24 Temmuz 2020, “normal şartlar altında” Lozan Anlaşması’nın 97 yaşına girişi dışında Türkiye tarihi açısından sıradan bir gün olacaktı. Ancak, o gün Ayasofya'nın camii olarak ibadete açılışı bambaşka bir dönüm noktası oldu.
Ayasofya’nın ibadete açılışı konusu, Haziran 2020’ye kadar Türkiye’de kamuoyunun yoğun desteği olan bir konu değildi. MetroPOLL araştırmanın, Haziran 2020 tarihli Türkiye’nin Nabzı verilerine göre, Ayasofya’nın ibadete açılmasını destekleyenler, yaklaşık yüzde 46 seviyesindeydi. Buna karşılık, “müze olarak kalmalı” diyenler ise, yüzde 44’e yakın orandaydı. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve İYİ Parti seçmenlerinin çoğunluğu da Ayasofya’nın müze olarak kalmasından yanaydı.
Toplumun yüzde 56’lık çoğunluğu da Ayasofya’nın statüsünün değiştirilmesi konusunun “mevcut ekonomik krizin konuşulmasını engellemek için gündem değiştirmek” veya “iktidar tarafından erken seçim öncesi kullanılmak” için mesele edildiğini düşünüyordu.
Yaklaşık bir aylık süreçte, toplumun algıları tamamen değişti; değiştirildi. Muhalefetin de, iktidarın da aynı söylemle Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinin halkın isteği ve talebi olduğunu, bu dönüşümün olumlu bir adım olacağını savunması, sonunda bu durumun doğrulanmasına yol açtı. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi konusuna halkın desteği olduğu iddiasının, “kendi kendini doğrulayan bir kehanet” (self-fulfilling prophecy) olduğunu söyleyebiliriz.
Öte yandan, Yunanistan ile aramızda süregelen “NAVTEX” çekişmesinde tansiyonların hiç olmadığı kadar yükseldiği yeni bir kriz dönemindeyiz. NAVTEX, denizciler arasında haberleşme için kullanılan ve “denizcilik faksı” olarak adlandırabileceğimiz bir iletişim mekanizması. Askeri ve resmî olarak da NAVTEX kanalıyla, denizdeki bir bölgenin “girilmez” ilan edilmesi mümkün. Tabii, böylesi bir “kapalı bölge” ilanı, uluslararası egemenlik ve yetki hakları çerçevesinde gerçekleşebiliyor. Türkiye de, 27 Kasım 2019’da Libya ile imzaladığı “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” kapsamında, Ege Denizi ve Akdeniz’i üzerinden bu ülke ile “deniz komşuluğunu” ilan etmişti. Şimdi de, daha önce birkaç kez yapıldığı gibi Ege Denizi’nde geniş alanları kapsayan ve Yunanistan’ın kendi egemenlik alanı saydığı bölge ile çatışan biçimde NAVTEX ilan edildi: Meis (Kastellorizo) Adası’nın Güneyi ve Doğusu’nu kapsayacak biçimde Oruç Reis, Ataman ve Cengiz Han sismik araştırma gemisinin faaliyet göstereceği bildirildi. Meis’ten Rodos kıyılarına uzmana geniş bir alanı kaplayan bölge, NAVTEX ilan edilen 21 Temmuz-2 Ağustos’a kadar fiilen Türkiye’nin egemenliğine geçmiş gibi oluyor. Türk Deniz Kuvvetleri’ne bağlı 15 gemi de Marmaris’teki Aksaz Deniz Üssü’nden NAVTEX ilan edilen bölgeye yönlendi.
Türkiye ile Yunanistan arasında, 2018’den bu yana çeşitli kereler NAVTEX krizi yaşandı. Mayıs 2020’deki NAVTEX krizinde de, mesajda koordinatların “Ne mutu Türk’üm diyene” şeklinde kodlanması Yunanistan ve Türkiye arasında polemik konusu olmuştu.
Yeni yaşanan krizde, Türkiye’nin NAVTEX ilanının ardından Yunanistan da aynı bölgede için benzer bir duyuruda bulundu. Buna karşılık da, Türk Deniz Kuvvetleri Seyir Hidrografi ve Oşinografi Daire Başkanlığı, iki tane daha NAVTEX ilanı duyurdu. Yeni ilanda, “Türk NAVTEX Servis sahasında yetkisiz istasyon tarafından yayınlanmıştır. Bölgede yayın yapmaya yetkili Antalya İstasyonu’dur. Larnaka Radyo NAVTEX duyurusunda belirtilen ‘Kıbrıs’ 1960’ta kurulan devlet ile aynı değildir. Bu nedenle, Türkiye, ‘Kıbrıs’ isimlendirmesinin hiçbir ölçüde veya şekilde Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanıma veya Türkiye’nin 1960’daki garanti anlaşması ile kuruluş anlaşmasından kaynaklanan hak ve yükümlülüklerine zarar vermesi anlamına gelmeyeceğini beyan eder. GKRY’nin, Larnaka Radyo MA46-266/20 nolu NAVTEX duyurusu ile kanunsuz iddialarını meşrulaştırma çabaları geçersizdir ve Türkiye tarafından kabul edilmemiştir, edilmeyecektir” denildi.
Bu arada, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da bu seferki Türkiye-Yunanistan krizine ciddi biçimde müdahil oldu. Macron’un Facebook hesabından Yunanca olarak yaptığı paylaşımda, “Türkiye’nin agresif tavrına karşılık Yunanistan ve Kıbrıs’a destek verildiği” belirtildi. Macron, Avrupa Birliği’nin de Türkiye’ye karşı yaptırımlara gitmesi gerektiğini bir kez daha savundu. AB’nin dönem başkanı olan Almanya’nın Ankara ile uzlaşmacı tavrına karşılık, Fransa daha sert tutum ve “can yakıcı” tutum benimsenmesi gerektiğini savunuyor.
Türkiye ve Fransa, Libya Savaşı’nda çatışan taraflarda birine karşı saflarda yer aldıklarından bir süredir ilişkiler iyiden iyiye kötü seyrediyor. Macron’un bu mesajıyla, Türkiye-Fransa arasında Libya üzerinden süren gerginlik, Atina-Ankara arasındaki çatışma ile birleşerek yeni bir boyut kazanmış oluyor: bir anlamda, Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’deki uluslararası güç savaşlarında iki fay hattı, iki ayrı gerilim de birleşmiş gibi oldu.