Sevgili radyom,
Her musibette bir hayır vardır. Bu haksız kararın yol açtığı haklı tepkiler çığ gibi büyüyor. Biz zaten radyomuzun ne kadar vazgeçilmez olduğunu biliyoruz ama bu musibet sayesinde bilmeyen, duymayan kalmadı.
Tadımız kaçmasın, çorbada tuzum bulunsun diyerek ben de birkaç satırla yanınızda olmak istedim.
Baki selam ve sevgiyle,
Nur
Yıl 1995. Uzun yıllar alan bir gönüllü sürgünden ülkeye geri geldiğimde şaşkına dönmüştüm. Doğup büyüdüğüm, gençliğime damgasını vuran şehri tanıyamıyordum. “Bildiklerimi bulamıyorum, bulduklarımı
bilemiyorum” dediğim bir halet-i ruhiye içindeydim. O sıralar rastladığım bir eski dostum, “Biliyor musun, Ömer bir radyo kurmuş” dedi. “Hangi Ömer?” diye sorduğumda, “Ömer Madra” dedi. Eve döner dönmez, o
zamanlar sadece radyodan dinlenebilen 94.9 FM frekanslı Açık Radyo’yu buldum.
Eskiden radyo sadece resmi kanallardan dinlenebilirdi. Oysa 90'lı yıllarda pıtrak gibi açan özel istasyonlar dinlenmeye başlamıştı. Bu ses karmaşası arasında nev-i şahsına münhasır Açık Radyo apayrı bir yerde duruyordu. Dinledikçe “bildiklerimi buluyorum, bilmediklerimi keşfediyorum, keşfettiklerim merakımı daha da arttırıyor” duygusuyla Açık Radyo’yu kapamaz oldum. İlk fırsatta da o zamanlar Harbiye’deki mekânında eski dostumu ve yeni keşfimi görmeye gittim. Gidiş o gidiş.
Yakında 30 yılını dolduracak bir kopmaz bağın ilk günleriydi, Ömer Madra’nın teşvikiyle ilk defa program yapar buldum kendimi. 'Hayalin penceresinden geceye yelken açarken' başlığıyla bir gece yarısı anlatısıydı.
Sabahları 'Merhaba kâinat'la güne başlayıp, her fırsatta kulak verdiğim bu sihirli kutudan çıkan seslerle bir 'radyokolik' olmuştum.
Radyoyu bu kadar özel yapan nedir?
Görselliğin bu kadar öne çıktığı, ekran bağımlılığının gemi azıya aldığı, 'selfie' çılgınlığıyla kendini ancak görüntüleyerek var edebildiğini hissedenlerin çoğaldığı bir zamanda sadece sesle var olan bir mecra neden bu kadar etkili? Radyoda yüzünü görmediğimiz, sadece sesini dinlediğimiz insanlar nasıl oluyor da ekranlarda gördüğümüz ve tanıdığımızı düşündüğümüz insanlardan daha tanıdık geliyor bize? Görmediğimiz yüzün dinlediğimiz sesini, hayalin penceresinden görme özgürlüğünü bize sağlayan radyo sayesinde olmasın?
Açık Radyo’da otuz yıldır dinlediğimiz onca sesin sahibini, yüzlerini görmeden tanıyor olmamız, radyonun sağladığı bu özgürlük sayesinde değil mi? Tanımakla kalmıyor, onlarla tanıştığımız duygusuyla dinliyoruz. Programcısıyla, çalışanıyla, dinleyicisiyle, destekçisiyle tanış olduğumuzu hissediyorsak eğer, Açık Radyo’nun yarattığı, yaşattığı ve paylaştığı özgürlük alanı sayesinde oluyor bu.
Açık Radyo’ya özgürlük.
Açık Radyo’nun sesi hep çıksın.
Nur Deriş Ottoman