Waseem Ahmad Siddiqui, Dünya Radyo Gününde Açık Radyo için duygularını paylaşıyor.
Arapçada “El-Madafeh” konukseverliğe adanmış misafir odasıdır.
Daha açık bir ifadeyle, bu oda ev ile kamusal alan arasında bir geçiş alanıdır. Sadece dört duvarla sınırlı değildir: Bir ayna gibi, kendimize başkalarıyla bakmamızı, yüzleşmemizi, konuşmamızı ve ne kadar farklı olursa olsun başkalarının deneyimleri ve hikayeleri aracılığıyla kendi hayatlarımızı anlamamızı sağlayan bir yerdir.
Bu bir misafir odası: Beklenmedik misafire, tanımadığı yabancıya kendini her zaman açtığı yerdir. Kendine özgü bir hafızası olan: Kalıcı geçicilik durumunu, içerme ve dışlama, kamusal ve özel, misafir ve ev sahibi ikililerine meydan okuyabilecek bir politik eylem olarak harekete geçirmeye çalışır. Geçici kişilerin misafir olma ve ebedi misafir olma hakları tartışılır, konuk ve ev sahibi rolleri alt üst edilir ve misafirperverlik eylemine farklı bir sosyo-politik anlam yüklenir.
Kısıtlanmış, yok sayılmış, reddedilmiş ve silinmiş tüm sesler için bir dayanışma alanı yaratır misafir odası ve yaşam hakkını engellemek zorunda kalmadan, geride bıraktıkları eve ait olma arzusuyla gittikleri her yerde bir ev rolü üstlenir.
Yaşadığımız yerin yaşamına katkıda bulunma arzusunu paylaştığımız için hiçbirimizin tek başına aidiyet duygusu oluşturamayacağını söyler, bu oda.
Şimdi böyle bir oda; Açık Radyo binasının girişinde sol köşedeki oda olabilir mi?
1 Ocak 2007 sabahı tam 02:45'te küçük günlüğümde kendime sorduğum soru buydu. Aradan on yedi sene geçmiş. Bugün bu deftere tekrar baktığımda, içimden bir ses alçak sesle diyor ki:
Evet, o oda tam da Açık radyo binasının “sol” köşesindeki oda…“Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo” Her gün, her programın başında, bu sesi duyuyorum… Ömer Madra'nın da her sabah Açık Gazete'de söylediği buna çok yakın, “Açık Radyo hepimizi doğrudan bağlar.”
İşte tam da bundan bahsediyorum.
Bu misafir odası; Açık Radyo'nun sol köşesindeki oda—
Bizler, şimdi ve burada var -olduğumuz sürece evinizdeki bu misafir odasından seslenmek istiyoruz ama bu sefer kendi adımıza, kendi sesimizle ve hak/adalet temelinde bildiklerimizle…
Dilerseniz, şimdi yukarıda yazdığım "El-Madafeh" Arapça kelimesini biraz daha açıklamaya çalışayım. Çünkü bence bu misafirlik meselesinde tam olarak bu kelimede gizli…
Hatırlarsanız, Jacque Derrida 1950'de Cezayir'den ayrılıp Fransa'ya göç ettiğinde; bu zamansız ayrılığın yükünü zaman geçtikçe daha çok hissetmişti. Bana göre, Ocak 1996 yılında Paris'te, Derrida, zamanın geçmişten bir türlü kurtulamadığı yükünü iki konferansta çok net bir şekilde yansıttı: ‘Yabancı Sorunu’ (Foreigner Question) ve ‘Misafirperverlik Adımı /Misafirperverlik Yok’ (Step of Hospitality/No Hospitality). Bu konferans Derrida tarafından yürütülen ‘Misafirperverlik’ (Of Hospitality) konulu bir dizi seminerden oluşuyordu.
Derrida, o tarihte konukseverlik ile ilgili "Koşulsuz misafirperverlik" ilkesini ileri sürdü; bu ilkede, henüz daha tanımadığı bir yabancıyla tanışma, karşılaşma ve kendinizi ona açma yolculuğunun, beklenmedik karşılaşmayı tanımlayan hiçbir önkoşulu yoktur, bu karşılaşma koşulsuz olarak açıktır der. Genel olarak, misafir ağırlamada bir davet ön koşuldur. Ancak burada “koşulsuzluk” ilkesinde önemli olan “yabancıyı” kim olursa olsun, davetli olsun veya olmasın kabul etme “riskini” almaktır. Sonuç olarak “koşulsuz misafirperverlik” radikal bir deneydir; ulaşmak da Türkçe dilinde genel anlamıyla ‘imkânsız’ fakat Derrida’nın kullandığı terimiyle aporia’dır. Burada bu kavramı anlatmak zor; ama en geniş anlamıyla Derrida için "aporia" bir tür paradoksal çıkmaz veya karar verilemez –arada kalmışlık (in-between) durumudur.
Derrida'nın misafirperverlik inşası, açıkça "ev" fikrine bağlıdır ve ev sahibinin evin, ülkenin veya ulusun “bir parçacı” olmasını ve dolayısıyla misafirperver olma gücüne sahip olmasını gerektirir. Ev sahibi-misafir ilişkisi bu nedenle var-olma, yakınlaşma, yan yana olma ve buna bağlı olarak “tanınma” ilkeleri üzerine kuruludur. Bu nedenle, Derrida'nın misafirperverlik anlayışındaki ev sahibi/misafir ikili yapısının hala yer edinme ve vatandaşlığa dayalı hak temelli bir talep olduğunu da iddia ediyorum.
Bu temel yapı, “El-Madafeh” /Misafir Odası örneğinde olduğu gibi, ev sahibi-misafir ilişkisi söylemiyle yüzleşecek radikal deneyimlerin mekanıdır. Kim misafir, kim ev sahibi hep çelişkili ve bulanıktır. Çoğu durumda olduğundan daha fazla, ev sahibi-misafir ilişkisi her zaman parçalı ve tekinsizdir.
Emmanuel Levinas'ın "yüz yüze karşılaşma” felsefesinin bir okumasında olduğu gibi… “Bir komşu olarak Öteki ile olan ilişkim, tüm başkalarıyla olan ilişkilerime anlam katıyor” (Deutsche, 2002, 39–40).
Bu yüz yüze karşılaşma, [şimdi] ve [burada] bizi şu sorularıyla karşı karşıya getiriyor:
Mülteciler, göçmenler, sığınmacılar: Hak temelli olarak bu misafir odasında ağırlama haklarını nasıl kullanabilirler ve burada sembolik ya da pratik rollerini nasıl talep edebilirler?
Açık Radyo'nun girişindeki bu sol odanın mülteciler için yarı kamusal bir misafir odasına dönüştürülmesi; onlara özgürlük, haysiyet, aidiyet ve adalet gibi var-olma umudunu ve tanınma gücünü verebilir mi?