Dünya Mirası Adalar'ın 2 Kasım'da yayınlanan programının sonrasındaki gelişmeler ve adalar ölçeğinde Özel Çevre Koruma Bölgeleri'ni Av. Pervin Çelik yazdı.
“Bundan böyle, ülkenin bütün planlama ve imar kararlarının Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yapıldığına tanık olacağız.”
5 Kasım 2021 tarihli ve 31650 sayılı Resmi Gazete’de, Cumhurbaşkanlığı kararıyla “bazı alanların” Marmara Denizi ve Adalar Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edildiği yayınlandı. Bu karardan kısa bir süre önce de Sedef Adası ve Kaşık Adası’nın yeni sit derecelendirmesine ilişkin Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı kararları yayınlanmıştı.
Henüz doğal sit alanlarının yeniden derecelendirilmesine ilişkin kararların ne anlama geldiği, bu kararların adı geçen adalardaki yapılaşmaya yönelik sonuçları, yine bu alanlarda plan yapma yetkisinin hangi idarede olduğu konuşulup tartışılırken Cumhurbaşkanlığı kararı yepyeni bir tartışmayı başlattı.
Bu kararla birlikte, İstanbul İli Adalar İlçesi ile Balıkesir İli Erdek ve Marmara İlçelerinde her ölçekteki plan, plan kararları ve projeler konusunda yapılacak değerlendirmeler sonuçlanıncaya kadar uygulamalar durduruldu. Yani bu üç ilçede, daha önce yapılmış planlar varsa, ada ve parsel bazına kadar yeniden incelenmesi, doğal çevreyi olumsuz yönde etkileyeceği belirlenen projelerin yeniden yapılması veya değiştirilmesi; planı olmayan yerlerin ise gerekli görülen her ölçekteki yeni plan ve projelerinin yapılması yetkisi artık Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na geçti.Ruhsat almış ama su basman seviyesi tamamlanmamış inşaatlar ve uygulamalar ise yeni kararlar alınıncaya kadar durduruldu.
Bir bölgenin Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilmesinin sebepleri ve sonuçlarını anlamak için ilgili mevzuata baktığımızda dağınık ve karmaşık bir tablo görüyoruz. Aslında sebebi basit; ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik öneme sahip alanların gelecek kuşaklara korunarak aktarılabilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmak. Türkiye’de önceki yıllarda ve çoğunlukla da 1990 yılında ilan edilmiş Özel Çevre Koruma Bölgeleri arasında Fethiye-Göcek, Kaş-Kekova, Köyceğiz-Dalyan, Patara, Saros Körfezi, Finike Denizaltı Dağları, Pamukkale, Tuz Gölü, Datça-Bozburun Yarımadası, Ihlara Vadisi, Tuz Gölü ve Salda Gölü gibi alanlar yer alıyor. Son Cumhurbaşkanlığı kararının ekindeki krokide, Boğaziçi’ni, Haliç’i ve Çanakkale Boğazını da içine alacak şekilde Marmara Denizi’nin tamamını kapsayan ve çevresindeki İstanbul, Kocaeli, Yalova, Bursa, Balıkesir, Çanakkale ve Tekirdağ illerinin kıyı kenar çizgisi esas alınarak sınırları belirlenen bir alan görüyoruz. Toplamda 1.223.666 hektar büyüklüğünde ve bugüne kadar ilan edilmiş alanların en büyüğü. ÇŞB verilerine göre Türkiye’de son ilanla birlikte toplam 19 ÖÇKB bulunuyor. Bunların büyük çoğunluğu 1990 yılında ilan edildi.
Başkanlık artık yok ama kendisini kuran karar halen yürürlükte
Cumhurbaşkanlığı kararı 19/10/1989 tarihli ve 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye işaret ediyor. Adı geçen kararnamenin tam adı “Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname”dir. Başbakanlığa bağlı, ayrı tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu iken, 2011 yılında 648 sayılı KHK ile Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı kapatılmış ve 383 sayılı KHK’da tanımlanan iş ve işlemlerin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı birimlerince yürütülmesine karar verilmiştir. Yani 383 sayılı KHK ile kurulan başkanlık artık yok ama başkanlığın kurulmasına dair KHK yürürlükte.
Mevzuattaki karmaşa bununla kalmıyor. 2018 Anayasa değişikliğinden sonra 10/07/2018 tarih ve 30474 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin bir maddesinde 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Özel Çevre Koruma Kurumu’na verilen görevler, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü’ne verilmiş, bir diğer maddesinde ise bu alanların tespit, tescil ve ilanına ilişkin usul ve esasları belirlemek, bu alanlarda her tür ve ölçekte plan yapmak, yaptırmak, onaylamak uygulamak, kullanım yasağı getirilen alanları kamulaştırmak, kontrol ve denetim yapmak, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki alanlarda her türlü tasarrufta bulunmak, işletmek, işlettirmek, kullanım izinlerini vermek gibi yetkiler ise Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir. Yeri gelmişken Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü ile Genel Müdür Yardımcısı’nın yakın zamanda Cumhurbaşkanı tarafından görevlerinden alındığını ve yerlerine yenilerinin atandığını da bir dip not olarak söyleyelim.
Özel Çevre Koruma Alanı Çevre Kanunu’nda tanımlanmış özel korunan alan statülerinden biri. Kanun, ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan, çevre kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı toprak ve su alanlarını, biyolojik çeşitliliğin, doğal kaynakların ve bunlarla ilgili kültürel kaynakların gelecek kuşaklara ulaşmasını sağlamak, bunun için gerekli düzenlemeleri yapmak amacıyla bir bölgenin Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve ilan edileceğini öngörüyor. Görüldüğü gibi bu yerler çoğunlukla ekolojik açıdan hassas alanlar ve bu alanların çevre kirliliğine karşı korunarak sürdürülebilirlik ilkesiyle gelecek nesillere aktarılması amaçlanmıştır. Bugün ise, Marmara Denizi’nde yaşanan müsilaj nedeniyle bu kararın alındığı ileri sürülebilirse de bunun ÖÇK ilanı ile bağdaşır bir tarafı yoktur. Marmara Denizi gibi yıllardan beri çevresindeki sanayi alanları ve yerleşmeler nedeniyle yeterince kirlenmiş, zarar görmüş, bugüne dek korumaya yönelik olarak Çevre Bakanlığı tarafından alınacak diğer önlemleri alınmamış bir yerin bugün daha çok üç ilçedeki imar planları ve uygulamalarına endeksli bir kararla koruma altına alındığını söylemek abesle iştigaldir. Marmara Denizi’ni kirleten bu üç adaymış gibi…
"Özel Çevre Koruma Bölgesi" nedir?
Bir alanın Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak belirlenmesi için aşağıdaki özelliklerden bir ya da birkaçını ihtiva etmesi yeterli:
- Türkiye ve dünya ölçeğinde nadir biyolojik, ekolojik ve jeomorfolojik özellikleri içeren,
- Kara ve su ekosistemi bir bütünlük ve devamlılık gösteren,
- Canlı tür ve çeşitleri bakımından endemik, nadir ve nesli tehdit ve tehlike altında olan türleri barındıran,
- Doğal, tarihi ve kültürel değerler açısından milli ve milletlerarası önemi haiz, ancak kentleşme, ulaşım, turizm, tarım ve sanayi gibi sektörlerin tehdidi ve baskısı altında ekolojik açıdan hassas olan alanları içeren,
- Gelişmiş yerleşme bölgeleri dışında kalan, ekolojik değerleri esas alarak korunması ve geliştirilmesi gereken,
- Sahip olduğu biyolojik ve ekolojik özelliklerin bozulmadan devamlılığını sağlayacak, çevresindeki mekan ve sektörel ilişkiler itibarıyla bütünlük taşıyan, ekosistem bütünlüğünü sağlayan,
- Doğal ya da yarı doğal ekosistemleri temsil eden, önemli ya da tehlike altındaki tür popülasyonlarını içeren,
- Doğal ve kültürel etkileşimin ve geleneksel kullanımın devamlılığını sağlayan,
- Doğal yaşam gerekleri göz önüne alınarak uygun faaliyetlere olanak sağlayan alanlardan olması gerekir.
Nitekim bu nitelikler de bize daha çok bozulmamış, gelişmiş yerleşme bölgeleri dışında kalan yerleri işaret ediyor.
Cumhurbaşkanlığı kararının, Sedef ve Kaşık Adası için belirlenen son sit derecelendirme kararları üzerinde bir etkisi olacak mı? 383 sayılı KHK, 2863 Sayılı Kanun çerçevesinde ilan edilen sit kararlarının devam edeceğini, ancak kurumca hazırlanan plan ve projelere göre gerektiğinde sit kararı içinde yer alabilecek yeni yapılaşmalara ilişkin bina yüksekliği, taban alanı ve kat alanı katsayısı gibi değerlerde azaltmaya gidilebileceğini veya bu yapılaşma şartlarının tümüyle kaldırılabileceğini öngörüyor; “yapılan veya revize edilen planların hazırlanması aşamasında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulundan görüş alınır, Yüksek Kurul da sit alanlarının iptalinden ve tescilinden önce başkanlıktan görüş ister, kamu kuruluşlarınca bu alanlarda yapılacak her türlü yapı ve tesis için başkanlığın görüşü alınır” diyor. Bu düzenlemeler yapıldığında, sit alanlarında planlama, koruma, kullanma ve denetleme koşullarına ilişkin farklı idarelerde olan yetkilerin, Başbakanlığa bağlı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nca denetlenip, koruma amacına uygun olmayanlar üzerinde korumaya dönük/yapılaşmayı azaltıcı değişiklik yapılabileceği düzenlenmişti. Oysa şimdi Özel Çevre Koruma Başkanlığı diye ayrı bir kurum olmadığı gibi doğal sit alanları da özel çevre koruma alanları da aynı bakanlık tarafından belirlenmekte, planlanmakta ve yönetilmekte olduğuna göre kim kimi denetleyecek sorusunu sormadan edemiyoruz. Hatta doğal sit alanlarının Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na devrinden sonra, bakanlık bürokratlarının hazırladığı yönetmeliklerle bu alanların yavaş yavaş doğal ve ekolojik yapısını bozacak nitelikte çeşitli yapılaşmalara olanak tanır hale getirildiğine, neyse ki bunlardan bir şekilde dava konusu olanların Danıştay tarafından iptal edilmesine rağmen bakanlık cephesinde korumaya değil korumamaya yönelik bir çabanın olduğuna tanık olduğumuzu söylemeden geçemeyeceğiz.
"Kurda kuzuyu teslim etmek"
Bu alanlarda yerel idarelerden kopuk, merkeze kayan yönetim anlayışının getirdiği sorunlar ise gittikçe daha da büyüyecek gibi görünüyor. Bu son kararın ise daha önce ilan edilmiş ÖÇKB’lerinden farklı olduğunu, ekolojik değere sahip Marmara’yı korumaya yönelik çevresel tedbirlerden daha çok 383 sayılı KHK’daki imar yetkilerinin devredildiği bakanlığın sıkı izlenmesi gerekecek. Adında hem Çevre hem Şehircilik ve artık İklim Değişikliği isimlerini barındıran Bakanlığın daha çok “Şehircilik” yönünde geliştiğini, bu iki hatta artık üç kavramın aynı bakanlık bünyesinde bulundurulmasının doğru olmadığını, bunun kurda kuzuyu teslim etmek olduğunu yıllarca söyledik, sakıncalarını da çeşitli uygulamalarda bolca deneyimledik.
Kısacası 383 sayılı KHK’dan sonra köprünün altından çok sular aktı… Anılan KHK ile kurulan başkanlık lağvedildi ve yetkileri Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na geçti. Doğal sit alanlarıyla ilgili yetkiler aynı Bakanlığa geçti, 2863 sayılı Kanun’da değişiklikler oldu, kurulların yapıları ve görevleri değişti, yeni kurullar ve kurumlar oluşturuldu, buna karşın 383 sayılı KHK zaman içinde delik deşik edildi ve bu değişikliklerle uyumlu hale getirilmedi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yetki ve görev alanı her geçen gün biraz daha arttırılıyor. Doğal sitler, tabiat alanları, milli parklar, özel çevre koruma alanları, riskli alanlar, rezerv yapı alanları, kıyılar, dolgu alanları, özel proje alanları, bütünleşik kıyı alanları v.s. derken korkarım yakında bütün ülkenin planlama ve imar kararlarının adı geçen bakanlık tarafından yapıldığına tanık olacağız. Maalesef, dünya ve ülke ölçeğinde korunmaya değer ekolojik öneme sahip alanlarımız ve kentlerimiz, sistematiği bozulmuş ve karmaşık bir mevzuatla, aynı bakanlık çatısı altında denetime kapalı ve istim arkadan gelsin anlayışıyla yönetilmeye devam ediyor.