İklim değişikliği veya yabancı bir virüs gibi dış olayların bizi tehdit ettiğini varsaymak büyük bir hatadır. Yaşayan bu gezegene ve diğer tüm türlere asıl tehdit bizleriz.
(Zhiwa Woodbury‘ın Medium‘da yayımlanan makalesi, Yeşil Gazete & Açık Radyo işbirliği kapsamında Ayça Ceren Akdemir tarafından çevrildi.)
İnsan bilincini uyandırmaya adanmış psikoloji bilimi, en eski insan hakikatlerinden birine ‘uyanmak’ zorunda: Biz, gezegenden ayrı olarak incelenemez veya iyileştirilemeyiz. (James Hillman)
Bu, korkutucu küresel salgın hastalıklar, iklim travması ve büyük kirlilik çağında, Amerikan Psikoloji Derneği (APA) sizin ya da sevdiklerinizin “çevresel kıyametin kronik korkusu” olarak tanımladıkları “eko-kaygı bozukluğundan” mustarip olabileceğinize inanıyor. İnsanlığın doğal dünyayla yıkıcı ilişkisini ele almak üzere on yıllarca araştırma yapan, kitap yazan ve eko-terapi sağlayan bir grup ekopsikolog olarak, APA’nın böyle bir mental bozukluk isimlendirmesinden rahatsızız.
Dünyayı yok edebilecek bir asteroidin gezegenimize doğru son sürat savrulduğunu düşünün. Asteroidin yaklaşmasından korkan insanları “astro-kaygı bozukluğu” yaşadığı için etiketlemek mantıklı olur mu?
Aslında, APA’nın biyosferik travmaya yanıt olarak yaptığı şey budur. 2017’de APA, iklim değişikliği ve hızla bozulan bir gezegensel yaşam destek sistemi hakkındaki mükemmel sağlıklı, rasyonel korkumuzun mental bir bozukluk olarak tanımlanması gerektiğine karar verdi: Eko-kaygı bozukluğu.
Eko-kaygı bozukluğuyla ilgili yakın zamanda kayıtlara geçen “küresel artış” hakkında konuşan Dr. Joti Samra, “İklim değişikliğinin insanların ruh sağlığını küresel bir şekilde nasıl olumsuz etkilediğini gittikçe daha fazla görüyoruz” dedi.
Bu “mental bozukluk” anlatısında, hem Covid-19 pandemisine hem de iklim değişikliğinin yarattığı varoluşsal tehdide verdiğimiz yanıtı etkileyen temel bir sorun var. “Eko-kaygı” teşhisi, insanlığın yaşam destek sistemlerimizin durumu hakkındaki anlaşılabilir endişesini patolojileştirmeye ek olarak, yaklaşmakta olan eko-felaketin kökenini de güçlendiriyor: İnsanların bir şekilde doğal dünyadan ayrı ve ondan daha üstün olduğu varsayımı “büyük bir yalandır”. İklim değişikliği veya yabancı bir virüs gibi dış olayların bizi tehdit ettiğini varsaymak büyük bir hatadır.
Yaşayan bu gezegene ve diğer tüm türlere asıl tehdit bizleriz.
Gaia teorisi ve benmerkezci dünya
Buradaki gerçek ‘bozukluk’ biyosferik travmadır. Eko-kaygı bozukluğu, eko-keder, eko-depresyon ve eko-umutsuzluk bu gezegensel saldırının belirtileridir.
“Eko” Yunanca’da “ev” demektir ve “ekopsikoloji”, paylaştığımız evimiz olan gezegeni, insanın benlik duygusunun merkezine yerleştirir; ana akım psikolojinin egoyu insanın merkezine koymasına temel bir eleştiri sunar. Bu benmerkezcilik, insanların doğanın geri kalanından sihirli bir şekilde ayrı oldukları ve böylece sonuçlardan korkmadan gözlemleyebilecekleri, sömürebilecekleri ve deney yapabilecekleri bilimsel-materyalist dünya görüşüne dayanmaktadır.
Ancak kuantum fiziğiyle ortaya çıkan birbirine bağlı dünya görüşü, nesnelerin yerini ilişkilerle değiştirir. Biz insanlar biyosferin ayrılmaz bir parçasıyız. NYT Bilim Yazarı Ferris Jabr‘ın geçtiğimiz Dünya Günü‘nde yazdığı gibi, çoğu bilim insanı artık “Dünya Sizin Kadar Canlı” görüşünü kabul ediyor.
Şimdiye kadar iklim değişikliği tehdidini, teoriden her türlü jeofizik olaylara ve daha yakın zamanlarda psikolojik semptomlar olarak ilerlettikçe dışsallaştırabildik. Bununla birlikte, koronavirüs pandemisinin ortaya çıkmasıyla, henüz semptomlarını sergileme noktasında bile gezegenin sıkıntısını doğrudan hissediyoruz: Hasar görmüş akciğerler, yüksek ateş, organ yetmezliği ve ölüm olasılığı.
‘Gaia Teorisi’ APA’nın deneysel, benmerkezci dünya görüşüne uymayabilir. Ancak Dünya Ana, biyosfere yapılan aptalca saldırımızın bir sonucu olarak, yaşamı tehdit eden ağır yaralanmalara (travmalara) maruz kalabilir. APA’nın miyop antroposenci merceğinden bakıldığında ise bu travma, bireylere verdiği ıstırap üzerinden sadece ampirik olarak “kanıtlanabilir”.
Yine de giderek artan sayıda psikolog, şu anda hepimizin değişen derecelerde yaşadığımız ezici mutsuzluk ve keder duygularının Gaia’nın üstün travmasına atfedilebileceği, daha Dünya merkezli görüşü kabul eder hale geldi. Kendi biyomumuz, sağlığımızı doğrudan etkileyen sayısız insan dışı organizmadan oluştuğu gibi, biz de onun biyomunun ayrılmaz parçalarıyız. En büyük fark, insanların iradesinin olması. Her birimizin onun (Gaia’nın) bağışıklık savunma sisteminde hücre olarak hareket etme seçeneği var ya da “yeni çıkmış insanvirüsü” nün bir parçası olmayı seçebiliriz.
‘Dışarıdaki dünya’ ve ‘buradaki ben’
Eko-kaygı bozukluğu gibi bir belirtiyi mental bir bozukluk durumuna yükseltmek, “dışarıdaki dünyayı” “buradaki ben” için bir tehdit olarak göstererek, öfkemizin temel nedenini devam ettirir. Sorunun bu tutucu, benmerkezci vaziyetine rağmen APA, bilim insanlarının radikal değişim çağrısını desteklemek üzere ‘radikal akıl sağlığını’ savunmak konusunda saha dışında kalıyor. Ancak ‘benliğin’ merkezindeki egoyu Dünya ile değiştirmek, bu tür bir toplumsal dönüşüm için hoş bir başlangıç noktası olacaktır.
Bu ‘bölünme öyküsünün’ mevcut pandemiye karşı ortak tepkimiz üzerindeki etkisini düşünün. Yaban hayatının yaygın ticaretinden kaynaklanan bir virüsü, dış bir tehdit, hatta ‘yabancı’ bir virüs veya hatta NY Times’ın yakın zamanda söylediği gibi doğal bir terörist olarak görmek; ‘doğaya karşı insan’ anlatısını güçlendirir ve bir virüse karşı savaşı haklı çıkarır. Bu varsayım, olayı iklim biliminin öngördüğü ilk pandemi dalgası değil, bir defalık bir olay haline getirir.
Bununla birlikte, ekopsikolojik açıdan, koronavirüs annemizin bizi eve çağırmasıdır. Gaia, dikkatinizi çekiyor mu? İnsanların, okyanusların bile plastikten boğulduğu, ağır derecede hasta olan bir gezegende refah ve sağlık içinde yaşamaya devam edebileceğini beklemek hiç gerçekçi değil. Zira gezegensel sağlığın yeni bilimsel disiplinine göre, devam eden biyoçeşitlilik yıkımımız, bu yeni hastalıklar ve salgın hastalıklar için gereken koşulları aktif olarak yaratmakta.
Covid-19’u yaşam kaynağımız doğal dünyayı sömürmemizin ve metalaştırmamızın doğrudan bir belirtisi olarak kabul ederek, gelecek yıl BM Biyoçeşitlilik Sözleşmesi görüşmelerinde ele alınacak ‘Tek Dünya Önerisi’ gibi daha sistemik reçetelerin uygulanmasının zorunluluğunun kadrini bilebiliriz. İklim travmasından kurtulmanın ‘Tek Dünya’ yolu, gezegenin yarısında biyoçeşitliliği geri kazanmak için doğa, toprak ve kilit türle erlbirlikte çalışmaktır ve bu da karbonu atmosferden çekip yerkürede tecrit ederek iklim değişikliğini tersine çevirecektir. APA’nın, “insana karşı doğa” bilişsel uyumsuzluğunu güçlendirmek yerine böyle sağlıklı, akılcı girişimleri savunması akıllıca olacaktır.
Tüm ilişkilerim
Travmanın kesintiye uğraması, doğal olmayan ilişkilerden kaynaklandığından, ondan kurtulmanın ilişkisel bir bağlamda da gerçekleşmesi gerekir. Ortak iklim travmamızın semptomlarını tedavi etmekten veya her bir salgını sistemik nedenlerden ayrı olarak tedavi etmekten başka bir şey yapacaksak, egomuzun değil Dünya’nın şu anda en büyük ölçekte, en büyük travmayı yaşayan canlı organizma olduğunu kabul ederek başlamamız gerekecek.
Ancak o zaman doğal dünyayla doğru bir ilişki kurmaya başlayabiliriz. Gaia’nın yardımına giderek ve kendi başımıza oturmak yerine onun semptomlarını tedavi ederek iklimimizi bütünsel olarak iyileştirebilir ve bir tür olarak iyileşebiliriz.
Bu şifa ve iyileşme süreci gerekli bir ruhsal bileşene de sahiptir ayrıca. Papa Francis’in Katolik piskoposlara gönderdiği Laudato Si “Care for our Common Home” [Ortak Evimize Gözkulak olun] genelgesinde de söylediği gibi bu, kendimizi düşünme şeklimizi değiştirir ve dünyamızla ilişkimizi yeniden şekillendirir. En son IPCC raporlarının yazarı ve editörü Nobel ödüllü Karen O’Brien’in ifade ettiği gibi: “Gezegensel dönüşüm kişisel bir seviyede ele alınmalıdır. [Bu] bir ilişki problemidir – problemler ve bunların çözümüne ilişkin kendimizle nasıl ilişkimiz var? ” O’Brien’e göre, iklimsel travmayı ilişkiye dayalı bir şekilde mercek altına alarak “Şimdi karşı karşıya olduğumuz ve gelecekte karşı karşıya kalacağımız zorluklarla yüzleşebilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz enerjinin çoğunu açığa vurabiliriz.”
Aynı şekilde kuantum dünyası da , şimdi paylaşılan anlatımızı yeniden şekillendirmeye başlıyor; Dünya’yı canlı organizma ve insanları onun biyosferinin ayrılmaz parçaları olarak yeniden canlandırıyor, Kopernik düzeyinde bir paradigma değişimini sunuyor. Kopernik, gezegenin kozmostaki merkezi rolünün rütbesini etkileyici şekilde düşürmüştü. Buna karşılık Gaia teorisi, gezegenin yaşamımızdaki ve sağlığımızdaki merkezi rolünü yükseltir.
Şimdi, dünya yavaşlarken, bize doğal dünyayla, annemizle olan ilişkimiz de dahil olmak üzere “tüm ilişkilerimizi” yeniden düşünmek için eşsiz bir fırsat sunuluyor. Bu, semptomlarından birini öncelik olarak belirlemek ve en iyisini ummak yerine, şu anda iklim krizini çözerek gelecek nesillere hizmet etmek için en iyi şansımız olabilir.
Gelin bu işe birlikte girişelim. İnsanlığın şekillendirdiği cesur yeni bir dünyada insan olmanın ne demek olduğunu hep birlikte hatırlayalım. Ve devam eden mücadelemizde Gaia’ya karşı olmak yerine onun yardımını isteyecek kadar cesur ve alçakgönüllü olalım.