Ömrü bilgeliği aramakla seyahatlerde geçen John Louis Sabuncu’nun hikâyesi

-
Aa
+
a
a
a

Derya Tolgay, Dünya Mirası Adalar’da araştırmacı, yazar ve belgeselci Özcan Geçer’le, "Dünyaya malûmatım ve ihtiyarım olmaksızın geldim, benden evvel gelenler ve benden sonra gelecekler gibi." diyen rahip, gazeteci, seyyah ve mucit John Louis Sabuncu’nun yaşamını, eserlerini ve Büyükada’da inşa ettiği Sabuncu Köşkü’nü konuşuyor.

Fotoğraf: Derya Tolgay
"Ömrü bilgeliği aramakla seyahatlerde geçti": John Louis Sabuncu
 

"Ömrü bilgeliği aramakla seyahatlerde geçti": John Louis Sabuncu

podcast servisi: iTunes / RSS

(28 Haziran 2022 tarihinde Açık Radyo’da Dünya Mirası Adalar programında yayınlanmıştır.)

Derya Tolgay: Merhabalar, Dünya Mirası Adalar’da yeniden birlikteyiz. Ben Derya Tolgay, teknik masada Feryal Kabil var. Adalar için her zaman özveri ile çalışan Emine Altınel’e desteği için teşekkür ederiz.

Mezar taşına ''Ömrü bilgeliği aramakla seyahatlerde geçti,'' yazılmasını vasiyet eden rahip, gazeteci, seyyah ve mucit John Louis Sabuncu aynı zamanda sekiz dil bilen, kitaplar, şiirler yazmış bir kişi. Sabuncu'nun Diyarbakır'da başlayan, Büyükada'da devam ederek Amerika'da son bulan ilginç yaşam öyküsünün peşine düşen, belge ve bilgi toplayan, hatta müzayedelere katılıp varını yoğunu bu zat-ı muhteremi keşfedip bizlere anlatmak için harcayan araştırmacı, yazar ve belgeselci sevgili arkadaşım Özcan Geçer konuğumuz.

Özcan Geçer: Merhaba, Açık Radyo’ya ve size teşekkür ediyorum bizi misafir ettiğiniz için.

D.T.: Öncelikle seni dinleyicilerimize tanıtmak istiyorum. Yüksek öğrenimini İstanbul Teknik Üniversitesi’nde işletme mühendisi olarak tamamladın. Yirmi bir yıl aktif olarak sermaye piyasalarında çalıştın. Kültür platformu suryaniler.com’un kurucu üyelerindensin. Süryani kültürü ve diğer azınlık kültürleriyle ilgili belgesel, kitap, sergi projeleri, toplumsal bellek araştırmaları ve anma etkinlikleri düzenliyorsun. Kültürel Mirası Koruma Derneği ve İstanbul Kent Konseyi’nde yürütme kurulu üyesisin. Ayrıca An adında bir belgeselin var.

Bugün John Louis Sabuncu'nun Büyükada'daki yaşamını konuşacağız. Adalıların ''arılı ev'' olarak andıkları Sabuncu Köşkü’nün izlerinin peşine düştün. Bu sürece bizi de dahil ettin ve bizimle arşivlerini paylaştın. Ben de senin açıklamaların eşliğinde sosyal medya aracılığıyla dinleyicilerimizle paylaştım. Büyükada Maden’de bulunan evi Adalılar “gözlü ev” olarak da bilir. “Ama ev esasen Peder Sabuncu’nundur,” diyorsun.

Ö.G.: Özetle Sabuncu’nun geçmişinden bahsedip onu Büyükada’ya getirelim. Sabuncu’nun hikâyesi 1837 yılında yani bundan 184 yıl önce, yine son yıllarda yaşadığımız bu pandemiye paralel olarak Diyarbakır’daki ailesinin salgın hastalıktan kaçarak şehirden uzaklaşması esnasında, Derik’te, yol üzerinde doğmasıyla başlıyor. İlk ışığı Derik’te görüyor. Talihin garip bir cilvesi olarak da ömrü aynı mezar taşında yazılmasını istediği gibi yolculuklarla geçiyor.

D.T.: Mezar taşında ne yazıyor?

Ö.G.: Mezar taşına ''Ömrü bilgeliği aramakla seyahatlerde geçti.'' yazılmasını vasiyet ediyor. 1850’li yıllarda çok önemli bir teoloji eğitim yuvası olan, Suriye Beyrut’taki El Sarfer Manastırı’nda eğitim alıyor. Annesi Süryani, babası Süryani Katolik. Roma’daki patriklik taktisi sırasında, çok zeki bir öğrenci olduğu için müstakbel patrikle beraber geliyor. 1853 yılından 1863 yılına kadar Roma İman Yayma Okulu'nda teoloji eğitimiyle beraber mantık ve felsefe gibi dallarda ciddi bir eğitim alıyor. Bu eğitim onun dünyasında çok büyük bir açılıma vesile oluyor. Hatta 1840’larda fotoğrafçılık tekniği daha yeni gelişirken Roma’da, bu okulda fotoğrafçılık tekniği temellerini öğreniyor. Ve bu da onun için gelecekte önemli bir kapı açıyor.

Benim de Sabuncu ile tanışmam, fotoğraf tarihi profesörü kıymetli Engin Özendiz’in Sabuncu’nun fotoğraf tekniği ile ilgili kaleme aldığı bir yazı sayesinde oldu. Sabuncu, 1875’te İngiltere Manchester’da bir takım fotoğraf teknikleri geliştirmiş, patentini almış ve bunları London Company’e satmış. Bu yazı beni çok etkiledi. Derik’te doğuyorsunuz, Beyrut’a, Roma’ya, Manchester’a gidiyorsunuz. Dolu dolu bir yaşam.

Sabuncu’nun o tarihlerde bu teknikleri nasıl geliştirdiğini hep merak ettim. Ben de kendisi gibi Urfa kökenliyim. Sabuncu ve ailesi de Mardin’e, sonra Diyarbakır’a geçiyor. Benim de aynı şekilde köklerimde Urfa, sonra Mardin ve Diyarbakır var. Kendimi Sabuncu’nun peşinde buldum heyecanla. Hızlı bir şekilde arayışlara başladım. Bu arayışlar esnasında benim için kritik bir gelişme oldu. Çevremdeki sahaflara, Sabuncu’yla ilgili bir belgeye sahip olup olmadıklarını sordum. Çok kıymetli sahafımız Lütfu Seymen bir gün beni çağırdı. Elinde sararmış bir not defteri vardı. Üzerinde 1888 ve Louise Sabuncu yazıyordu. Tabii ki kendi el yazısıyla. 1888’de Crystal Palas’ta, gezileriyle ilgili yaptığı büyük bir sunum. Sunumun içinde slaytlar, küpürler, dipnotlar vardı. Bu beni ateşledi ve akabinde araştırmama devam ettim. Sabuncu, Roma’daki eğitiminden sonra Beyrut’a geri dönüyor. Oradaki patrik kendisinin ruhani olarak devam etmesi, daha sonra üst düzey bir metropolit olması yönünde beklentisi olduğunu söylüyor. Ancak Sabuncu sadece inanç yolunda gitmiyor. 1871 de El Lahne gazetesinde çeşitli çalışmalar yapıyor. El Lahne bal arısı demek. Kendisinin aile lakabı. Dergide ilimle, çağdaş bilimle ilgili içerikler yayımlanıyor. Bir yandan da Süryanice ve diğer dillerde eğitim veren bir okul açıyorlar. Bu süreçte Sabuncu’nun inanç dünyasında bir takım değişiklikler oluyor. Bir sohbetinde aslında bütün inançların birbirine paralel olduğunu, örtüştüğünü anlatıyor. Bu o dönemin şartlarında biraz yadırganıyor. Bir takım ihtilaflar oluyor. Bu ihtilaflardan sonra çok bunalıyor ve elinde fotoğraf makinesiyle, 1871’de Beyrut’tan kalkan Venüs isimli gemiye binerek iki yıl yedi ay sürecek bir dünya turuna çıkıyor. Hayali bütün dünyadaki farklı inanç formlarına ulaşmak ve bilgi toplamak. Beyrut’a geri dönüyor ama fazla kalmıyor. İngiltere’ye geçiyor ve basın yayın faaliyetleriyle ilgileniyor. 1874 ve 1875 yıllarında fotoğrafçılık tekniğiyle ilgili buluşları oluyor. 1880’lerde Mısır’ın bağımsızlığıyla ilgili İngiltere aleyhinde çalışmalarda bulunuyor. 1880’lerin sonunda Crystal Palas’ta, 1000-1500 kişilik gruplara dünya gezilerinin sunumlarını yapıyor. İşte benim edindiğim defter, bu toplantılardan birinin hazırlık notlarından oluşan bir belgeydi. Eylül 1889’da Bağdat - Basra demiryolu ihalesiyle ilgili Londra’da ortak olduğu bir firmanın temsilcisi olarak İstanbul’a geliyor. O dönemde Almanya’nın daha baskın olmasından dolayı demiryolu ihalesi Almanlara veriliyor. Bu süreçte Sabuncu, Osmanlı yönetimince tanınmış bir isim olarak bir teklif alıyor. Sekiz dil bilmesi, basın yayın ve siyasetteki tecrübesi sayesinde fotoğraf tekniği ve arkeolojiyle ilgili yazılar yazması, haftada iki kez çeviri ve sunum yapması teklif ediliyor. Annesiyle birlikte geldiği Büyükada’da kendisine tahsis edilen evin ve adanın havasının hasta annesine iyi geleceği beklentisi de bu teklifi kabul etmesinde etkili oluyor. Böylelikle Büyükada günleri başlıyor. İstanbul’da göreve başladığı sıralarda İzmit bataklığının kurutulup yerine bir sanayi merkezi yapılmasını ve bazı kömür madenlerinin yapımını planlaması da ileri görüşlülüğünün kanıtlarından sayılabilir.

Özcan Geçer'in arşivinden
Özcan Geçer'in arşivinden

“Arılı ev”, “gözlü ev”, “beyaz saray” adlarıyla bilinen Sabuncakis Köşkü’nün hikâyesi

D.T.: Şehir plancılığı da yapıyor yani.

Ö.G.: Evet, 1903’te kendisini temsil edecek bir anıt yapı hazırlar gibi tasarladığı evi inşa ettirmeye başlıyor. Yaklaşık bir yıl sonra evi bitiriyor. Sabuncu’nun 25 Mart 1903 tarihli hatıratında şunları okuyoruz:

“Büyükada’da aldığım arsa üzerine bir ev inşa etmeye başladım. Temeller kazılmaya başlandı, ilk kazı tarihini bir kağıda yazdım, bu kağıdı fotoğrafımla beraber bir şişeye koyup ağzını mühürleyerek evin deniz tarafındaki temeline koydum. Latin rahip bir dua okudu, bilahare Ortodoks Rum rahipler de gelip dua okudular ve musikili bir merasim yaptılar.” Kayıtlarda gördüğümüz kadarıyla Leonidi Zarifi Efendi’den alıyor bu arsayı.

D.T.: Şu anda orada başka bir bina var. Temelden ne çıkmıştır bilinmez ama 1984’ten sonra bahçeleri yıkılıp bina yapılan evlerden biri o da.

Ö.G.: Süreç içerisinde bu evi hayat görüşüyle doğru orantılı olarak bir mücevher gibi süslemeye başlıyor. “Arılı ev, “gözlü ev” veya “beyaz saray” adlarıyla bilinen bu sembol evin hikayesi de böyle başlıyor.

Fotoğraf: Derya Tolgay
Fotoğraf: Derya Tolgay

‘’Allah’ın gözü sevdiği kullarının üzerindedir’’

D.T.: Gerçekten müthiş bir karakter Sabuncu. 1880’lerin şartlarında dünya turunu tamamlamış. Gezilerden elde ettiği kültürel birikimi ve, gustosuyla ortaya çıkardıkları günümüze bir miras olarak taşınıyor. “Bu eve neden ‘arılı, gözlü ev’ deniyor? Alınlıktaki kitabede ne yazıyor?” diye sorabilir dinleyicilerimiz.

Ö.G.: Öncelikle girişten başlayalım. Bahçe kapısının demirleri üzerinde arılar var. Bu arılar aile lakapları olan Beyt-Nahle’den geliyor. Nahle bal arısı demek. Girişteki üçgensel formdaki alınlık kendisinin içinde büyüdüğü ve eğitimini aldığı Hristiyanlık inancına paralel olarak yavaşa yavaş Natüralizm anlayışını benimsemesine referans olmuş olabilir. Bu inanışa göre doğada bir yaratıcı varlık vardır. Yaratılanı korur ve sonra yok eder. Doğum, koruma ve yok edişten oluşan üçlü bir döneme atıf yapılır. Bu dönüşümün ve üçlük kavramının da aslında her inançta olduğunu ifade eder. Bu alınlığın üzerindeki motif de 1870’lerin başında hazırladığı ve yine aile lakaplarına referansla bir bilim dergisi için tasarladığı kapak görselinin kabartmasıdır. Bir kadın ve bir erkek arı kovanın önündeler, arılar bal yapmak için çiçeklerden özütler alıp kovana götürüyorlar. Her çiçek bir bilim dalını sembolize ediyor. Adamın elindeki kandilden de ışık saçılıyor, bilimin ışığı. Motifteki arı kovanının üzerinde şöyle bir ibare var: ‘’Zarif ve güzel fotoğraflarla süslü edebi Nahle, gerçek nurla hakikatleri görmeye çalışan aklı ilim peteğine yönlendiriyor.’’ Evin tepesindeki kulenin orijinal formunda da arı kovanına benzerlik olduğunu düşünüyorum. Evin iç tarafına baktığımızda da freskler var. Mısır, Asur, Yunan kültüründeki biraz evvel bahsettiğimiz o üçlük kavramına atıfta bulunan görseller bunlar. İnançlar arasındaki geçişkenliklere, paralelliklere atıfta bulunuyor. Örneğin evin önündeki göz motifi de birçok inançta yer alır. Masonluk sembolü olması da birtakım izlerle örtüşüyor. Hristiyanlıkta da takip eden göz, Allah’ın gözüdür. Bu kavramı salt Masonluk ile bağdaştırmak doğru olmaz, başka kültürlerde de var. 1900’lerin başında fotoğrafta, bu gözün altında, ‘’Allah’ın gözü sevdiği kullarının üzerindedir.’’ şeklinde bir kabartma yazı görülür ama bu yazı artık yok.

D.T.: Biraz da bu evin içinden, orada ürettiği “Dinler Tablosu”ndan bahsedelim.

Ö.G.: Kendi dünya görüşünün ve 36 yıllık birikimin sonucu olarak, 4,5 metreye 2,5 metre boyutlarında, kendisiyle birlikte sekiz ayrı sanatçıya yaptırdığı “Yaratılış Tablosu” var. Yaklaşık üç yıl sonunda, 1908’de tamamlanıyor bu tablo. 1931 yılında Amerika’da vefat ettiği otelde bu tablonun rulo halinde yanında olduğunu biliyoruz. Gerçekten çok kıymetli bir tablo. Yine Büyükada’daki evinde fonograf cihazını kullandığını ve Edison’un icat ettiği bu ilk ses kayıt cihazının hakem heyetinde olduğunu biliyoruz. Belki de Türkçe, Süryanice, Arapça kayıtları o yaptı. Böyle küçük küçük çok sayıda önemli detay var.

Bir de Büyükada’da Hristos Manastırı’nın mezarlığında 1899’da vefat eden annesi ve kendisi için türbe şeklinde yaptırdığı mezar var. Hatıratından iz sürerek bulduk bu mezarlığı. Mezarın mermer kitabesinde şöyle yazıyor:

‘’Yakup Sabuncu’nun hanımı Meryem mutluluğu, bereketi, rahatlığı aramak için dolaşmaya çıktığı dünyadan beklediğinden fazla bir pay aldı. Zorluk ve sıkıntılar içinde geçirdiği seksen yıl on aylık ömürden sonra burada dinlendi. Mardin şehrinde 1818 yılında doğdu. 1899 yılında Büyükada’da vefat etti. Üzgün oğlu Louis, onun anısına çam ağaçlarının gölgesinde bu görkemli yapıyı inşa etti.’’

D.T.: Hem araştırmanı hem de bu çok önemli şahsiyeti bizimle paylaştığın için teşekkür ederim. “Dinler Tablosu”nun akıbetiyle ilgili bir bilgi var mı?

Ö.G.: Tablonun Amerika’da bir sergi alanına götürülürken kamyonun arkasında yandığına dair söylentiler var. O da başlı başına bir hikâye…

Özcan Geçer'in arşivinden

Özcan Geçer'in arşivinden

“Rüzgar içinde kararsız bir tüy gibiydim”

D.T.: Sabuncu’nun vasiyetinde yer alan ‘’Ömrü bilgeliği aramakla seyahatlerde geçti.‘’ yazısı mezarında yazılı mıdır?

Ö.G.: Detaylı araştırmaların sonunda Los Angeles’taki mezarının koordinatlarını buldum. Bir gün mezar yerini bulup bu vasiyet yazısını oraya çakmak istiyorum. Sözlerimizi bu eşsiz tabloyu İngiltere’de bir sergide göstermeden önce kendisinden istenen özgeçmişe Sabuncu’nun verdiği yanıtla bitirelim:

Dünyaya malûmatım ve ihtiyarım olmaksızın geldim, benden evvel gelenler ve benden sonra gelecekler gibi. İş bundan ibaret değildir, nereden geldiğimi ve nereye gideceğimi de bilmiyorum. Doğduğum zaman içinde yuvarlanacağım hayat safhalarını da bilemezdim. Mevcudiyetim mazi ve istikbâliyetim, idrak edemediğim ve ebede kadar çözemeyeceğim girift sırlar ve muammalardır. Bütün bu sırlarla beraber aslı, mazisi, müstakbeli ve bütün hâlleri muammalar kabrinde gömülü olan yeryüzünde yaşıyorum. Bütün bu muammalara rağmen hayatı hissediyorum, seviyorum. Ona sarılıyorum, onu devam ettirmeye çalışıyorum, kaybedeceğim diye ürküyorum. Hemen hemen daimi bir hareketle onu uzatmaya bütün imkânlarımla çabalıyorum. Emeller peşinde koşarken arzu ve ümitlerimin beni musibetlere ve tehlikelere sürüklediğini kâh evhamın zirvesine çıkarıp kâh meyusiyete fırlattığını gördüm. Rüzgar içinde kararsız bir tüy gibiydim. Bütün bu gayelere rağmen hayatımın garibelerini ve tercüme-i hâlimi ya bir ibret vasıtası yahut bir latife vesilesi olsun diye müstakbel bir kitap halinde kaydetmek fırsatını felekten koparabildim.

D.T.: Yolun açık olsun. Bize verdiğin katkı için çok teşekkür ederiz. Arşivler, görseller, çeviriler için emeklerine sağlık. Bugün Süryaniler ve farklı kültürler üzerinde çalışan, tehlikede olan diller üzerine odaklanan, toplumsal bellek performansları, belgesel ve sergiler yapan Özcan Geçer konuğumuz oldu. Kendisiyle John Louis Sabuncu’nun ilginç yaşam öyküsünü ve Büyükada Maden’deki arılı evin gizemlerini konuştuk. Teşekkür ederiz Özcan.

Ö.G: Bana bu fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim. Dünya Mirası Adalar programı dinleyicilerine sevgiler, selamlar.