Türk halk müziğinin en önemli isimlerinden Neşet Ertaş'ı ölüm yıldönümünde anıyor, Dilden Dile Titreşimler programından Emre Dağtaşoğlu'nun Açık Dergi'ye konuk olduğu söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.
Neşet Ertaş hakkında bugüne kadar birçok şey söylenmiş ve çeşitli tespitler yapılmıştır. Örneğin kimileri onun Türkiye’nin ilk pop sanatçısı olarak değerlendirilebileceğini söylerken, kimileri onu “bozlak baba” diye çağırmış, kimileri de “bozkırın tezenesi” şeklinde tanımlamışlardır. Bunların hepsi Neşet Ertaş’ın bir yönüne işaret etmesi açısından elbette önem taşımaktadır. Ancak elbette ki Neşet Ertaş’ı birkaç cümle ile tanımlamak mümkün değildir. Buna rağmen rahmetli dedem Mahmut Karabekiroğlu’nun, tüm bu tanımları kendinde kapsayan ve Neşet Ertaş’ı daha isabetli tanımladığını düşündüğüm bir ifadesi vardı; dedem, “Neşet Ertaş Türkiye’de bir müessesedir” derdi. Bu tanımın diğerlerinden daha kapsayıcı ve isabetli olmasının sebebi ise Neşet Ertaş’ın belli bir yönünü göstermekten ziyade, onun müzik dünyasının oturduğu kültürel bağlama ve bu bağlam çerçevesinde Neşet Ertaş’ın ne gibi bir önem taşıdığına işaret etmesidir. Elbette her kültürel unsurun ve özellikle de sanatçılar ile sanat eserlerinin, ait oldukları kültürel bağlam içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu hemen herkesin hemfikir olduğu bir husustur. Ancak söz konusu olan Neşet Ertaş ise, bu tespit üzerinde biraz daha durmak gerekmektedir.
Öncelikle, Neşet Ertaş belli bir kültür ortamında yetişmiş, sıradan bir sanatçı olmayıp müesseseleşmiş bir kültür unsurunun mirasçısı ve taşıyıcısı durumundadır. Bu kültürel unsur ise Anadolu’da 11. ve 12. yy’dan itibaren başlayan serüveninde zaman içerisinde önemli değişimler geçirse de müessese olarak kendisini korumuş olan abdallardır. Abdalların Anadolu’daki maceralarında ne gibi değişikliklere uğradıkları başlı başına bir tartışma ve araştırma konusudur. Ama ilk dönemlerden itibaren kültürel arka planlarında Hayderi, Vefai, Yesevi ve Kalenderi dervişlerinden gelen, sünni İslam'ın dışında olan heretik bir yapı vardır. Ayrıca bu adı anılan tarikatlar üzerinden Hint mistisizminin de abdalların dünya görüşlerinde kimi etkiler yarattığını söylemek mümkündür. Örneğin tenasüh (reenkarnasyon) anlayışının bu kaynaktan geldiği tahmin edilmektedir. Bu anlayışın Neşet Ertaş’ın dünya görüşünde de önemli bir yeri olduğunu türkülerinin sözlerinden ve söyleşilerde dile getirdiklerinden anlıyoruz. Türkülerinden birçok örnek verilebilecek olmasına rağmen İncitme Canı İncitme isimli türküsündeki “Birgün olup öleceksen/Eğer geri geleceksen/Tekrar insan olacaksan/İncitme canı incitme” dizelerini anmak yeterlidir.
Neşet Ertaş’ın üzerinde etkisi olduğunu gördüğümüz başka bir ayrıntı ise abdalları bir evliya zümresi olarak gören görüşle yakından alakalıdır. Örneğin Lugat-ı Naci‘de “abdal” kelimesi “evliyaullahtan 70 insandan ibaret bir cemaat, evliya zümresi” şeklinde tanımlanmaktadır. Başka bazı kaynaklarda da abdalları kırklar ve yedilerin oluşturduğu belirtilmektedir. Abdalların, kırklar ve yedileri oluşturan kişiler olduğu görüşünü göz önüne aldığımızda Neşet Ertaş’ın zaman zaman söyleşilerinde neden “biz kırk kişiyiz, birbirimizi tanırız” dediğini anlamak daha kolay olur. Neşet Ertaş’ın mensubu olduğu kültürün değerleri onun dünya görüşüne önemli ölçüde sirayet ettiği için hem kullandığı ifadelerde hem de yaktığı türkülerde bunun izlerine sıkça rastlanmaktadır.
Afganistan ve Türkmenistan’dan Azerbaycan’a, oradan da Anadolu’nun çeşitli bölgelerine ve Balkanlar’a kadar “abdallar” adıyla anılan topluluklara rastlansa da abdal dendiği zaman Anadolu’da akla gelen bölgeler Orta Anadolu ile Güney ve Batı Anadolu’nun bazı kısımlarıdır. Bilhassa Orta Anadolu bu konuda en çok ismi geçen bölgedir. Orta Anadolu’da ise Kırşehir ve Keskin abdalların yoğun bir biçimde yaşadıkları yerlerdir. Abdallar Anadolu’nun profesyonel müzisyenleri görevini gördüklerinden, bu bölgedeki abdalların da ekserisi müzikle hayatını kazanmakta ve düğünlerde çalgıcılık yapmaktadır.
İşte Neşet Ertaş da bu bölgenin abdallarından birisidir ve o da tüm abdallar gibi küçük yaşlarda müzikle haşır neşir olmuş, babası Muharrem Ertaş’ın yanında düğünlere giderek mesleği öğrenmeye başlamıştır. Beş yaşında başlayan bu süreçte Neşet Ertaş abdal kültürünün her unsurunu tanımış, usta-çırak ilişkisiyle müziğin inceliklerine vakıf olmuştur. En büyük etkiyi elbette ki babası Muharrem Ertaş’tan almıştır ama onun tezene vuruşlarında yine babasının öğrencileri olan Çekiç Ali ve Hacı Taşan’dan da büyük etkiler olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Neşet Ertaş bu geleneğin inceliklerini ve değerlerini Muharrem Ertaş, Hacı Taşan ve Çekiç Ali gibi ustaların öğretim görevlisi olduğu bir konservatuarda öğrenmiştir.
Orta Anadolu abdal müziğinin temsilcisi olan bu isimlerin de kendilerine has bir tarz ve üslupları olmasına rağmen Neşet Ertaş’ın onlardan ayrılan en önemli özelliği, geleneği sadece taşımakla kalmayıp, bu geleneği yenileyerek dönüştürmesidir. Zira o, sadece gelenekten tevarüs ettiklerini taşımamış, onları yine geleneğe yaslanarak yenilemiştir. Bu nokta Neşet Ertaş’ı anlamak için özellikle önemlidir. Çünkü gelenek temelde düsturları belli olan belirli bir çerçeveye işaret etse de aslında varolmayı sürdüren gelenekler değişip dönüşmeyi başaran geleneklerdir. Dolayısıyla “gelenek” kendi bünyesinde değişim potansiyelini barındırır. Bunu başaramadığı durumlarda zamanın şartları gereği yok olup gitmeye mahkumdur. Neşet Ertaş’ın bir müessese olmasını sağlayan husus burada saklıdır. Zira o bu geleneği taşımakla kalmamış, yenileyip dönüştürmüş ve kendisinden sonra gelenlerde bariz bir etki yaratmıştır. Böylece sadece gelenekten tevarüs ettiklerini korumamış, aksine bu geleneğin üzerine bir saray inşa etmiş, bu yolla da müesseseleşmiştir. Bunu mümkün kılan ise onun dehası olmuştur. Orta Anadolu’da müzik icra eden yerel sanatçılardan tutun, okullu icracılara kadar birçok kişinin, bilerek ya da bilmeyerek Neşet Ertaş’ın tarzından etkilenmesi bunun en açık göstergesidir.
Konuya biraz daha yakından bakarsak, ilk olarak Neşet Ertaş’ın icrasının çok canlı ve zengin olduğunu görürüz. Genelde bağlamasıyla tek başına müzik icra etmesine rağmen, nüansları o kadar etkileyici ve incedir ki dinleyen kişi bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde, icradaki o kolay tükenmeyen sanatsal yanı hisseder. Ayrıca bölgesi dışına çıkıp uzun zaman büyük şehirde yaşamış olması onda farklı hassasiyetler geliştirmiş ve hem modern bir deyişi olan hem de geleneksel saz şairlerinin deyişlerine yaslanan türkü sözleri yazmasına zemin oluşturmuştur. Türkülerinin sözlerine baktığımızda arkasında bulunan saz şairleri geleneğine hakimiyeti hemen farkedilir. Zira babası Muharrem Ertaş’ın Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Şah Hatai ve Dadaloğlu gibi şairlerden şiirler havalandırdığını, dolayısıyla Neşet Ertaş’ın saz şairleri geleneğini doğal bir yolla öğrendiğini biliyoruz. Ayna zamanda bu arka plan onun türküleri okurken kelime hataları yapmamasını sağlamaktadır. Günümüzde “anlı şanlı” halk müziği sanatçılarından tutun, derleme yapan okullu icracılara kadar birçok kişinin bu konuda vahim hatalara düştüğünü göz önünde bulundurursak, Neşet Ertaş’ın bu yönünün neden önem arz ettiği daha iyi anlaşılabilir.
Onu bu konuda ayrı ve özel kılan bir başka yanı ise, saz şairleri geleneğini dikkate aldığımızda, bu gelenek içinde yeni deyişler üretebilmiş olmasıdır. Yar Hoyrata Tatlı Kelam Eyleme, Sen Benimsin Ben Seninim, Yandı Bağrım, Kurusa Fidanın gibi türkülerinin sözleri buna örnek olarak gösterilebilir. Dolayısıyla onu sadece abdal geleneğine bağlamak ve o geleneğin yenileyicisi olarak görmek yeterli değildir, onu ayrıca saz şairleri halkasına eklemlenen dört başı mamur bir şair olarak da değerlendirmek gerekmektedir. Bu bakımdan hem bestelenmiş hem de bestelenmemiş şiirlerinin bir an evvel bir kitap halinde toplanması ve ciddi bir çalışmayla basıma hazırlanması çok yerinde olur.
Neşet Ertaş’ın önemli başka bir yönü ise farklı yörelerin türkülerini ve başka sanatçıların bestelerini icra edişinde ortaya çıkar. Zira onun icra ettiği türkülere mührünü vurduğunu, türkünün otantik lezzetine zarar vermeden o türküyü kendi haddesinden geçirerek yorumladığını söyleyebiliriz. Buna da birçok örnek verilebilir ama Böyle Olur mu isimli Orta Anadolu türküsü ile Ayaş Yolları‘nı hatırlatmak, onun icrasının bu yönünü takdir etmemize yetecektir.
Dikkat çekilmesi gereken başka bir husus da, Neşet Ertaş’ın yöre ağzını hep korumuş olmasına rağmen türkülerin sözlerini çok itinalı bir biçimde, düzgün bir diksiyonla okumasıdır. Bu onu hem kendi seleflerinden hem de haleflerinden ayıran önemli bir yanıdır. Günümüzde bile müzik piyasası bunu beceremeyen yorumcularla doludur ne yazık ki. Dolayısıyla Neşet Ertaş’ın bu dikkat ve özeninin arkasında sadece büyük şehirde yaşamış bir halk sanatçısı olması yatmamaktadır. Durum böyle olsaydı, günümüzde hemen hepsi büyük şehirlerde yaşayan ve birçoğu da formel eğitim gören icracıların bu hataya düşmemesi gerekirdi. Bu bakımdan Neşet Ertaş’ı bu bağlamda da ayrı bir yere koymak yerinde olacaktır.
Son olarak Neşet Ertaş’ın icrasındaki teknik meselelere değinecek olursak kısaca şunlar söylenebilir. Çok gelişkin bir ritm duygusu vardır ve en ağır türkülerde bile tartımda sorun yaşamaz. Özellikle abdallara has görünen bir hançeresi vardır ve en zor bozlaklarda bile icrada falso vermez. Bağlama çalış tekniğinde ise birçok önemli nokta vardır. Örneğin, ara sazlarda bile aynı ezgiyi tekrarlamaz ve her seferinde ezgi içerisinde yeni çeşniler yaratır. Kendine has tezene vuruşları ve taklit edilmesi çok zor bir üslubu vardır. Onun icrasını, dinleyenler için lezzetli ve zengin kılan önemli unsurlardan birisi, bağlama çalışındaki ve türküleri okuyuşundaki bu yüksek tekniktir. Bunların yanı sıra türkü çalarken bağlamasının döşüne parmaklarıyla vurarak ritim tutması da onun alamet-i farikalarındandır. Üstelik bunu sadece ritmi canlı olan türkülerde değil, zaman zaman çok aheste türkülerde de yapar. Neşet Ertaş’ın icrasında öne çıkan bu özellik, bağlama çalmaya çalışan bir nesli ciddi biçimde etkilemiş ve bağlamanın döşünü döverek icraya eşlik etme tavrı Neşet Ertaş’la birlikte yayılmıştır.
Neşet Ertaş hakkında söylenebilecekler burada kısa kısa yazılanlarla sınırlı değildir elbette. Ancak yukarıda belirtilenler bile onun neden bir müessese olarak değerlendirilebileceğini ve Anadolu Halk Müziği’ne nasıl bir katkı yaptığını takdir etmek için yeterli olsa gerektir. Kendisi Hakk’a yürümüş olsa da arkasında bıraktığı bu muazzam yapı ve haleflerine çizdiği yol onun silinmez izleri olarak kalmayı sürdüreceklerdir. Ancak dileğimiz bunun sadece geleneği sürdürenlerle sınırlı kalmaması ve Neşet Ertaş hakkında yapılacak ciddi çalışmalarla daha geniş çevrelere yayılabilmesidir. Çünkü tüm bu söylenenlerin dışında onun duruşu ve yaşamı da post modern insanın önemli dersler çıkarabileceği ayrıntılarla doludur.
*Bu yazı ilk olarak, 13 Ekim 2012 tarihinde Yeşil Gazete'de yayınlanmıştır.
*Dilden Dile Titreşimler programımızdan Emre Dağtaşoğlu, Neşet Ertaş'ı kaybettiğimiz hafta Açık Dergi'de konuğumuz olmuş ve birlikte büyük ozanı anmıştık.