Merhaba Sevgili Ömer Bey, Merhaba Apaçık Radyo ekibi,
Açık Radyo'nun 30. yılı, Apaçık Radyo'muzun da 1. yaşı kutlamaları için bu satırları yazıyorum.
Açık Radyo'yla ilişkim her zaman dümdüz ileriye uzanan bir çizgide yol almadı; ilk açıldığından beri bilgisi bende vardı ama kişisel hayatımın iniş çıkışları, kayıpları ve zorlukları nedeniyle bazen sesinin uzağına düştüm. Öyle zamanlarım oldu, hiçbir sesin bana ulaşamadığı. Yine de ilişkimiz yavaşça derinleşti, bazen ondan uzaklaştım, (çünkü bazen “dostun attığı bir gül yâreler” ya bizi.)
Bazen gece gündüz saplantılı bir yoğunluğa ulaştım. Tıpkı hayat gibi, ilişkiler gibi...
Uzakta ya da yakında ama hep olageldi, bir bağ oluştu aramızda. Misal doğum günü kutlama mini şenliklerine ilk gününden değil de yoğunluktan ancak üçüncü günün gecesinde bu satırlarla dahil olabildim. Hayatla kurduğum ilişkide de böyle hep tutarlı, süreklilik arz eden, ivmesi yukarı bir varoluş ve iddialı olma haliyle, kişisel olarak benim başım dertte :))
Ama şu cümle yok mu? “Bazı şeyler hiç kapanmıyor”. Öyle bir yakalandım ki cümlenin büyüsüne, içinde kalakaldım. Hem çok hüzünlü bir duyguyu harekete geçirdi içimde, hem de umudu. Kapanmayan şey, artık hayatımda olmayan yitirdiklerimin yokluğunun acısıydı bir yandan. Yokluklarının boşluğu kapanmadığına göre artık hayatımda olmasalar da, bir biçimde benle yaşamaya devam ettiklerini, dolayısıyla yok olmadıkları anlamını da içermiyor muydu?
Öte yandan Açık Radyo'nun kapısı hep açık kalıyorsa ve hiç kapanmıyorduysa, çok uzaklara da gitmiş olsam, dönüp geldiğim gecenin karanlığında, bir haymatlos gibi içeri girebilmem için aralık bırakılmıştı. O küçücük aralıktan bulunduğu sokağa tatlı ezgileri süzülüyordu. … Bazen börtü böceğin cırlaması, arıların vızıltısı, yaprakların hışırtısı…
Aralık kapının içerisinde dumanı tüten sıcacık çay, kapısında sokak kedileri …
Çok acı çektiğim ve tek çeken benmişim gibi hissettiğim hastalıklı zamanlarımda, dünyanın talihli-mutlu addettiğim geri kalanından kırgınlıkla geri çekilip kendi içime kapanıyordum. Sonra radyo, kapısını nasıl hep açık, hep aralık bırakıyorduysa ben de kapılarımı ona aralık bırakmayı öğrendim. Ondan sonra radyonunkiler gibi benim de kapılarım hep aralık kaldı. Hasta yatakları başında usulca sesini açtım dinledim. Kendi hasta zamanlarımda da. Yorgunluğumu, hastalığımı, kederimi azalttı, sevinçlerimi çoğalttı. Bütün bir müzik tarihi, Ömer Bey'in şarkı sözlerini şiir gibi okumasıyla yeniden anlam kazandı. Çok yoğun çalışma günlerinde kısacık açıp dinledim, güzel bir müzik elimden tutup beni masadan kaldırdı, bahçeye ağaçlara tekrar bakıp gülümsememi ve devam etmemi, dans etmemi sağladı. Şarkılarına ezgilerine katıldım, öyle programlara denk geldim ki öğrenme merakımı kamçıladı, programda geçen bir kitabı hemen edinip okumaya başladım. Beni şenliklere, mektup yazmaya çağırdı. O açıklık tekrar beni dünyaya ve onun geri kalanına bağladı.
Hep açık kalın, hiç kapanmayın.
Ben de size benim için çok özel bir anlamı olan aşağıdaki şarkıyı hediye etmek istiyorum doğum günü hediyesi olarak.
Maria Farantouri ve Fuat Saka söylüyor;
“Nesini söyleyim canım efendim, gayri düzen tutmaz…”
Nice nice yıllara…
Meltem Uzunkaya
