Sevgili Ömer,
Seninle yarım yüzyıla dayanan bir tanışıklığımız var. 68 kuşağı olarak “gerçekçi ol, imkansızı iste” düsturundaki hınzır göz kırpmayı ciddiye alarak geldik bu günlere. O günlerde gençliğimizin verdiği özgüvenle de kendimizi fazlasıyla ciddiye aldık, delikanlılığımızın bedellerini göze alarak “imkânsız” işlere kalkıştık. Daha iyi bir dünya hayalimiz, dünyanın kötülüğü gerçeğiyle tanıştırdı bizi. Sen üniversitedeki işinden oldun, ben sürgün yollarına düştüm. Küçük şey bizimkisi, şairin dediği gibi, yaşanan başka acıların ve kayıpların yanında. Ama yılmadık.
Uzun yıllarla geçen sürgünden sonra yurda döndüğümde bir ortak arkadaşımız “Biliyor musun Ömer bir radyo kurmuş” dedi. Hemen dinlemeye başladım Açık Radyo’yu ve içim açıldı, zihnim açıldı, ufkum açıldı. “Vay be” dedim “bu ülkede güzel şeyler de oluyor”. 90lı yılların o karanlık günlerinde parlak bir ışık huzmesi gibi kara perdelerin arasından sızdı Açık Radyo.
İlk fırsatta Harbiye’deki stüdyoya gittim ve seninle Açık Radyo’nun o efsanevi koridorunda çeyrek yüzyıl sonra yeniden buluştuk. “Hayalin penceresinden geceye yelken açmak” programıyla radyoya ilk adımımı attım ve yıllardır mikrofonlarınızda ağırladığınız birbirinden değerli yabancı konuklarınızın her fırsatta sesi olmaya çalıştım. Şimdi, çeyrek yüzyıl sonra o günlerde, o küçücük stüdyoda atılan tohumların büyümesiyle envaî çeşit çiçeğin boy attığı, envaî çeşit ağacın meyvesini topladığımız kocaman bir bahçemiz var.
O bahçenin genç fidanları belki dinlememiştir diye uzun yıllar önce bir Dinleyici Destek Programı sırasında paylaştığım bir anımı burada tekrarlamama izin verirsin umarım. Sürgünde olduğum yıllarda bir mültecilere yarım kurumunda çalışıyordum ve Birleşmiş Milletlerin Mülteciler Yüksek Komisyonundan uzmanların katılımıyla biz çalışanlara düzenli olarak bilgilendirme toplantıları yapılırdı. 1991 yılında “Göç Projeksiyonları” başlıklı bir toplantıda konuşan uzman özetle şunları söyledi: “Sizler gelecek yıl için kaç mülteci gelir tahmininde bulunmaya çalışarak işlerinizi düzenliyorsunuz ama biz göç hareketlerini incelerken 25, hatta 50 yıllık projeksiyonlarla çalışırız. Bulgularımız da bilimsel verilere, NASA gibi kuruluşlardan aldığımız bilgilere dayanır. Artık bu bilgilere dayanarak biliyoruz ki önümüzdeki 20-25 yıl içinde karşımıza yepyeni bir mülteci kategorisi çıkacak – çevre mültecileri.” Konuşmasına devamla o gün sıraladığı senaryoların her biri bugün gerçek oldu. Mülteci göçleri son yılların en acılı, en insafsız gerçeği olarak sürüyor. Bu insanlar sırf savaşlar, çatışmalar yüzünden yerinden olmuyor. Kuraklık, sel, orman yangınları, kasırgalar, kıtlık gibi iklim krizine bağlı pek çok nedenle yollara düşüyorlar.
Peki bu senaryoların gerçekleşeceğini 1991 yılında bilen uzmanların bilgileri daha da uzak bir geçmişe dayandığına göre, bu bilimsel verilere erişimi olanlar sadece uzmanlar olmadığına göre, belli başlı uluslararası kurumların, yönetimlerin ve çokuluslu şirketlerin de bu bilgilere çoktandır sahip olduğu bilindiğine göre nasıl oluyor da bütün bu yetkili ve etkili kişi ve kuruluşlar tedbir almak için harekete geçmiyor? On yıllardır yapılan iklim zirveleri neden sonuç vermiyor? Bu soruların cevapları böyle bir mektuba sığmaz elbette ama bundan bir sonuç çıkarmamız mümkün. Bir umut varsa, tek tek bireylerin iklim kriziyle ilgili farkındalıklarını artırmak için elden ne geliyorsa onu yapmak. Ancak bu farkındalık yaygınlaştığında ve kritik bir eşiğe ulaştığında bir şeyler değişebilir.
İşte Açık Radyo çeyrek yüzyıldır bu farkındalığa katkıda bulunan en değerli mecralardan biri. Çeyrek yüzyıl önce doğmamış olan genç fidanlar bugün Açık Radyoda bu farkındalığı artırmak için yayın yapıyorlar. Dünyanın yükünü omuzlarında taşıyan Atlas gibi gençler bu farkındalık bayrağını kapıp daha da ileriye taşıyorlar. Bugün imkansızı isteyen gençler, yarım yüzyıl önceki biz gençlerden çok daha gerçekçi olmayı biliyorlar. Bu farkındalığın kritik bir eşiğe ulaşması için canla başla katkıda bulunan Açık Radyo’ya katkıda bulunmak da bizim yapabileceğimiz en iyi işlerden biri. Bu, yaşanılır ve yaşanası bir dünyada var olmayı hak eden gençlerimize ve çocuklarımıza bırakabileceğimiz en değerli miras.
Gerçekçi olmanın imkansızı istemekten geçtiğini bilen Açık Radyo’yu imkanlarımızı zorlayarak da olsa destekleyelim. Nice çeyrek yüzyıllara Açık Radyo!
Sevgiler, selamlar,
Nur Deriş