Açık Radyo'nun kurucularından Ömer Madra, Açık Radyo’nun editörleri İlksen Mavituna ve Didem Gençtürk, radyonun dünden bugüne uzanan yolculuğunu bianet'ten Evrim Kepenek'e anlatıyor.
(Evrim Kepenek'in bu röportajı bianet'in internet sitesinden alınmıştır.)
“1995 baharında yeni kurulma hazırlıkları içinde olan radyomuzun henüz var olmayan yayın akışını harıl harıl tartışmış, sonunda, her hafta irili ufaklı 100 küsur programdan oluşan zengin bir sebze çorbasını andıran bir genel program üzerinde anlaşmıştık.
"Formülden herkes memnun kalmıştı. Bir küçük mesele vardı yalnız: “Eşi menendi görülmemiş bu oyuncağın en fazla bir yıl ömrü olacağı kanaati bazılarımızda hayli yaygındı. Buna rağmen, kurucuların hepsi şu fikirdeydi: ‘Ne kadar kısa ömürlü olursa olsun, gene de denemeye değer!’”
Ömer Madra’nın “kısa ömürlü de olsa denemeye değer” diye anlattığı Açık Radyo bugünlerde 25’inci yaşını kutluyor.
Açık Radyo’yu “Koca bir megafona” benzeten Madra, "Dünyanın bütün müziklerine, bütün dillerine, bütün seslerine ve fikirlerine açık bir yayın yapıyoruz; her dönem daha yaratıcı yenileri ekleniyor ve bu böylece sürüp gidiyor" diyor.
Ömer Madra, Açık Radyo’nun editörleri İlksen Mavituna ve Didem Gençtürk, radyonun dünden bugüne uzanan yolculuğunu anlatıyor.
25 yıl önce/25 yıl sonra
25 yıl önce başladığınızda nasıl bir Türkiye vardı, bugün nasıl bir ülke var?
Soruların hepsine birden "bütünlüklü" ve özet bir cevap vermeye çalışalım.
Türkiye'yi de tek başına "özel" bir vak'a şeklinde değil, dünyanın –ve hep onunla birlikte dönen– bir parçası olarak ele almakta yarar olabilir. Ulus-ötesi bir yaklaşım da diyebiliriz buna – hatta "kozmik"!
Açık Radyo'nun yayına başladığı 1995 Kasım ayı ortasında insanlığın atmosfere saldığı CO2 vb sera gazlarının ortalama yoğunluk oranı, 360 ppm (milyonda parçacık) idi. 25 yıl sonra bugün, 14 Kasım 2020'de bu sayı 412 ppm.
Yani Açık Radyo'nun 25 yıllık yayın hayatı içinde toplam 52 ppm ısınma artışı olmuş. Yılda 2.6 parçacık artış. Üstelik hızlanarak artmış. Açık Radyo'nun gittikçe hızlanarak artan bilimsel rapor ve uyarı yayınlarının bu dehşetengiz gidişi önlemekte ne kadar işe yaradığı sorulabilir tabii.
Ancak, günümüzün önde gelen yorulmak bilmez iklim aktivistlerinin ülkedeki sayıları ve mücadele azmi de giderek artıyor ve bu artışta radyomuzun mütevazı bir payı olduğunu da belirtmek gerekir. İklim krizini ve iklim aktivizmini Açık Radyo'dan öğrendiğini "iftiharla" açıklayan aktivistler iklim adaleti arayışlarını azimle sürdürüyor.
Açık Radyo koca bir megafon
Dünyada da Türkiye’de de gittikçe kesifleşen kaotik bir çeyrek yüzyıla tanıklık etmeye ve onun yaygın tanıtıcılığını yapmaya çalıştık: Savaşlar, istilalar, barış ayaklanmaları, çatışmalar, cepheleşmeler, açlıklar, kıtlıklar, eşitlik mücadeleleri, adalet arayışları, komşularla sıfır sorundan komşularla sırf soruna, şiddet ve terör eylemleri, âkil insanlar, sakil insanlar, rüyalar ve riyalar, gerçekler ve gerçeklerden tümden tüymeler, yangınlar, yangılar, yanılgılar, adalet arayışları, adaletsizliklerin arş-ı âlâ’ya çıkışı, şahinlik şahikaları, hukukun üstünlüğünün gugukun üstünlüğüne dönüşü, demokratlığın otokratlığa dönüşü, yolluklar, yoksulluklar, darbeler, darbeciler, yargılamalar, yargısız infazlar, kitlesel katliamlar, kaçışlar, göçler, göçmenler, açlık, susuzluk, kuraklık, kitlesel yokoluşa uzanış, ırkçılık, ırkçılığa karşı mücadeleler, iklim yürüyüşleri, iklim adaleti mücadeleleri, eşitsizliğe karşı eşitlik mücadeleleri, korkunun olduğu kadar cesaretin de bulaşıcılığı. Velhasıl, bunların tümüne tutulmuş bir koca megafon…
1997 ve 1998'de Açık Radyo'nun –Pozitif'le birlikte– düzenlediği iki müzik şenliği, Manifesto'da belirtilen o "uluslararası kültür âleminin ayrılmaz bir parçası olma" hedefine yönelikti. Programcılarımızdan akademisyen Bülent Aksoy'un dediği gibi, kültürel mozaik işleri "cesaret ister"di ve "o iki şenlik bu ülkede düzenlenen en gayri resmî kültür şenlikleri" idi.
Açık Radyo yine 1998'de demokratik hukuk devletinin yerleştirilebilmesi için kitlelerin verdiği mücadelelere her zaman örnek olan 68 devrimini "Magnum'un Gözünden Dünyada 68" başlıklı sergisinin Türkiye'de de düzenlenmesine önayak olarak kitlelere yansıttı. Sergiyi 8 binden fazla insan gezdi ve 68 devrimi hakkında daha geniş bilgi sahibi oldu.
1999'da gündemde şenlik ve sergi yoktu, dayanışma seferberliği vardı, deprem vardı.
"Açık Radyo büyük barış gösterilerine bağlandı"
25 yıl önce yola çıktığınız gündem maddelerine yıllar içinde hangi konular eklendi veya eksildi?
Bu soruya cevap olarak, mesela savaş ve barış konusundaki yayın tarihçemize ilişkin küçük bir özet sunalım: Açık Radyo, yayına geçtiği gün, Bosna-Hersek'teki savaş henüz devam ediyordu; o da sözü ve müziği ile savaşta altta kalanların yanında oldu: Aylarca her gün Saraybosna'ya bağlanarak "Bosna Günlüğü"nü sürdürdü... Bir tuhaf küreselleşme mantığının doğal sonucu olan şiddeti, sahneye konduğu andan itibaren "izlemeye" koyuldu yani2003'te savaş rüzgârlarının esmeye başlamasından çok önce, Irak'ın ahlâk ve hukuk dışı işgaline belki de dünyada ilk "uyanan" ve karşı çıkan mecralardan biri oldu. Savaş tamtamlarını daha 17 ay öncesinden "okuyup" anlatmaya başladı, "kitle imha silâhları" dosyasındaki tehdidin "imkânsız" olduğu, daha dünya ahalisi raporları öğrenmeden önce bu radyoda söylendi, gelişmeler radyodaki günlük "Barış Bandı" programı üzerinden izlendi ve direnişin sesi yayında düzenli olarak yansıtılmaya çalışıldı...
Bu radyo insanlık tarihinin gördüğü en büyük barış gösterilerinde Londra ve New York'la bağlantıdaydı. Türkiye Cumhuriyet tarihinin en önemli Meclis kararlarından birinin alındığı gün Ankara'da yapılan tarihî kitle gösterisi sırasında Sıhhiye Meydanı'ndaydı: "Tezkere"nin reddine giden süreci "naklen canlı yayın"la gün boyu o meydandan aktardı.
2003'teki istila ve işgalin ardından, barışseverlerin ve barış aktivistlerinin "kurduğu" Irak Dünya Mahkemesi'nin 2005 yazında yapılan İstanbul Nihai Oturumu'nda tarihî Darphane-i Âmire binasındaydı Açık Radyo; tüm tanıklıkları ve Vicdan Jürisi'nin tarihî kararını, üç gün boyunca, belli periyodlarla naklen canlı yayında aktardı.
Açık Radyo, dünya barış hareketini, dünya adalet hareketlerini, Dünya Ticaret Örgütü Seattle toplantısındaki protesto ve mücadeleleri ("Battle in Seattle"), Cancún toplantısını, Dünya Sosyal Forumu Porto Alegre, Mumbai toplantılarını, Avrupa Sosyal Forumu Cenova, Cenevre toplantılarını, Amerika Halklar Zirvesi'ni, vb. mümkün olduğu oranda "içeriden" ve "gömülü" (embedded) medyanın dışından izlemeye çalıştı. Halen de, sessizliğin koyulaşan perdesini aralamaya çalışarak, izlemesini sürdürmeye uğraşıyor.
Dünyadaki Demokrasi, Adalet ve Haysiyet Ayaklanmaları: Dünyanın gidişatını izlemek için daima büyük bir gayret içinde olduğumuz halde, itiraf etmek gerekir ki, programcımız Profesör Ahmet İnsel, 2010 yılı sonunda, Açık Gazete içindeki kendi "Ufuk Turu" köşesinde bu konuyu gündeme getirmeseydi, baş döndürücü bir hızla değişen dünyanın gerçeklerine "ayılmamız" için biraz daha zaman geçmesi gerekebilecekti. Arap dünyasında yükselen müthiş isyan dalgasından, daha doğrusu, onun fitilini ateşleyen Tunus'taki başarılı halk ayaklanmasından söz ediyoruz. Tunus gençliği, uzak bir kasabada üniversite mezunu ama işsiz "işportacı" delikanlının polis devletinin hakaretine uğradıktan sonra incinen haysiyetini korumak için kendini yakması üzerine, onun tutuşan bedeninden oluşturduğu özgürlük meş'alesiyle ABD ve Batı destekli zalim ve yoz diktatörlüğün hırsızlık rejimini hayret verici bir süratle alaşağı etti. Aynı ateş, 1968 Devrimi kuşağının çok iyi hatırladığı bir deyimle bir "bozkır yangını" gibi, büyük bir hızla yayıldı ve Açık Radyo da o tarihten itibaren, bu sefer ipin ucunu kaçırmadan, meşalenin ışığını izlemeyi sürdürdü.
"Arap Baharı" adı verilen ve sonunda vahşice bastırılan Mısır Devrimi'ni, Bahreyn isyanlarını, Libya, Suriye ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki isyanları, İspanya'daki "indignados" hareketini, ABD'deki Occupy Wall Street ve her yana yayılan diğer "Occupy" hareketlerini, Şili'deki öğrenci gösteri ve isyanlarını, Kanada'da Quebec öğrenci-gençlik yürüyüş ve protestolarını, Yunanistan'da kemer sıkma politikalarına karşı isyan hareketlerini, Wikileaks gibi oyunbozanları (whistleblower) susturma ve bastırma girişimlerine karşı yürütülen ifade ve basın özgürlüğü mücadelesini, Türkiye'de 2013 "yazbaharı"nda pıtraklanan ve 2 ay sonunda bastırılan Gezi hareketini yakından izledi... 25 yılı biterken Açık Radyo dünyada, bölgede ve Türkiye'de ezilen, baskılanan insanların bilumum mücadelelerini izlemeye ve dinleyicisiyle paylaşmaya devam ediyor.
Bu 25 yıl içinde iki büyük trajedi yaşadık. İki programcımız, gazeteci-aktivist Hrant Dink ve gene gazeteci – aktivist Nuh Köklü, farklı tarihlerde güpegündüz sokak ortasında hunhar cinayetlerle hayattan koparıldı: Hrant 2007'de, Nuh 2015'te...
Demokrasi, hak, hukuk, adalet, barış ve aktivizm konularını ele alan haber ve yorum programları hiç eksilmeden, aksine sürekli ilavelerle devam edip durdu ve böyle gidiyor... Dünyanın bütün müziklerine, bütün dillerine, bütün seslerine ve fikirlerine açık bir yayın yapıyoruz; her dönem daha yaratıcı yenileri ekleniyor ve bu böylece sürüp gidiyor. Ayrıca "arı demokrasisi"nden, kokulara, günün karikatürlerinin anlatımından edebiyat başyapıtlarının okunmasına kadar her şey var.
"Hakikat anlatıcısı olmak..."
Tam 25 yıldır bir radyoyu aynı çizgide tutmak zor olmadı mı?
2011 sonunda Durban'da İklim zirvesi sırasında efsanevî radyocu, yazar ve aktivist Amy Goodman, kendisiyle yaptığımız mülakatta bağımsız yayıncılığın ne olduğunu sorduğumuzda şöyle demişti:
"Bağımsız bir medya, kesinlikle kritik ve vazgeçilmezdir. ... dinleyici tarafından doğrudan finanse edilen programlar çok daha iyidir. Hatta vazgeçilmez, can alıcı bir meseledir. Aynı zamanda, ben medyayı küresel bir şölen sofrası gibi düşünüyorum, dev bir mutfak masası gibi... Bu sofra savaş ve barış, iklim değişikliği veya bunun gibi ölüm kalım meselelerinin durmadan konuşulması gereken, herkesin birbiriyle özgürce konuşup tartışabildiği bir ortam olmalı. Bu şart. Bundan daha azı kabul edilemez. Medyanın bütün bunların enine boşuna tartışıldığı bir şölen sofrası olması şarttır."
Açık Radyo başından beri bu anlayıştan yola çıkmıştı; asıl hedefi basitçe bir "hakikat anlatıcısı" olmaktı ve başından beri hep bu ana çizgiye dürüstçe sadık kalmaya çalıştık – sanırım kaldık da.
Ne tesadüf! Amy Goodman da kendi Radyo/Tv'si Democracy Now!'un 25. Yılını bizim gibi bu yıl "idrak etti." Amy, 2020 Kasımında, Rolling Stone dergisinin tv yayınında müzisyen Julian Casablancas'ın yeni programına çıktı ve orada verdiği mülakatta tam da bunu söyledi işte:
"Bugün bu ülkede olup bitenlere, yani hareketlerin gücüne baktığınızda, toplumsal hareketlerin bir şeyleri değiştirdiği açık. Bizim de bu yolda, yani insanların çoğunluğunun sesinin duyulmasını sağlayacak yolda ilerlemeye devam etmemiz gerek. Bizim birbirimizle iletişim kurma şeklimiz medya aracılığıyla... bu iletişimin dürüst ve açık olması gerek. Ben medyayı devasa bir mutfak masası gibi görüyorum, dünyanın her bir yanına uzanan bir masa. Hepimiz bu masanın etrafında oturup günün en önemli konularını tartışıyoruz, savaş ve barış gibi, hayat ve ölüm gibi. Bunun daha azıyla yetinen her şey, demokratik bir topluma zarar verir."
Amy'ye bütün kalbimle katılıyorum: Şölen sofrasında her hafta 145 programcı, yüzlerce konuğu ile günün en can alıcı konularını konuşuyor ve bunları yüzbinlerce dinleyici ve podcast izleyicisi ile paylaşıyor Açık Radyo'da. Bunu yaptığımız sürece radyomuzun ibresini hiç kıpırdatmadan oracıkta tutmak hiç de zor olmayabiliyor.
"Açık Radyo dinleyicileri ile yoldaş..."
Açık Radyo'nun dinleyicileri ile özel bir bağ kurduğunu hissettim: Büyük bir kısmı gerçekten 25 yıllık dinleyicileriniz. Sizce de öyle mi? Bu özel bağı nasıl sağladınız?
Yüzyıl/binyıl başında, 2000 yılında AC Nielsen araştırma kuruluşu Açık Radyo için kapsamlı bir "Medya Güven Araştırması" gerçekleştirdi.
Araştırmada, Açık Radyo'yu her gün dinleyen "çekirdek-sadık dinleyici" 45,000 kişi; "en son bir önceki gün" dinleyen 80,000 kişi; "son bir haftada en az bir kez" dinleyen 120,000 kişi; "son üç ayda en az bir kere" dinleyen 200,000 kişi iken, 2001 yılı araştırmasına göre "en son bir önceki gün" Açık Radyo dinleyenlerin oranı yaklaşık 2,5 katına çıktı. (2001'de % 158'lik artış.)
Ayrıca, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın (İKSV) 2001 ve 2003 yıllarında, İstanbul Klasik Müzik Festivali, İstanbul Caz Festivali ve İstanbul Film Festivalleri sırasında yapmış olduğu araştırmalardan "en çok dinlenen radyo istasyonu"nun Açık Radyo olduğu sonucu çıktı.
Türkiye'de medya ve kurumlara güven ölçümleri konusunda, herhalde beklenebilir olan, ama yine de oldukça çarpıcı tespitleri içeren, biri kantitatif (nicel), biri de kalitatif (nitel) olmak üzere iki araştırma, Açık Radyo'da birbirini izleyen iki "Medya Konuşmaları" programında tartışılıp sunuldu.
2006 yılında "Medya Konuşmaları"nda 38 saatlik zengin bir program dizisi gerçekleştirildi. Türkiye'nin önde gelen yazar, gazeteci, gazete ve dergi yöneticisi, radyo ve tv yayıncısı, hukukçu, iletişimci, felsefeci, araştırmacı ve basın meslek temsilcilerinden yaklaşık 40 kişi, medya ve etikten reklamlara, bilgi edinme hakkından ombudsmanlık pozisyonuna, gazetecilik eğitiminden çevre gazeteciliği sorunlarına kadar medyanın çok çeşitli meseleleri üzerinde görüşlerini aktardılar. ("Medya Konuşmaları", Hollanda hükümetinin desteğiyle gerçekleştirildi.)
2018'in son günlerinde, yani yukarıda sözünü ettiğimiz "Medya Konuşmaları" ve "Medya Güven Araştırması" anketlerinden 12 yıl sonra, Açık Radyo olarak, Türkiye'nin en önemli araştırma şirketlerinden KONDA ile beraber büyük bir dinleyici anketi gerçekleştirdik.
3850 katılımcılı anketi dolduranların yüzde 51'i kadın, yüzde 49'u ise erkekti. Katılımcıların yüzde 17'si 18-23 yaş arası, yüzde 43'ü 33-48 yaş arası, yüzde 40'ı ise 49 yaş ve üzeri olarak belirlendi. Yüzde 7'sinin ilkokul, ortaokul ve lise mezunu olduğu anket katılımcılarının yüzde 54'ü üniversite, yüzde 26'sı yüksek lisans, yüzde 12'si doktora mezunu idi. Ankete dinleyicilerimizin şaşılacak kadar büyük bir ilgi gösterdiğini de araştırmacılardan öğrendik. Büyük bir dayanışma örneği olarak bunu bizim için para almadan gerçekleştiren KONDA kuruluşunun araştırma direktörü Bekir Ağırdır, ankete katılan dinleyicilerimizi şöyle tarif etti:
"Gerçekten özel, yani ülke ortalamasından farklı ve hayata müdahale etme konusunda çok daha aktif, eylemliliğe dönük bir kitle" olarak tariflediği Açık Radyo dinleyicisinin büyük çoğunluğu radyosunu şöyle tanımlıyor:
'Dünya ve Türkiye gündemine, yeniliklere açık, modern, sıcak ve eğlenceli' bir radyo".
"Anket sonuçları gösteriyor ki" diye devam ediyor Ağırdır, "Açık Radyo kendi izleyicileri, özellikle sadık izleyicileri gözünde, yoldaş."
Bu çok özel tarifle anlatılan "yoldaşımız" dinleyici, bu tuhaf maceranın içinde 16 yıldır bizimle beraber. Benzeri ülkemizde az görülen, belki de hiç görülmemiş bir dayanışma örneği sergiliyor.
Açık Radyo'nun dinleyici profili ve program içeriği ile dinleyici arasındaki bağlantı konusunda akademisyen Fırat Tufan'ın "Radyo Dinleme Ölçümleri ve Program Planlamasındaki Rolü" konulu tezi de oldukça aydınlatıcı bilgilere yer veriyor:
"Açık Radyo; kamu hizmeti yayıncılığı anlayışının, Türkiye'deki türünün tek örneği olması [...] Radyo ve Sivil Toplum Örgütleri ilişkisini farklı bir açıdan
değerlendirdiğimizde, özgür, bağımsız ve demokratik bir çizgide olan Açık Radyo,
ender yayın organlarından biri olarak karşımıza çıkar" [...] 13 Kasım 1995 yılında yayın hayatına başlayan Açık Radyo [...] yayınlarında kâr amacı gütmez. Tüm faaliyetlerini dinleyici destek projesi adını verdikleri proje kapsamında, gönüllü destekçileriyle sürdürür."
2004 yılında başlayan ve 2020'ye kadar kesintisiz sürdürülen "Dinleyici Destek Projesi" bir bakıma Açık Radyo'nun "yaşam biçimi"; Açık Radyo'nun bağımsızlığının sürdürülebilir olmasını hedefliyor.
"Açık Radyo Dinleyicisini Arıyor"
Dinleyici Destek Projesi, 2004 yılının Mart ayında "Açık Radyo Dinleyicisini arıyor!" şiarı ile başladı.
Amaç, kurucuların ve gönüllü programcıların kolektif çabasının, dinleyicinin katılımı ile tamamlanmasıydı. Yani, birkaç bin dinleyicinin, her yıl tekrarlanan sürekli maddi katkısı –ve fikrî katılımı– ile sürdürülebilir, kalıcı bir mecra olma hedefine ulaşmaktı. Bu kapsamda dinleyiciler seçtikleri programın istedikleri bir saatine destek verebiliyorlardı.
Birden fazla program, ya da aynı programın birden fazla saati de desteklenebiliyordu. Dinleyiciler, isterlerse taksitlendirerek, kredi kartıyla telefondan, internet üzerinden veya banka havalesi ile destek verebiliyorlardı. Seçilen program yayınlandığında destekçisinin adı da programın başında ve sonunda anılıyordu.
Dinleyici Destek Projesi, çok kısa sürede bir "radyo şenliği" halini aldı, tek bir gün olarak başlayan program, takip eden birkaç yıl içinde "dokuz gün 99 saatlik" bir yayında ülkenin önde gelen müzisyen, yazar, çizer, şair, edebiyatçı, oyuncu, yönetmen ve akademisyenlerinin, dinleyicilerle birlikte aktif empatik katılımı ile düzenli olarak 2020'ye kadar sürdürüldü. 16 Radyo Şenliği, ne yazık ki Covid-19 şartları sebebiyle bu sene yapılamadı.
Bununla birlikte, dinleyicinin desteğinin mucizevî bir şekilde azalmadan devam ettiği de sevinçle gözlendi.
"Açık Radyo devasa bir diyalog"
Günden güne değişen gelişen bir Açık Radyo var. Dün yola çıkarken bunu hayal etmiş miydiniz?
XX. Yayın yılımızda (yeniden) başlattığımız Açık Radyo Kitaplığı'nın ilk kitabı olan Biz Yaşarken...'in önsözünde bir "bilanço" vermiş ve şöyle demiştik: "Öyle ya da böyle, Açık Radyo yirmi yıldır konuşuyor işte. Durmadan konuşuyor. Milyonlarca, yüz milyonlarca, hatta belki de milyarlarca kelimeyle, heceyle, sesle, sedayla, tınıyla ve notayla kesintisiz konuşuyor... Bir monolog değil bu ama. Tam tersine, çok taraflı devasa bir dialog."
Dinleyici ile sürekli bir bilgi-fikir-duygu paylaşımına dayanan bu benzersiz diyalog, ayrıca dinleyicinin yıllar içinde büyüyen maddi desteği ile de serpilip gelişen bir bağımsız mecranın, ortaklaşa korunan ve yaşatılan değerli bir varlığın ya da – sevdiğimiz bir ifadeyle söylersek, bir "müşterek"in– olağanüstü macerasını da bağrında barındırmaktaydı. Olağan insanların elbirliği ile yarattığı bir müşterek'in olağanüstü macerasını. Yirmi yılın bir tür masal havası da taşıyan dökümünü o ilk önsözde iyi kötü özetlemeye çalışmıştık.
1995 baharında yeni kurulma hazırlıkları içinde olan radyomuzun henüz var olmayan yayın akışını harıl harıl tartışmış, sonunda, her hafta irili ufaklı 100 küsur programdan oluşan zengin bir sebze çorbasını andıran bir genel program üzerinde anlaşmıştık. Formülden herkes memnun kalmıştı. Bir küçük mesele vardı yalnız: Eşi menendi görülmemiş bu oyuncağın en fazla bir yıl ömrü olacağı kanaati bazılarımızda hayli yaygındı. Buna rağmen, kurucuların hepsi şu fikirdeydi: 'Ne kadar kısa ömürlü olursa olsun, gene de denemeye değer!'
20. yılın sonunda o kitapta dinleyiciye hitaben yazdığımızı şimdi 25. yılın bitimde minicik bir ilaveyle ve tekrar mutlulukla söyleyelim; hedefimiz gene aynı:
"... Ne sihirdir ne keramet! Sebze çorbamızın dumanı tütmeye devam ediyor! Hatta, malzeme arttıkça lezzeti de kesifleşiyor! Açık Radyo ekolojik-ekonomik-politik krizlerle çalkalanan fırtınalı okyanustaki zorlu yolculuğun 25 yılı sonunda geleceğimizi yerel-yatay-yavaşça nasıl şekillendirebiliriz, onu konuşmaya devam ediyor. Yolculukta yelkenlerimizi dolduran da sizin rüzgârınız! Siz olmadan yol alamayız. Sonsuz teşekkürlerimizle."
Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Binbir türlü alıntıyla tıka basa doldurduğum bu cevap listesini, yıllardır hayranlıkla izlediğimiz bir iklim aktivisti hakkında Jonathan Cook'un yeni yayımlanmış bir makalesinden yapacağımız bir aktarma ile bitireyim istedim:
"Bir ideolojik baloncuğun içinde hapsolmuş durumdayız – tıpkı malî benzerinde olduğu gibi patlayacak bir baloncuk bu.
Thunberg de baloncuğun dışında duran aklıselimin o sakin, küçük sesi. Korkmadan, kızmadan, yaltaklanmadan, onunla dalga geçmeye de kalkmadan o sese kulak verebiliriz. Ya da manyak oyunlarımızı oynamaya devam edebiliriz – ta ki baloncuk patlayana kadar."
Bugün atmosferdeki sera gazı yoğunluğu 412 ppm. Bu bir küresel kriz! Balona çok dikkat.
Gençtürk: Herkesin katkısı büyük
Geçen günlerde hazırladığım 25 yaş programında Açık Radyo'nun benim için yerini uzun uzun düşündüm ve bütün yetişkiliğimin burada geçtiğini söylemem gerektiğine karar verdim. 17 yıldır Açık Radyo'da çalışıyorum.
Dünyada yaşanan onca şeye Açık Radyo'nun kâinata açılan büyük penceresinden görme imkânı buldum. Bana her gün bir şeyler öğretmeye devam ediyor. Mütevazı radyomuzun stüdyolarından geçen herkesin bu çok sesli, çok renkli müştereğe katkısı büyük.
Dünyanın diğer ucundan bir müziği de, unutulmuş bir dili de duyabileceğimiz bir kaynak Açık Radyo.
Radyo'da anlatılması zor şeyleri - koku, fotoğraf gibi – bile bir yolunu bulup anlatan insanlar program yapıyor bu radyoda. İşte böyle bir radyo Açık Radyomuz. Şimdi 25 yaşına bastı. 52 yayın dönemidir çoğunluğu gönüllü programcılarıyla kâinata sesleniyor. İyi ki doğdun Açık Radyo!
Mavituna: Dünyadan öğrenmeyi sürdürüyoruz
Açık Radyo'nun kurulduğu günden bu yana sermaye gruplarından bağımsız oluşunun en büyük getirisi, yıllar içinde kazandığı hareket etme ve esneklik yeteneği olsa gerek.
Bir medya kuruluşu için nadir olan bu özellik, Açık Radyo'nun hep birlikte deneyimlediğimiz dünyanın ihtiyaçlarına cevap verme yeteneğini de belirliyor; ana akımın yapay gündemlerindense bağlı bulunduğu kolektifin, topluluğun yönlendirmelerine açık olmasını ve böylelikle yıllar içinde kendini geliştirip dönüştürmesini sağlıyor.
Mensubu olduğum bu kurumun içinde başta bir felsefeci olarak 15 yılı aşkın süredir var olabilmem, çok farklı işlevlerde ve pozisyonlarda bulunabilmem, işte bu esneklik ve cevap verme yeteneği ile ilgili; bana kalırsa bu Açık Radyo'yu genel medya manzarası içinde çok biricik bir yere koyuyor.
Kuruluş manifestosundan alıntılayacak olursak, Açık Radyo bağlı bulunduğu "meraklılar topluluğuyla" birlikte gelişmeyi ve dünyadan öğrenmeyi sürdürdüğü müddetçe hepimizin radyosu olmaya devam edecek. Ben de profesyonel ya da değil bu topluluğun parçası olmaktan büyük bir şevk ve heyecan duyacağıma, neredeyse eminim.