Susma24'ten Ayşen Güven, pandemi döneminde müzisyenlerin durumunu yine müzisyenlerle konuştu. Bizde bu söyleşi dizisinin ilk bölümünü yayınlıyoruz.
(Ayşen Güven'in bu söyleşisi Susma24'ün internet sitesinden alınmıştır.)
Geçmiş yüzyıllarda kaldığını sandığımız; romanlarda okuduğumuz, filmlerde seyrettiğimiz salgınlar; teknolojinin, bilimin, tıbbın bu denli geliştiği bir çağda hortladı. İnsanlığın kendisi dışındaki tüm canlı yaşama, doğaya ve doğal olana yönelik tahribatı derinleşirken etrafımızı saran bu tehdit; yönetim biçimlerimizi, sağlık sistemimizi, tüketim alışkanlıklarımızı da bir süzgeçten geçirmemiz gerektiğini gösterdi. Özellikle bir sorgulamayı daha gündemimize soktu; sanat ve sanatçı algımız nasıl şekillenmişti bugüne kadar? Bir kültür politikamız olmaması örneğin, neden bu kadar görmezden gelinmişti, sorusuyla beraber.
Çünkü koronavirüs “önlemlerinin” biçimleri halk sağlığını korumak adı altında sanatsal ifade özgürlüğünü kısıtlayan, hatta sanatı ve sanatçıyı yok etmeye girişen bir hal aldı. Bunun böyle olmadığını düşünmek isterdik; kültür merkezleri, özel/bağımsız tiyatro mekanları, konser ve sinema salonları, galeriler ve elbette buradaki üretimin parçası olan tüm emekçiler, sanatçılar herhangi bir devlet desteğinden, hibesinden mahrum bırakılmasaydı eğer. Kısmi ya da şartlı bakanlık yahut yerel yönetim desteklerinin yaraya merhem olacak kuvvet olmadığı görülseydi eğer. Sanat mekânlarının hanesine vergi ve stopaj yazılmaya devam edilmeseydi, kapanmalarına göz yumulmasaydı eğer.
Yoksa cenazelerimizdeki ağıtların, düğünlerimizdeki oyunların da kaynaklık ettiği müzik, salgın karşısında bu kadar uzun süre susturabilir miydi? Bir yılı aşkın bir süredir müzik çalmıyor; (yazın yapılan sayılı konseri, online konserleri es geçmiyoruz tabii ki ancak yetersizliklerini de öyle) müzisyenler terk edilmiş, unutulmuş hissediyor, hayatına son vermeyi bile bir yol olarak seçebiliyor.
Birlikte olamamak konusunda müzisyenler çuvaldızı kendilerine batırsalar da pandeminin sektör ve bireysel yaşamlar üzerindeki etkisine bir paraf atacağız. Elbette kendi aralarındaki ve dinleyicilerinin dahil olduğu dayanışmanın altını da koyu koyu çizeceğiz.
Müziğin farklı bileşenlerinden; Mavi (müzisyen) kişisel çabasıyla başlattığı dayanışmayı, Mersin’den Ahmet Mustafa Sözmen (müzisyen) beklentisizliğini, İstanbul’dan Onur Olgun (müzisyen) acil taleplerini, Bodrum’dan Uğurcan Çakar (müzisyen) meslek tanımı ihtiyacını, Meltem Karasu (İzmir Müzisyenler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi) İzmir’de olşturdukları imeceyi, Ufuk Şafak (müzisyen) motorlu kuryelik yapmak zorunda kaldığını, Mehmet Onur Yılmaz (Solfasol Gazetesi) Ankara’da bir YouTube kanalı ile örgütledikleri desteği, Hünkar Çalışkan (tonmaister) pazarcılıkla hayata tutunduğunu, Serkan Fidan (Kadıköy Sahne işletmecisi, festival organizatörü, menajer) sektörün ekonomik kurgusundaki yanlışları ve Soner Olgun (müzisyen) pek çok açıdan, sektörün fotoğrafında görünenleri anlattı.
Altı hafta sürecek yazı dizimiz “Müzisyenler Anlatıyor: Salgın, Yalnızlık, Dayanışma”ya kulak kesilmeniz dileğiyle. Müziğin sesi kesiliyorken müzisyenin isyanı, çağrısı kayda geçsin diye…
***
Bir yılı aşkın bir süredir işsizlik, yaratımsızlık, “yok sayılmak” ve geçim derdiyle sınanan müzisyenler, kendi aralarında yahut da dinleyicilerinin dahil oluşuyla farklı şehirlerde dayanışma köprüleri inşa etmeye çalışıyor. Müzisyen Mavi bu dayanışma hatlarından birine tek başına başlattığı bir organizasyonla soyunanlardan. Dayanışmaya katılma çağrısını öncelikle meslektaşlarına hatırlatan Mavi, bu dönemde yaptıkları ve yapmadıklarıyla herkesin hatırlanması gerektiğini vurguluyor.
“Müzisyenler Anlatıyor: Salgın, Yalnızlık, Dayanışma” yazı dizimize başlarken Bodrum’da yaşayan Mavi’nin çabasından Mersin’de yaşayan gitarist Ahmet Mustafa Sözmen’in “İnancım yok, beklentim de yok” sözlerine uzanıyoruz. İki müzisyenin bakış açılarının buluştuğu köşedeyiz; buyrun.
Yekten konuya girmek istiyorum, şu an kurduğun mekanizmayı, ihtiyaç halindeki müzisyenlere ne şekilde ulaştığını ve bağışlarla neler sağladığınızı anlatır mısın?
Bir dayanışma ağı kurmaya çalışıyorum. Yaptığım çağrı da bununla ilgili. Destek olmak isteyenlerle desteğe ihtiyaç duyanları buluşturmaya çalışıyorum. Bazı insanları müzik çevresinden duyuyoruz, bazı insanları yakınları bize iletiyor ya da bizzat kendileri iletişime geçiyor. Bir taraftan da destek olmayan kişilerle yazışıyorum. Şimdi Derneği’nin resmî alt yapısını kullanarak yapılan bağışları ihtiyaç sahiplerine nakdi destek ve/veya erzak desteği (alışveriş kartı) olarak yönlendiriyoruz. Tabii bağış havuzu minik, ihtiyaç fazla olduğundan çok tatsız olsa da bir aciliyet sıralaması yapmak zorunda kalıyoruz.
Bu işe böyle kafan bir gün attı ve öyle mi soyundun?
Kaderlerine terk edildi binlerce insan, iyi zamanların “hadi bizi eğlendir şimdi” araçları, tamamen yalnız bırakıldı. Hem devlet, hem meslek birlikleri, hem müzik şirketleri, hem dinleyiciler hem de diğer müzik emekçileri tarafından. Bununla ilgili paylaşımlarda bulunuyordum, Sezi (Şimdi Derneği kurucusu) “böyle bir proje başlatmak istersen size destek oluruz, bizim altyapımızı kullanabilirsin” dedi. Zaten bir senedir İstanbul’daki 10 müzik emekçisine yardım ediyorlardı. Ancak derneğin projeleri çok sayıda ve yoğun olduğundan daha fazlasını yapmak adına, ancak böyle bir kurumsal destek söz konusu oldu.
En çok nelere ihtiyaç duyulduğunu gözlemliyorsun?
Kibirli hallerini bırakacak müzisyen dostlara öncelikle. Sevgili Kalben tek bir mesajla hemen dönüp neler yapılabileceğini sordu, hemen paylaştı, destek oldu. Ancak ısrarla haber ettiğimiz birçok isim şu an üç maymunu oynuyor. Belki etraflarındaki, orkestralarındaki ve hatta “tayfa”larındaki müzisyen dostları o kadar kötü durumda olmayabilir ancak; aile bakmaya çalışan birçok tur görevlisi, sahne görevlisi, meyhanelerde çalgıcılık yaparak hayatını kazanan binlerce kişi, djler, ses teknisyenleri, say say bitmez koca bir sektör var. Şirketlerin ve devletin sözde duyarlılıklarına inanmayı çoktan bıraktık, kişi bazında fark yaratabilsek keşke. Başkasının acısına “aman bu sefer yine sıyırdı beni” gibi bakıp uzağından geçmeye çalışıyor gibiyiz.
Şu an herkesin elinden geleni yapmasına ihtiyaç var. Kısıtlamaların kalkacağını umduğumuz yaz dönemine kadar bağış havuzumuzun ve kendi gücümüzün yettiğince destek olabilmek, merhem olabilmek istiyoruz.
Hem yardım almak hem yardım için bağış yapmak için size ne şekilde ulaşabilirler?
[email protected] adresine mail atabilirler, Instagram ve Twitter’da da Mavihaller hesabına dm [doğrudan mesaj] atabilirler. Sonrasında daha fazla bilgi ya da benim olası sorularım için telefonda da görüşebiliyoruz.
Başka müzisyenler için bir dayanışma ağı oluşturmak için koşturuyorsun da peki sen bir müzisyen olarak neler yaşıyorsun?
Kendimi hiç bulaştırmayayım aslında, çok uzun bir söyleşiye döner yoksa. Sadece şunu söyleyeyim, ben uzun zamandır “ne için, kimin için” sorularını sorup duruyorum. Pandemi benim için bir göz açıcı deneyim olmadı o anlamda; nasıl bir ikiyüzlülük içinde olunduğunu herkes için göz önüne serdi.
Anadolu Müzik Kültürleri Derneği, pandemi döneminde müzisyenlerin uğradığı hak ihlallerinin boyutlarını gözler önünde seren bir rapor yayımladı ve orada araştırma sırasında “İşinizle ilgili bir kaygı yaşadığınız zaman bu konuda destek almak isteyeceğiniz yer neresi olurdu?” sorusuna müzisyenlerin %22,7’si belirtilen hiçbir yere başvurmayacağını söylediği belirtiliyor.
Bu bağlamda müzisyenlerin halinden sadece müzisyenler mi anlayacak böyle?
Umarım öyle olacak. Kimse kimsenin halinden anlamıyor aslında. Çok büyük ve yankı uyandıran bir üzücü olay yaşanmadığı sürece harekete de geçmiyor. Hafızalarımız kısa vadeli ve zayıf. Can sıkarak, rahatsız ederek, yeri geldiğinde iğneleyerek müzisyenlerin daha zor durumdaki müzisyenlerin halinden anlamalarını sağlamaya çalışıyorum. Komik, değil mi?
Peki müzisyenler bu kadar görünür bir iş yaparken salgından bu yana içine düştükleri açmaz nasıl görünmez oldu?
İşte yaptıkları iş sayesinde görünürlerdi. İşler ortadan kalkınca onlar da sanki daha önce hiç var olmamışlar gibi bir hal yaşandı.
Eğlenceye, gençliğe, grup halinde harekete, içkiye bakış da belli. Bazı krizler bazı fırsatlar yaratmış oldu işte. Ha dinleyici cephesinde de bence çok şaşırtıcı bir durum yok. İki kuruşa albüm dinleyip, tek kelime ile bir videoyu aşağılayıp, hep yeni bir ürün/yayın bekleyip ona asla değer vermeme üzerine bir müzik alışkanlığı gelişti. Konser mekanları zaten bilindik 20 kişi hariç kimseyi görmüyordu, plak şirketlerine girmiyorum bile.
Ama yine de ilginçtir, bu dayanışmaya en büyük destek yine dinleyiciden geldi. Demek ki hâlâ emeğe değer veren bir kesim var içlerinde. Ne mutlu.
900 bin müzisyenden bahsediliyor. Ve devletin bu süreçteki yardımı ise aylık 1.000 TL ve üç ay olmak üzere toplam 3.000 TL ile sınırlı kaldı. Müzisyenlerin yorumu, bu çalışmanın sosyal destekten ziyade proje başvurusu formatında uygulanmak istenmesi. Müzisyenlerden, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğinden faydalanmak için mesleğini icra ettiğini gösteren video kayıt hazırlaması istenmiş. Destekten faydalanmak için 29.679 müzisyen başvuru yapmış olmakla beraber, destekten 24.522 kişi yararlanabilmiş. Başvuru yapanların yaklaşık %18’i söz konusu destekten faydalanamamış. Meslek örgütlerinden, bakanlıktan senin taleplerin neler?
Paralel bir evrende bakanlıktan bir talebim olurdu, bu evrende nefesime yazık. Proje oluşturursanız olur dendi, insanlar sahne fotosunu anısını paylaşmaya zorlandı. Yahu zaten meslek birliğine kaydolmuşsun, daha neyin ne ispatı gerekiyor?
Meslek örgütleri kendi paylarından bir kısmı dağıtsalardı ne hoş olurdu, ancak zaten eser sahibi olmayan birçok müzik emekçisi var, meslek birliğinin gücü öylesine bir yardıma yeter miydi o da başka bir soru.
Müzisyenler dediğimizde Tarkan da var Sıla da ama işte kafede, barda ya da düğünde çalan bir müzisyen de var. Ramazan davulcusu da… Bu insanların birbiriyle teması var mı? Bu kurulabilir mi sence?
Tam olarak bu dediğin teması kurmaya çalışıyoruz. Kalben ve zor durumdaki bir genç müzisyen birleşiyor mesela bir noktada. Ne büyülü, ne güzel bir şey.
Bu vesileyle müzisyen arkadaşlarına bir şey söylemek ister misin?
Elbette, herkesin içini görüyoruz bu dönem, yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla. Paylaştıkları ya da sustuklarıyla. Hatırlanılsın isterim.
Mersin’de yaşayan ve gitar çalan Ahmet Mustafa Sözmen, Türkçe ve başka dillerde rock müzik yapan cover gruplarında çalıyordu. Salgından önce tabii ki!
Son bir yılda toplam dört ay çalabildiğini söyleyen Sözmen, salgından önce ise haftanın dört günü iki farklı mekanda çaldığını ekliyor.
Şu an herhangi bir geçim kaynağı olmadığını anlatan müzisyen kira sorunu olmadığı ve bir süredir ailesinden ekonomik yardım alabildiği için kendisini şanslı sayıyor.
Bu zaman dilimini evde geçirdiğini aktaran gitarist Sözmen, “Hiçbir kurumdan ekonomik destek almadım. Sadece Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin bir organizasyonunda para karşılığında çaldım. Müzisyenlere destek amacıyla düzenlenen bir organizasyondu” diye belirtiyor. Sözmen, birlikte müzik yaptığı iki farklı gruptan arkadaşlarının ya başka işleri olduğunu ve onlara ağırlık verdiklerini ya da kendisi gibi ailelerinden destek aldıklarını anlatıyor.
Müzik gibi sahne sanatlarının daha fazla etkilenmesini anlaşılır gören Sözmen bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Her türlü kötü durumdan önce biz etkileniyoruz (salgın, terör, yas, ekonomik kriz). Bu tür durumlarda ilk hobilerimizden ya da eğlencemizden kısarız. Bu tarz mesleklerin toplumda önemli görülmemesi yanlış. Kültürel bir durum sanırım. Belki de bu sebepten gerçek anlamda örgütlenemiyoruz.”
Herhangi bir yetkili kişi, kurum ya da meslek örgütünden beklentisi olup olmadığı yönündeki sorumuza ise müzisyen, “İnancım olmadığı için bir beklentim yok. Kısa vadede salgını engellemek için uğraşsınlar” cevabını veriyor.