞİD girişimlerinin uzun süre devam etmesi sonucu, bu uluslararası ortak tavırların bütünselliğinde Türkiye’de çeşitli illerde halk, basın açıklamaları, sokakta ses çıkartma ve oturma eylemleri ile Türkiye hükümetine konuya duyarlı olması ve IŞİD karşısında tutum alması için çağrılar yapmaya başladı.

Ağırlıklı sivil nüfusun yaşadığı Kobane’yi bir katliamdan korumak amacıyla yapılan, hiçbir şiddet eyleminin yaşanmadığı, barışa yönelik ve barış yanlısı demokratik protesto eylemleri, dünya kamuoyunun gözleri önünde gerçekleşiyordu.

7 yıl sonra suç

Saldırılarını ve katliamlarını her gün yoğunlaştıran IŞİD’in ilerlemesine bağlı olarak, Mürşitpınar Sınır Kapısı’nın düşmesi riski ile karşı karşıya kalınan bir aşamada HDP, sosyal medya hesabından demokratik bir şekilde kamuoyunu duyarlı olmaya çağırdı, bu çağrıda asla şiddetin tarafı olmadı, barışçıl ve çözüm odaklı tutumunu sürdürdü ve demokratik zeminin korunması için çaba sarf etti.

Üstelik bu çağrının yapılması sürecinde HDP, başbakan ve hükümet yetkilileri ile koordinasyon içinde, barışa yönelik girişimlerde ortaklaşılmasına karşılıklı karar verilen bir işbirliği platformunda yer alıyordu.

Ancak HDP tüm bu barışçıl politik tutumuna ve hükümetle işbirliği çabalarına rağmen, yedi yıl sonra yaratılmış bir “suç” dosyası ile o günlerin sorumlusu, oluşan şiddetin çağrıcısı olarak gösterilmeye çalışılıyor.

Katkı sunmaktan ve parçası olmaktan gurur duyduğum Halkların Demokratik Partisi (HDP), kurulduğu ilk günden beri gerek programı, gerek tüzüğü gerekse söylem ve faaliyetleri ile hukukun üstünlüğüne dayanan, barışçıl, eşitlikçi, demokratik, emekten yana ve kadın merkezli politikaları ile varlığını sürdürüyor.

Özellikle Kürt sorununda ülkede ve Ortadoğu’da barışçıl çözümün önemli aktörlerinden biri olarak mücadelesine devam ediyor. Tüm kademelerinde zorunlu kıldığı yüzde 50 kadın kotası ve kadın sözünü en üst düzeyde söylemenin ifadesi olarak yürüttüğü eş başkanlık sistemi ile tüm partiler için öncü oldu.

Rehineler

Şu anda bile Meclis’teki (TBMM) en fazla kadın oranına sahip parti HDP. HDP, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde kazandığı büyük başarı sonrası, AKP hükümetinin en büyük hedefi haline geldi.

Bunun sonucunda önce Kürt sorunu üzerine yürütülen barışçıl müzakere görüşmeleri, AKP tarafından sonlandırıldı.

Ardından 2016’da dönemin HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere birçok milletvekili, belediye eş başkanı, yönetici, üye ve hatta sempatizan tutuklandı, halen siyasi rehine olarak tutuluyorlar.

Bu tutuklamaların halen devam etmesi, AKP’nin yürüttüğü siyasi düşmanlık politikasının geçerliliğini gösteriyor.

Uzun bir süredir yargı sisteminin işleyişine yönelik olarak uluslararası düzeyde de gündeme getirilen rahatsızlıklara örnek vakalar, Türkiye ve dünya gündemine damgasını vuruyor.

AİHM kararına karşı

HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına karşın serbest bırakılmayıp, mükerrer dosyadan tekrar tutuklanması; sonrasında en son gelişme olarak 22 Aralık 2020’de AİHM Büyük Dairesi’nin tespit ettiği hak ihlallerinin giderilmesi için “derhal tahliye edilmesi” kararı vermesine rağmen, hükümet yetkililerinin ‘bu kararın anlamının olmadığına ve dikkate alınmayacağına’ yönelik açıklamaları, yargı sisteminin ülkedeki  yeni gerçek ve yeni normal durumuna  en net göstergelerden biridir.

Aynı şekilde 1169 gündür tutuklu olan Osman Kavala’nın, aylar sonra çıkan iddianamesi sonrası yargılandığı Gezi Davası’nda beraat ettiği gün, başka bir suç “uydurularak” yeniden tutuklanması, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun Osman Kavala’nın bireysel başvurusuna yönelik “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine” hükmetmesi, AİHM’in Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesinin ihlaline ve derhal tahliye edilmesine hükmeden kararının dikkate alınmaması da yargı sisteminin hayati önem arz eden bağımsızlık sorununa yönelik net gerçeklerdir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesinin ihlal edildiğine yönelik karar, hem Demirtaş  hem de Kavala için siyasi nedenlerle tutuklanma durumuna çok net işaret ediyor ve derhal tahliye edilmelerini gerekli kılıyor.

Bu iki isim uluslararası kamuoyunda da, Türkiye’de yargının geldiği noktayı göstermek açısından sembol davalar olarak yer alıyor. Türkiye’nin yeni gerçekleri ve normalleri, aynı dosyada yer aldığımız Kars Belediyesi Eski Eş Başkanı Ayhan Bilgen’in, aynı suçtan dolayı aylarca tutuklu kalmasına istinaden başvurduğu Anayasa Mahkemesi’nce bu haksız tutukluluğu nedeniyle kendisine tazminat ödenmesi kararına karşın, halen Sincan Cezaevi’nde tutuklu olmasında da kendini gösteriyor.

Neden suçlandığımızı bilmiyoruz

Soruşturma dosyasındaki gizlilik kararı sebebiyle, 7 Ocak 2021’de kabul edilen iddianameden önceki süreçte bizlerin ve avukatlarımızın dosya içeriğine erişebilmesi mümkün olmadığı için tam olarak neyle suçlandığımızı, hangi delillere dayanarak tutuklandığımızı dahi bilmeden 104 gün geçirdik.  Savunmanın tüm haklarını elinden alan bu durum da bir Türkiye yeni gerçeği.

Savcının ve hakimin, suçlamaya konu teşkil eden dönemde benim artık HDP’nin üyesi  dahi olmadığımı bilmiyor olması, yine benimle birlikte tutuklanan Emine Ayna’nın ise hiçbir zaman HDP üyesi olmadığını bilmemeleri gibi pek çok konu, suçlamaları yönelten savcılık makamının yürüttüğü soruşturmanın ne kadar göstermelik olduğuna ve hakimlik makamının özgür irade ile bağımsız karar verememesi hakkında yeterince fikir veriyor.

20’li yaşlarımdan beri, hem Türkiye hem de uluslararası bağlamda siyasal ve toplumsal gelişmeleri yakından takip eden biri olarak, her daim demokrasiden, emekten, barış ve adaletten yana oldum. Kadınların, gençlerin, emekçilerin, LGBTİ+’ların, Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin yani ezilen tüm kesimlerin hakları için demokratik kazanımlar çerçevesinde mücadele ettim.

Hayatım boyunca şiddet karşıtı oldum, sadece insan hakları temelli barışçıl çalışmaların yanında yer aldım. Şimdi ise tamamen benimle ve arkadaşlarımla illiyet bağı kurulması mümkün olmayan mesnetsiz iddialar yüzünden özgürlüğümden mahrumum, tutsağım.

Bu da Türkiye yeni gerçeği, Türkiye yeni normali...