Anna Théodoridès, 3 Şubat 2022'de Paris’te gerçekleştirdiği konferanstan sonra “Akillas Millas’in İnanılmaz Yolculuğu” başlıklı çalışmasını Adalılar ve İstanbullular ile paylaştı.
(22 Şubat 2022 tarihinde Açık Radyo’da Dünya Mirası Adalar programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Derya Tolgay: Merhaba herkese, Dünya Mirası Adalar programını dinlemektesiniz. Ben programcılardan Derya Tolgay. Fahri Aral’la birlikte sunacağız bugün programı.
Sosyolog Anna Théodoridès iki yıllık bir araştırma ve çalışmasını şubat ayında Paris’ten sonra Adalar’a gelerek Adalılar ve İstanbullular ile Yüksek Kahve’de paylaştı.
Çalışması, 80’li yıllarda Atina’ya yerleşen tarihçi, yazar, koleksiyoner, Dr. Akillas Millas'ın biriktirdikleri, kayda geçirdiği İstanbul ve Adalar üzerine gerçekleştirdiği yeniden üretim üzerineydi.
Biz de bu sunumun -aşağı yukarı bir saat sürüyor- 25 dakikasını editleyebildik. Tamamını dinlemek isterseniz Dünya Mirası Adalar Facebook, Twitter ve Instagram sayfalarından ulaşabilirsiniz.
17 yüzyıllık bir imparatorluk başkentinin imgesinin şehrinden koparılmış bir birey tarafından temsili esasında Dr. Akillas Millas.
Şehrin kadim nüfusu olan Rumlara ait bir tarihi, Pera, Prinkipo, bugünkü ismiyle Büyükada, Halki, Heybeliada, Antigone, Burgaz gibi yerlerden hareketle, bireysel bir tanıklıkla kayda geçiyor.
Bu şehrin tarihine ait muazzam malzemeleri, belgeleri, eşyaları, kartpostalları, fermanları, fotoğrafları, haritaları topluyor. Yaşayanların, tanıklık edenlerin anlatıları, notlarını alıyor, kendi gördüğü, yaşadığı, tanık olduğu durumu da notlarına ekleyerek geçmişe bu şekilde uzanıyor, bir koleksiyoner olma ötesine geçiyor. Dolayısıyla arşiv ötesine geçiyor diyebiliriz ve bir taraftan sürekli gelişime açık, sınırsız bir yapı inşa ediyor.
Belki de İstanbul’un kadim belleğinin bize kattıkları, çünkü Anna orada “Politis” kelimesini kullanıyor. Yani yurttaşlık, vatandaşlık “İstanbullu” kavramları üzerine de bizi düşündürüyor. Bu son kısmında esasında sana düşündüklerini söyledim Fahri, sana ne düşündürdü. Sen yorumunu ekle sonra ses kaydıyla devam ederiz.
Fahri Aral: Dinledim ben de. Gayet doyurucu, kapsamlıydı. Tabi Akillas’ı şahsen tanıdığım için, bir de kuzeni var Herkül, o benim daha yakın arkadaşım, çok eskiden tanışıklığım var. Tabii Akillas’ın çok renkli, çok yönlü bir kişiliği var. Gerçekten o gün güzel bir şekilde dile getirildi, ama biraz daha işlenmesi gereken bir konu bu, çünkü bu tür şeyler çok daha yeni işlenmeye başladı doktora tezlerinde vs filan. Çünkü Akillas sadece bir koleksiyoner değil. Sadece objeleri bir araya getiren, saklayan biri değil. Çok yanlı birisi. Bir defa, bir ortopedist. İkincisi, bu anlamda da İstanbul’u, Adalar’ı dert edinmiş biri. Eğer biraz daha yaptıklarına, yazdıklarına bakacak olursak onun o çok yönlü kişiliği de ortaya çıkar. Adalı olması da tabi çok daha farklı bir kişilik veriyor. Akillas o anlamda da çok çok önemli bir insan. Mesela Heybeliada Halk Kütüphanesini Koruma Derneği vardır, her sene takvim çıkarır. Her sene takvimin konularındaki çizimler Akillas’tan alınır. Mesela 2016’da Ada Tekneleri ve Vapurları diye bir takvim var, bir diğerinde Heybeliada Dini Yapıları. Bütün hepsi Akillas’ın çizimleri ile yapılan takvimler. Bu seneki takvimde ise Marmara’nın Balıkları var ve takvimin bütün sayfalarında balıkların cizimleri var. O çizimleri çok enteresan, çok ilginç bir şekilde çizmiş, altında imzası var. Mesela şubat ayının çiziminden bahsedelim; Dülger balığı. Tabii Sait Faik’in bir hikayesi var Dülger Balığının Ölümü diye. Bu arada onu da hatırlayalım, ama dediğim gibi Akillas öyle tek başına bir konu ile özdeşleşen biri değil. Çok yönlü birisi. Mesela çok iyi bir ortopedisttir. Yıllarca İstanbul’da futbolcuların menisküs ameliyatlarını yaptı, ama Dülger Balığının Ölümünü de okusun arkadaşlar Sait Faik’ten, Akillas Millası’ın çizimini de bulabilirlerse tabii. Şimdi ses kaydımıza geçebiliriz. Herkese teşekkürler bizi dinlediğiniz için.
Anna Théodoridès: 2016 yılında ben, sayın Hamit Bozaslan’nın yanında sosyoloji doktoramı yaptım. Tezimin başlığı da “Azınlıklar: Azınlık bağlamında hayatta kalabilmek” gibiydi. Bu esnada ben Rumlarla, Politeslerle görüştüm. 6-7 Eylül 1955 olaylarında olan Rumlarla görüştüm. İncelememde Rumlarla İstanbul’da, Atina’da, Selanik’te yine bu 6-7 Eylül olaylarını yaşamış olan Politeslerle görüştüm. Büyükada’da Musevilerle, Ermenilerle gayriresmî birtakım görüşmelerim oldu.
Aslına bakarsanız 1955 olayları özünde eşitler arasında olmayan, eşitler arasında yaşanmamış olaylardır, çünkü bir tarafta resmi isimlendirmeler, diğer tarafta Rumların, Politeslerin diğer tarafta kendilerini isimlendirmeleri arasında bir farklılık vardır, çelişki vardır.
Dolayısıyla aslında 6-7 Eylül olayları sonrasında Politeslerin nasıl bir direniş sergiledikleri üzerine odaklanıyor araştırma.
Aslına bakarsanız Rumların, Politeslerin göstermiş olduğu bu direniş, açık bir direniş değildi. Gizli bir direniş sergilediler ve James Scott’un kullandığı ifadeyi bizde kullanacak olusak, hakimiyet ilişkileri aynı zamanda direniş ilişkilerini de doğuruyor beraberinde.
Evet, Politesler direnişi seçtiler. Nasıl oldu peki bu? İstanbul’dan Atina’ya yerleştiler. Ama İstanbul’dan Atina’ya yerleşmeleri aslında bu direnişlerini daha da görünür kıldı. Dolayısıyla hem direnişlerini daha görünür kıldı hem de İstanbul’a olan aidiyetleri herhangi bir şekilde zayıflamadı, silinmedi.
İşte bu hayatta kalma ve direniş öyküsünü ben de ortaya çıkarmak icin Politesler nezdinde yaptığım araştırmada koleksiyoncular nezdinde birtakım incelemelerde bulundum.
Mesela Kumkapı’da ölmeden evvel bana koleksiyonunu göstermiş olan Peteras Melatias ile görüşebildim ve bundan sonra Atina’da Akillas Millas ile görüştüm. Kendisi aslında yok olmaya ve silinmeye karşı tarihini inşaa etmeye çalışan insanların mücadelesini yürütmek için bir koleksiyon yapıyordu. Dolayısıyla çalışmalarım ve görüşmelerim beni onunla da buluşturdu.
Aslında kendisi gündelik hayata ait basit objeler ve nesneler topluyordu. Aynı zamanda alternatif arşiv diyebileceğimiz bir çalışma yapıyordu ki bu bahsettigim iki çalışma gerçekten direnişi güçlendiren ve daha da canlandıran bir girişim.
Dolayısıyla benim size anlatacağım olaylar Akillas Millas’ın Istanbul’daki ve Adalar’daki hayatına dair topladığı nesnelerden, yani bir koleksiyonculuk hayatından bilgi üreticisine nasıl dönüştüğüne göstermiş olacak.
1980 yılında kendisi İstanbul’u terk ederken koleksiyonlarını da beraberinde götürüyor. Bu yaratmış olduğu minyatür dünyayı bu koleksiyonların beraberinde götürüyor ki bunlar 46 yıl boyunca topladıkları objelerin yansıtıldığı kayıtlar.
İstanbul’dayken durmaksızın bu eşyaları topluyor, hiç ara vermeksizin sürekli değişik objeler topluyor. Atina’ya yerleştiğinde ise bu toplamış olduğu ve tutuğu notlara farklı bir gözle bakmaya başlıyor.
Akillas Millas’ın Atina’ya yerleşmesi bir ayna etkisi oluşturdu, çünkü İstanbul’daki uzun tecrübesini bir koleksiyonla biriktirdi ve daha sonra sessiz bir şekilde Atina’ya yerleşti. Yerleştikten sonra bunları Rumların tarihini yeniden yaratmak, yeniden inşaa etmek, büyük bir projeye dönüştürmek için bir seferberlik başlattı. Ancak Akillas Millas 1980’de Atina’ya yerleştiği zaman iki büyük engelle karşılaştı; birincisi, Yunanlıların İstanbul Rumlarının kültürel hayatına yapmış olduğu katkıları bilmemiş olması, bu konudaki cahillikleri. Diğer ikinci engel ise İstanbullu Rumların kendi kimliklerine ve kültürlerine dair bir ilgisizlik ve kayıtsızlık göstermeleri. İşte bu tespitten yola çıkarak bu projeyi başlattı Akillas Millas. Bu nesneleri, bu engelleri ortadan kaldırmak için seferber etmeye başladı. Mesela bu resimde dini yapılara dair birtakım resimlerle yazılar var. 6-7 Eylül olaylarında ortadan kaybolan bu nesneleri tekrar diriltmek ve muhafaza etmek için topladığı yazılar. Yani mikro ölçekte gidecek olursanız aslında bir bulmacayı çözer gibi, aynı şekilde ipuçlarını ufak ufak topluyor ve eksik bir parça olduğu zaman bunu kendisi yeniden yaratıyor. Bunu yaparken eksik parçaları nereden topluyor? Kendi hatıralarından ya da o eksik olan objenin arşivlerdeki kopyalarından.
Mesela Heybeliada’yla ilgili çalışmalarına baktığınız zaman önce fotoğraflar var, bunları kullanıyor. Kendisi İstanbul’u terk etmeden önce 85 ve 90 yaşlarındaki Adalılar ile görüşüyor ve bu görüşmelerin kayıtlarını tutuyor. Bunun dışında kendi koleksiyonunun içinde bulunan fotoğraf ve koleksiyonları alıyor. Kendisi bütün bu malzemeleri bir araya getiriyor. Kendi yaratmış olduğu kolleksiyonu alıyor ve daha sonra bu yaratmış olduğunu yeniden, çizimleri birleştiriyor. Bunlardan yola çıkarak bir kitap oluşturuyor.
Burada enteresan olan şu; Millas’ın İstanbul’da yapmış olduğu çalışma tamamen içgüdüsel, sezgisel bir çalışmayken Atina’ya gittiği zaman tamamen hedef odaklı, stratejik bir çalışmaya dönüşüyor bu.
İşte Adalar’a dair fotoğrafları var. Bunun dışında yaptığı diğer çalışmalar var ama İstanbul’u terk etmeden önce eksik kalan parçaları tamamlamak için Adalılar ile görüşüyor, mülakat yapıyor ve o sözlü ifadelerden yola çıkarak eksik kalan parçaları tamamlamaya çalışıyor. Yani sanki o Adalar’daki Rumların ortadan kalkacağını hissetmiş, sezmiş gibi bu çalışmayı yapıyor. Daha sonra Büyükada, yani Prinkipo üzerine çalışarak Adalar’ın bir kadastro planını oluşturmaya çalışıyor. İşte 80’lerde yazılmış olan bu kitap, 2000’li yıllarda tekrar düzenlendikten sonra 2015 yılında İstanbul’da Türkçe olarak yayınlanıyor.
Nikolas Nikolaidis, Papadopulos’un kendisine gösterilmiş ve paylaşılmış olan bu kayıtlardan, yani parsel kayıtlarından yola çıkarak bir kadastro planı oluşturmaya çalışıyor.
Listeye baktığınız zaman bütün bu evler, yapılar hepsinin Rumlara ait yapılar olduğunu görüyorsunuz. İşte bu kodeksten, derlemeden yola çıkarak hem mevcut yapıların resimlerini çiziyor hem de aynı zamanda mahallelerin haritalarını çiziyor ve bu haritalarda o yer isimlerinin Rum isimleriyle, Rumca isimlerle hazırlıyor.
Mesela Büyükada’nın Prinkipo haritasını çizmek için söyle bir süreç izliyor kendisi; ilk önce kendi topladığı objeler, nesneler var. Kendisi ile paylaşılmış olan başkalarına ait birtakım kayıtlar, resimler var ve kendisinin yeniden çizdiği ve yarattığı birtakım kayıtlar var. Bunların hepsini bir araya getiriyor ve bu çalışmanın sonunda Büyükada'nın, Prinkipo'nun haritasını çiziyor. Bu sayede artık var olmayan, ortadan kalkmış dünyayı yeniden oluşturuyor.
Bunu yaparken Rumları İstanbul’un ve Adalar’ın kurucusu olarak gosteriyor, bunu tekrar hatırlatıyor. Ama baktığımız zaman bu kayıtlar içerisinde sadece Rumlar’dan bahsediliyor. Ermeniler ve Museviler yok bunun içinde, çünkü kendisi bu objeleri ve koleksiyonu kendi görmek istediği şekilde, kendi görmek istediği şeyi yaratmak için kullanıyor.
Burada enteresan olan şöyle bir şey var; Millas, Atina’ya yerleştikten sonra kendisini hiç kimse anlamıyor. Yani tecrit sürecinin içerisine giriyor. Kendini ne Atina’daki Rumlar anlıyor ne de diğer İstanbul Rumları anlıyor. Kendisini tecrit edilmiş ve Yunanlılar tarafından anlaşılmamış, yalnız kalmış bir kişi olarak tarif ediyor ve diyor ki, Yunanistan’nın kendisine vermiş olduğu tek imkan, o nesneleri tekrar konuşturabilme fırsatı. İşte bu nesneler Millas’ın değişik etaplarında, yolculuğunun değişik etaplarında tekrar dile geliyor, konuşuyor, Millas’a eşlik ediyor.
Millas aslında sürgün sürecinin vermiş olduğu, kendisini hapsettiği yalnızlıktan bu şekilde kurtulabiliyor ve bu koleksiyonları kamuoyu ile paylaşarak hem özel hayata dair hem de kamu hayatına dair değerleri bir araya getirerek işte bu engelleri ortadan kaldırmış oluyor.
Şunu söyleyeyim bitirmeden önce; Millas bu kitaplarıdan büyük bir gurur duyuyor, çünkü bu kitapları Adalı Rumlara adamış. Millas bu şekilde bu kitabı hem Rumların hem de genel olarak İstanbulluların ve bütün Türklerin okuyarak, bu bilgiyi edinmesini, yani bir kütüphaneye dönüştürmesini sağlıyor.
Şunu da fark etmiş aynı zamanda Akillas Millas; yeni kuşak kendilerinin nereden geldiğini sorguluyor ve bunu merak ediyor artık. Dolayısıyla bu kitapları sayesinde eğer bu kuşağın bu sorgulamasına ufak da olsa bir cevap verebiliyorsa bundan çok mutlu olduğunu, bundan gurur duyduğunu ifade ediyor.