Arjantinli efsane futbolcu Maradona, 60 yaşında hayata gözlerini yumdu. Açık Radyo’nun 15. yılı için hazırlanan Açık Kitap’ta Bağış Erten, Maradona’yı anlatmıştı.
Diego Armando. 16’sında millî, 18’inde şampiyon, 22’sinde dünya yıldızı, 26’sında efsane, 31’inde kokainman, 44’ünde ağır yaralı, 50’sine gelirken TV yıldızı... Arjantinlileri kana kana mutlu eden de oydu, Napolilileri sevinçten ağlatan da, her hareketiyle dünyanın bütün futbolseverlerine orgazm zevki tattıran da... Futbolu sevmeyen kaldıysa hâlâ yeryüzünde, onu seyretmedikleri içindir. 1960 yılının Ekim ayının 30’unda doğdu. Sefil mi sefil bir mahallede, yoksul mu yoksul bir ailenin bilmem kaçıncı çocuğuydu. ‘El pibe de oro’ dediler ona: ‘Altın Çocuk’. Arjantinos Juniors takımıyla, Arjantin birinci liginde forma bulmaya başladığında takvimler 1975’i, nüfus kâğıdı ise sadece 15’i göstermekteydi. Daha 16’sındayken kendini mavi-beyazlı Arjantin formasını giyerken buldu. Herkes çabuk anlamıştı, ona bahşedilen şey, insanın eylemli varoluşuyla kazanılacak birşey değildi. O efsunluydu!
‘Tanrı’nın Eli’ golü
Daha yirmili yaşları bulmadan ve 1,66’lık boyuna aldırmadan Güney Amerika’da yılın futbolcusu seçildi. Dört Dünya Kupası gördü. 1986’da Meksika’da hepimizi Alice’in Harikalar Diyarı’na götürdü. İngiltere’ye iki gol attı, sanki otobiyografisini yazdı. (Tanrı’nın) Eliyle attığı gol, hayatının son bölümüne tekabül ediyordu belki de. Kötü yola sapan naif bir eliçabukluk... O gün maçta yutturdu, ama hayatta hep enselendi. Futbol topuyla oynar gibi oynatmadı yaşam onu. Ama aynı maçta bir gol daha atmıştı El Diego. Tanık olan hiç kimse ona sadece ‘gol’ demekle yetinmeyecektir. Bir mucizeydi o; ya da ilham perisiyle şeytani bir anlaşma yapmış sanatçının eşsiz doğaçlaması... Bu golü en güzel, takım arkadaşı Valdano anlatır: “Fubolu seven herkesin rüyasına girer o gol. Ben de o rüyaya bir yerden olsun sızabilmek için, golden sonra gittim topu ağlardan aldım. Hiç değilse masalın sonunda ben de vardım diyebilmek için.”
Kimi destekleyeceksiniz?
O turnuvada kupayı kaldırdı Maradona. Sonrasında ise herkes podyumda bir yer beklerken, o doğduğu toprakların çoraklığına hürmeten Napoli’yi seçti. Napoli halkı bu cevherin özüne çabuk vakıf oldu. Orta sahada oynayıp İtalya’da gol kralı olmayı başarmadan, takımını iki kez şampiyon yapmadan, UEFA Kupası’nı ellerine almadan çok önce sevmişlerdi onu... 1990 Dünya Kupası’nda bir kez daha çekti kılıcını. Ev sahibi İtalya’ya karşı Napoli’de oynanan maçta Napolililere söylediği söz, tarihin zabıt defterine şerh olarak düşüldü: “Ben size iki şampiyonluk verdim, ya İtalya size ne verdi? Yılın 364 günü sizi unutanları mı, yoksa beni mi destekleyeceksiniz?” Cevabı hazırdı Napolililerin. Tribünlerin yarısı Maradona’nın arkasındaydı. Finale de bu yürekle çıktı. Ama olmadı. “Çaldılar” dediği kupayı kaybetmişti. Masal burada sona erdi, kâbus başladı. Çünkü hayat şişede durduuğ gibi durmuyordu. Bizim uzaktan izlerken başımızı döndüren irtifa, Maradona’da hava boşluğu etkisi yaptı. İndi kayık, çıktı kayık/iniyor ka çıkıyor ka/in/çık... Artık o da herkes gibi fani dünyanın zevkleriyle tanışmıştı. İstikrar Arjantin dilinde karşılığı olmayan bir kelimeydi. Önce fetret dönemi, sonra da çöküş geldi. İsyan etmeye kalktı, lakin kahramanlara özgü niteliklerden yana pek zengin değildi. Meydan okumaya yetecek miktarda tevazuu El-Fiorito’da bırakmıştı, sicil defterinden de düşük not almıştı. Senaryo artık, ucuz pavyonlara düşen star şarkıcıların hayatına özenmeye başlamıştı. 1994’e kadar savruldu durdu. Sonra küllerinden yeniden doğmaya çalıştı. Ama haşarı yanı hep omzunun başındaydı. Dopingli mucizesi yakayı ele verdi. Oysa doping, yeteneği artırmazdı. Onun sadece resitalini sunacak enerjiye ihtiyacı vardı. Ama olmadı. Diego Armando Maradona... Hiçbir zaman kravat takmadı. FIFA’yı hiç sevmedi. Don Kişot olmayı tercih etti. Sanayiye dişli olmaktansa, zaaflarıyla, sevaplarıyla insan kalmayı seçti. Ama zaafları galebe çaldı! Belki de yeteneklerine ihanet etti diye, vücudu onu cezalandırmaya kalktı! Efsaneler genç ölür. Ama hasbelkader ölmezse yaşadığına da pişman olur. Beatles’ın dört üyesi de ölmeden cennete gitmeyeceğini söyleyen Diego, göz göre göre uçuruma doğru koşmaya başladı. Hayranlarının görmeye kıyamadığı bir kiloda ölümü ziyaret etti, sonra Fidel Castro’nun yardımıyla geri döndü. Köprüden önceki son çıkıştan çevirdi hayatını. Santa Maradona şimdi kendisiyle barışmanın mutluluğunu yaşıyor. Bundan sonrası ne olur bilinmez. Kim onun ne yapacağını önceden görebildi ki? Ona defans yapmak kolay mı sanırsınız? “Tanrı Maradona’yı, o da futbolu yarattı” demişti bir Napoli taraftarı. O zaman, hikmetinden sual olunur mu? Zaten boşa kurmadı hayranları Iglesia Maradoniana’yı, yani Maradona Kilisesi’ni. şimdi tapınakta mumlar yanıyor hâlâ. Onun doğumunu milat kabul edenler, ölmeyeceğine de inanıyor...