King Kong: Adı üstünde, tarifi zor bir program. Ele avuca gelmez. Tür tanımaz. Sınır tanımaz. Zaman tanımaz. Öte yandan, kendine uygun bulduğu ‘her şey’i tanır ve benimser. Midesi geniş, gönlü ferah, neşesi yerindedir.
Gökhan Akçura'nın Manifold yazısı...
Hikâyenin başlangıcı bundan yirmi yıl öncesine kadar uzanıyor. Deniz Pınar arkadaşımız (Detone Deniz namıyla maruf), vakti zamanında Atlas Pasajı’ndaki dükkânında çoğumuzun bilmediği bazı müzikleri pazarlamakla meşguldü. Bir gün bana ilginç bir kitabın fotokopisini gösterdi: Incredibly Strange Music yazıyordu üstünde. Müzik tarihinde hoşluklarıyla değil, hadi boşluklarıyla demeyelim ama aykırılıklarıyla yer bulan işleri anlatan bir kitaptı bu. Deniz konuyla ilgilendiğimi görünce zulasından plaklar çıkarmaya başladı. Garip enstrümanlarla doldurulmuş eski film müzikleri, kimsenin hatırlamadığı çocuk şarkıcılar, Moog’la icra edilmiş Beatles parçaları filan… Ben de kendi repertuarımdan bu kaleme girecek neler vardır diye düşünmeye başladım hemen: Screamin’ Jay Hawkins’in ‘ıkınmalı’ parçaları, korku filmlerinden vampir efektli bölümler, hatta eski taş plaklarda kahkahayla icra edilmiş şarkılar. İyice sardım bu işe… Derken, bunlardan bir radyo programı yapsak da millet yararına mı soksak, yoksa yapmasak da kendi başımıza mı dinlesek diye düşünmeye başladım. Böylece Deniz ve bendenizin, Açık Radyo’da “King Kong” adlı programımız doğmuş oldu. “Niye King Kong?” diyenlere, sünnetçinin vitrin fıkrasını anlatıyorduk. Hani, adam saat koyuyormuş da anlamayanlara “ne koyacaktık ki?” diye cevap veriyormuş. Hemen bir basın bülteni hazırlayıp meseleyi kamuoyuna açıklamaya çalıştık:
“King Kong: Adı üstünde, tarifi zor bir program. Ele avuca gelmez. Tür tanımaz. Sınır tanımaz. Zaman tanımaz. Öte yandan, kendine uygun bulduğu ‘her şey’i tanır ve benimser. Midesi geniş, gönlü ferah, neşesi yerindedir. Ukalalığı elden bırakmaz (Bir örnek: Ukala Arapça akıllılar anlamına gelir aslında). Araştırıcıdır. Hınzırdır. Keşfetmeyi sever. Sürpriz yapmaya bayılır. Tarihe meraklıdır. Ama bugün yapılmaktadır. Hem de canlı canlı… King Kong işte bu anlatmakta zorluk çektiği ‘bir nev'i radyo programı’nı yaparken, zengin bir arşive dayanır. Ama bunu paylaşmayı sever. Dünya’nın ve Türkiye'nin çeşit çeşit seslerini, müziklerini eteğine doldurmuş, sevgili dinleyicilerine bila ücret dağıtır…” Yerimiz dar, alıntı bu kadar!
Açık Radyo’daki ilk “King Kong” programının ses kaydı, 5 Kasım 1998. Part 1, Part 2.
Bu iddialı programı götürmek hiç de kolay olmadı. Bir kere bizim koleksiyonumuz yeterli değildi. Özellikle, bu acayip müziklerin Türkçe benzerlerini bulmak gibi bir derdimiz de vardı. Ben eskici eskici, bitpazarı bitpazarı dolaşmaya başladım. Bize yardım edenler oldu: Ercan İmre, Anabala Pasajı’ndan Volkan, Gökhan Aya, Naim Dilmener ve şimdi adını hatırlayamayacağım bir sürü koleksiyoncu. Zaten bu işin özü koleksiyonculuktu. Zamanın yok ettiği, değersiz diye çöpe atılmış plaklardı malzememiz. “King Kong” radyo programımıza zaman zaman ilginç konuklar da katıldı. Murat Ertel çocukluğuna hükmeden, Adnan Varveren’den Âşık Mahzuni’ye uzanan 45’liklerini sırtlanıp geldi. Ayla Algan “Koca Öküz”den “Tchaka Tchaka Zuktu”ya şarkıcılık serüvenini anlattı. Naim Dilmener Fecri Ebcioğlu’nun sunduğu şarkılardan söz etti. Alper Maral theremin adlı dünyanın ilk elektronik enstrümanını tanıttı bize. İnsanoğlunun aya ayak basışının yıldönümünde, Açık Radyo’da “Aya Seyahat” adlı bir program yapan Orhan Cem Çetin’i çağırdık. Final şarkımız elbette ki Şemsi Yastıman’ın “Uzaylılar Hoş Geldiniz”iydi… Murat Meriç Arkadaş Radyo’da bir zamanlar yaptığı “Çıtır Çıtır” adlı eski 45’likler programını hatırladı bizimle birlikte…
The Jimmy Castor Bunch, “King Kong”
Programın adından dolayı, hiç aklımda yokken King Kong figürünün de peşine düştük tabii. Filmleri seyrettik, afişlerini bulduk, soundtrack’leri eşe dosta ısmarladık (daha Amazon’la tanışmıyorduk). Hatta programı geniş kitlelere (!) duyurabilmek için ilk King Kong filminin afişini araklayıp üzerine montajla kendi bilgilerimizi yazıp arkadaş matbaalarında bastırdık. Kahve kafe İstanbul’un dört bir köşesine dağıttık. Ardından bir de parti yaptık Eski Yeşil’de. Açık Radyo partileri kapsamında, ama King Kong repertuarında. Dans ettirmek için twist’ler, funk’lar filan da ekledik playlist’e. Fena da olmadı…
Radyodaki program iyiydi de zordu. Ha bire malzeme bulmak için dükkân dükkân, kapı kapı dolaşıyordum. Gece yarısından sonra millet açıp dinlesin diye teşvik mahiyetinde hediyeler de dağıtıyorduk. Bu hediyeleri vermek için plak şirketlerine yüzümü kızartıyordum. Konuklar için ayrı bir mesai harcıyordum. Deniz, hem işinden hem de tabiatından dolayı pek omuz veremiyordu. Dinleyicilerimiz memnundu, on ikiden sonra filan demeyip bizi arıyor, programa katılıyorlardı. Program bitince üzülenleri çok oldu. Mektup bile yazıp sitem ettiler… Onlar da haklıydı, ama biz de haklıydık… Hadi utanmayıp bu mektuplardan birini buraya koyalım:
“Sevgili Gökhan Akçura ve Deniz Pınar,
Yaşım 34. Radyonun altın çağına olmasa da güzel günlerine yetişmiş biriyim. Orhan Boran’dan Yuki’yi, Zeki Müren’den ‘gözünüz yolda kulağınız bende olsun sevgili şoför kardeşlerim’i, Halit Kıvanç’tan maç nakillerini, radyo tiyatrolarını çocukluğumun en güzel anıları arasında saklarım. 60’lı yılların sonlarına ve 70’li yıllara denk gelen çocukluğumu bir şekilde yeniden yakalamak için bitpazarlarını sahafları dolaşır, plak vb. toplar, bol bol Türk filmi seyrederim (Deniz Bey’le de dükkânında iki tek atmışlığım vardır). Açık Radyo dinlerim, başka radyolara yüz vermem. Bana radyonun radyo olduğu zamanları hatırlatır. Tarifi zor bir radyodur. Tarifi en zor programı da King Kong’dur. King Kong, her hafta bir saat boyunca beni çocukluğuma, gençliğime, kimi zaman yaşadığım, kimi zaman az farkla kaçırdığım, kimi zaman yanına bile yaklaşamadığım günlere, sadece geçmişe değil bazen de geleceğe götürür, daha doğrusu hiç karşılık beklemeden ve sakınmadan o günleri bana armağan eder. ‘Bitmedi…Yanında bir de şöyle kırılmayan tarak!’ misali dinleyenlerine CD, kitap, poster vb. dağıtır; onlardan da kazanır, sevinir, saklarım. Programları bazen kaydeder, eşe dosta dinletirim. Mesela Öztürk Serengil programının kaseti bizim evde en çok dinlenen kasettir. Hasılı, King Kong programını, çok ama çok severim. Hazırlayanların, yayınlayanların elleri dert görmesin.
Geçtiğimiz Perşembe programı bitirdiniz. ‘Tekrar yayınlanıp yayınlanmayacağı da belli değil’ dediniz. Gökhan Bey, Deniz Bey, sizin programınızın dinleyicilerinin kalpleri hassas olur, böyle yükleri kolay kaldıramazlar. Tamam yoruldunuz, dinlenmek hakkınızdır, tatil yapınız ama ne olur programımızı da bizden almayınız. Poyrazlı denizde bir şambrel bulup sarılmışız, bizi alaşağı etmeyiniz. Lütfen Ömer Bey’e de söyleyiniz, ‘King Kong is back’ durumu olmazsa ona da küseriz. Bizim küsmelerimizin ve üzülmelerimizin tarifi zordur.
En yakın zamanda tekrar görüşmek üzere selamlar, sevgiler.
Cem Pekman”
Radyo programı bitti ama, benim merakım bitmemişti. Bu merakımın ürünlerinin bir bölümü daha sonra Aya Seyahat adlı kitabımda yazıya döküldü. Yazılar tamam yazılıyordu da, plaklar ve CD’ler ne olacaktı? Koleksiyona başlanmıştı bir kere, durmak olmazdı. Screamin’ Jay Hawkins’in kıyıda köşede kalmış almadığım başka hangi albümü vardı acaba? Theremin’le senfonik parçaları çalan müzisyenler kaç plak doldurmuştu? En ince ve en kalın sesli şarkıcılar kimlerdi? Eh artık internet çağında ulaşamayacağınız yer de olmadığını düşünürseniz, ifrat tam gaz başını almış gidiyordu. Ne olacaktı tüm bu kayıtlar? Ne işe yarayacaktı?
Hikâyenin bu noktasında, bizim Baba Zula tayfasının bir zamanlar Beşiktaş’ta açtıkları Misket Şarapevi devreye giriyor. Bizim artık pop üstadı statüsüne geçmiş Murat Meriç kardeşimiz, burada müzikli geceler yapmaya başlamıştı. Adını da “Türk-İş Funk” koymuştu. Artık Facebook çağına geçmiş olduğumuzdan orada şöyle tanıtıyordu bu geceleri: “Türkçe funk, psychedelic rock ve eğlenceli pop şarkılarının çalınacağı partimiz her zaman olduğu gibi saat 20.15’te Yonca Evcimik’in “8.15 Vapuru”yla başlayacak. Neler mi var? Buyrun: 1960’lı yılların başında yapılmış psychedelic rockdenemeleri; 70’li yıllarda dışa açılma sevdasıyla ecnebice plaklar yapmış yerliler ve 60’larda bize Türkçeyi öğreten ecnebiler; 90’ların gubidik şarkıları…” Anlaşılacağı gibi Murat Meriç kardeşimiz, bizim yıllar önce Açık Radyo’da yaptığımız programın Türkçe plaklar kutusunu eline geçirmişti. Gittik dinledik, memnuniyetimizi bildirdik. Misketçiler “sen de gelip çalsana” diye buyurunca, evde öyle durup duran CD raflarını hatırladık. King Kong kanımıza girmişti bir kere. “Murat Türkçe yapıyorsa, biz de gâvurcasını yapamaz mıyız?” dedik. Bilgi Üniversitesi’nde tanıştığımız bir Incredibly Strange Music fanatiğini (Can Sungu) yanımıza aldık. Gecenin adını da “King Kong İstanbul’da” koyduk, oldu bitti!
King Kong İstanbul’da gecemiz için afiş gerekince, yıllar önce radyo partisi dolayısıyla Tunç Örer’in (kendisi acayip bir illüstratördü, ne yazık ki erken kaybettik onu) çizdiği Boğaz Köprüsü’ne sarılmış King Kong resmini hatırladık. Rauf Kösemen kardeşimiz ajansıyla işe el koydu, güzel bir afiş hazırladılar.
King Kong İstanbul’da” gecesi için afiş, 10 Ekim 2007, illüstrasyon: Tunç Örer
Playlist’imizi yaptık ve tanıtıma başladık:
“Nasıl yani? Ne zaman geldi bu koca goril İstanbul’a?
Efendim film olarak ilk gelişinden, Adalet Cimcoz’un seslendirme hatıralarından filan bahsetmiyoruz burada, dikkat isterim…
Meselenin kökenleri eski bir Açık Radyo programına uzanır (burada tekrar etmeyelim, yukarda anlatmıştık zaten, atlayarak devam edelim). [...] Incredibly Strange Music karşılığı, serbest bir çeviriyle “pekhoş elacaip müzik” dedik alt başlığında… Yerli “elacaip”leri Murat Meriç çalıyor zaten. Farklı sulara yelken açalım dedik. Peki neler çalacağız? Mesela; Screamin’ Jay Hawkins, Brigitte Bardot, The Dresden Dolls, Mungo Jerry, Grace Jones, Sex Mob, Marilyn Monroe, Devo, Jimmy Castor Bunch, Jane Birkin, Pizzicato Five, Boney M., Tiger Lillies, Eartha Kitt, Bonzo Dog Doo-Dah Band, Yma Sumac, Tomita, April Stevens, Messer Chups, Clara Rockmore, Darío Moreno, Martin Denny, Klaus Nomi, Sophia Loren, Chuck E. Weiss, Natacha Atlas, Big Bad Voodoo Daddy, Yello, Amanda Lear, Falco, Brian Setzer Orchestra, Kultur Shock ve sırası gelince sahneye çıkacak daha nicesi…
Garip, saçma, komik, erotik… Dans sekanslarımızda oryantal şala la la, rakın rol ve tvist, eski moda fank filan da olacak…” diye devam ediyordu işte… Millet bol bol dans ediyor, evde yapılmış şarap şişeleri birbiri ardına boşalıyordu. Misket yetmedi, Arnavutköy’de yine vakti zamanında açılmış olan Abracadabra’da da benzer geceler yaptık. Hatta bir yılbaşı partisi bile… Sonra? Sonra rafa kaldırdık King Kong’umuzu…
“King Kong İstanbul’da” gecesi için afiş, 2008, tasarım: Hakan Akçura
King Kong şimdi benim ofis evimde, kapının arkasına bir poster olarak asılı duruyor. Şarkıları hâlâ raflarda dizili. Arada sırada dinliyorum. Sesi hâlâ güçlü çıkıyor. Ben şehirden epeyi uzaktayım, acaba o yine İstanbul’da mı?
EK:
King Kong hediye CD’leri.
Misket’de program geceleri evde üretme CD’ler yapıp dağıtıyorduk.
Bunlardan birinin “içindekiler”ini sıralayalım:
1. Tom Waits, “King Kong” 5:29
2. Darío Moreno, “İstanbul” 2:42
3. Dan Bau Vietnam, “Riders in the Sky” 3:41
4. Devil's Anvil, “Shisheler” 2:49
5. Hot Butter, “Mah Nà Mah Nà” 1:49
6. Egil Hauges Trio, “Skräcködlan” 1:47
7. Jimmy Castor Bunch, “Bertha Butt Boogie” 6:12
8. Akiko Kanazawa, “Yellow Submarine Ondo” 3:23
9. Ganim's Asia Minors, “Daddy Lolo” 2:09
10. Macho, “Mucho Macho” 3:53
11. Dave Dee, Dozy, Beaky, Mick & Tich, “Zabadak!” 3:58
12. Vijaya Anand , “Neeve Nanna” 4:01
13. Bonzo Dog Doo-Dah Band, “Straight From Heart” 3:07
14. Asha Bhosle, “Pyar Zindagi Hai” 7:25
15. Klaus Nomi, “Cold Song” 4:05
16. Devo, “I’m A Potato” 2:39
17. Screamin’ Jay Hawkins, “I Am The Cool” 4:19
18. Insane Clown Posse, “Great Milenko + Hokus Pokus” 6:17