"Uzlaşma imkânlarını arayacağımız bir seçim kurgulamakta yarar var"

-
Aa
+
a
a
a

Bekir Ağırdır; yaklaşan seçime giden süreci, seçim döneminde bizi bekleyen gelişmeleri ve seçimin taraflarının tutumlarını değerlendirdi.

2023 Türkiye Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimleri
 

2023 Türkiye Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimleri

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Seçimlere çok az bir zaman kala saflar ve hatlar da belli oldu. 

Bekir Ağırdır: Bir kere oyuncular, bütün ilgili aktörler belli oldu. Artık Cumhurbaşkanı adaylarını biliyoruz. Milletvekili adaylarını da biliyoruz. Seçmen sayılarını ve illerde çıkarılacak milletvekili sayılarını biliyoruz ve kampanyalar da bir ucundan başlamış oldu. Elimizde bütün kartlar var artık. Şimdi oyuncuların oyunu nasıl oynayacaklarını izleyeceğiz. Son etaba girerken artık aktör bazında her şey belli. Bundan sonra söz seçmende ve kampanyalarda.

Ö.M.: Nasıl görünüyor?

B.A.: Henüz sokakta bir seçim havası gözlenmiyor. Çünkü henüz temaşa yok. Ülke için bir medeniyet seçimi bu. Çok kritik bir kavşakta, geleceğin yöneticilerini seçmek değil, aynı zamanda ülkenin gelecek vizyonunu seçmek söz konusu. Ama henüz sokakta o seçim havası yok. Yani bütün muhabbetler, bütün konular elbette seçim ama sokakta böyle bir tedirgin bekleyiş var gibi hissediyorum. Bunun birkaç sebebi var: İlki somut hayat koşulları. Yani hayat pahalılığı ve işsizlik o kadar hepimizin zihnini ve gündelik hayatını meşgul ediyor ki onun için henüz daha siyaset düşünemiyoruz. Evet, hep aklınızın bir tarafında burgu gibi bir çivi var. Ama bir yandan da gündelik hayatın derdi henüz ağır basıyor. İkinci olarak aktörler çok düşük profilli bir kampanyaya başladı. Belki Ramazan etkisi de var. Bayramdan sonra kampanyaların hem renklenmesini hem yoğunlaşmasını beklemek mümkün. Henüz beklenen yoğunlukta değil. Söylemler, henüz bildiğimizin dışında yeni heyecan üreten ya da gerginlik üreten cinsten değil. Hep bildiğiniz diller, bildiğimiz kavramlar, kelimeler… Onun için henüz temaşası eksik. 

Ülkenin geleceği için çok kritik bir seçim ama bunu düğün havasında yapmamız lazım. Savaşa gider gibi değil. Gerçekten hepimizin güle oynaya ve hep beraber, bir arada elbette siyasi tercihlerimiz, yönetici ve medeniyet tercihimiz, adalet beklentimiz, ekonomik beklentilerimiz farklı olabilir. “Adalet, bereket ve medeniyet” diyorum ben. Güle oynaya, kendi tercihlerimizi oynayacağımız, uzlaşma imkânlarını arayacağımız bir seçim kurgulamakta yarar var. Ama ne yazık ki gergin gelişecek gibi görünüyor. Bir yandan da şimdiden birtakım seçim üzücü haberler var: Seçim ofislerine ateş etmeler ya da sosyal medyada insanları çocuğuyla tehdit etmeler.

Ö.M.: BBC Türkçe’de yer alan bir haberden aktarıyorum:Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu; İstanbul, Ataşehir, Örnek Mahallesi'ndeki temsilcilik binasına saldırı düzenlendiğini ve 3 el ateş açıldığını bildiriyor. Silahın kurusıkı olduğu tahmin ediliyor. Kılıçdaroğlu'nun afişlerin üzerine AKP ve RTE yazıldığı görülen fotoğrafları da paylaşmış. “Biz korkmayız ama bence sizler korkun. Korkacak çok şeyiniz var” demiş.

B.A.: Siyasete hakim olan şey vicdansızlık, hainlik vs. diye giden bir manevi şiddet yüklü dil olunca ülkeyi yönetenlerce veya iktidar sözcülerince… Doğal olarak bu kadar lümpenleşmenin ve vandalizme yatkın bir zihin dünyasının da (belli azınlıkta da olsa) bir grup insanda olduğunu tahmin etmek çok zor değil. Dolayısıyla bu tür saçmalıklar yaşanır. Yeter ki bunlar organize bir merkezden yönetilen biçimde planlanmıyor olsun. Veya böyle saçma sapan hayallerin hakim olduğu odaklar olmadığını umalım. Umduğum gibi bir düğün havasında değil, gerçekten bir cenk havasında gerçekleşecek belki de bu seçim. Onun için herkes soğukkanlı durmak, provokasyonlara gelmemek, hakikat dışı bilgileri ve korku iklimine benzin dökecek yalan yanlış bilgileri yaymak noktasında dikkatli olması lazım. 

Örneğin dün bir haber vardı, belki sizler de gördünüz. Sosyal medyadaki her beş içerikten birisi kurgu, yalan, hakikat dışı… Dolayısıyla bütün bunlara prim vermemek lazım. Yani iktidarın arzuladığı baskıcı, ağır ve korku, kaygı ağırlıklı iklimin oluşmasına izin vermemek lazım. Onları umutlandıracak, mutlu edecek şey bu ağır havanın ve korku ikliminin yaygınlaşması olur. Onun için inadına kahkaha atmak, inadına gülmek, inadına seçimde oylara sahip çıkmak ve inadına seçimi bir düğüne çevirmek lazım.

Ö.M.: Oya Baydar’da T24’teki yazısında böyle bir yaklaşımdan bahsediyordu: 

“Millet İttifakı'nın, Emek ve Özgürlük İttifakı'nın, oyumu vereceğim Yeşil Sol Parti'nin (HDP'nin) milletvekili aday listelerine bakıyorum. Eksik adlar, fazla adlar, kazana atsanız birlikte kaynamayacağım adlar, benmerkezci tarzlarını, hamasî üsluplarını beğenmediğim adlar var. Seçilebilir yerlerde tek bir Ermeni yokken liste dışı bırakılan, HDP'nin gerek Meclis'te gerekse kamuoyu nezdinde en başarılı milletvekillerinden Garo Paylan'ın eksikliği mesela.” 

Şöyle devam ediyor: 

Bolsonaro'yu iktidardan defeden Lula'nın deyişiyle: ‘Cennetin kapıları açılmayacak ama cehennemin kapıları kapanacak.’ (...) Cehennemin kapılarını kapamak için armudu sapıyla, üzümü çöpüyle yiyeceğiz. Tek bir oyun heba olmaması, kişisel veya örgütsel bencilliğimiz yüzünden muhalefetin, özellikle de Emek ve Özgürlük İttifakı partilerinin tek bir milletvekili yitirmemesi için zaman zaman bağrımıza taş basarak oyumuzu akıllıca ve özveriyle kullanacağız. Bölücülük yapmayacağız ve seçmenin ferasetine güveneceğiz.

B.A.: Bir kere bu seçim esas itibarıyla yani başka türden olmalıydı. Baştan beri tezim o. Başka bir demokrasi heyecanı, bir demokrasi mücadelesi, demokrasi hareketi hâline dönüşebilmeliydi. Bir ülke muasır medeniyet ya da medeniyet tercihinde bulunacak. Kadın meselesi, gündelik hayatımızda kadınların üstlendiği rol ya da bizim onlara içtiğimiz alan noktasında görüyoruz ki iktidarın çok net bir tercihi var. Sır da değil artık. 

HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi’yle bu pazarlıklar bütün kameraların önünde yapıldı. Batı medeniyetine yeni bir enerji, can, ruh getiren bir Türkiye mi olacağız? Ya da Batı'nın taşrasında mı olacağız? Bir tercihle karşı karşıyayız. O yüzden de kaçınılmaz olarak bir ikiliğin içine sıkıştı seçim. Farklı siyasi tercihlerin parlamentoda temsil edilmesi için bir yandan hâlâ uğraşmak gerekiyor elbette. Sonuç olarak Cumhurbaşkanlığı seçimi diye kritik şey var. O mührü eline geçirenin her türlü yetkiyi de eline geçirdiği, sıfır bir oyununa dönmüş olan bir başkanlık seçimi var sonuç olarak. Dolayısıyla hikâyenin düğüm noktası orası. Başkanlık seçiminde çok kritik bir durum var. Yani ya kazananın her şeyi aldığı bir sisteme dönünce hikâye, bütün bu seçim sürecinin üzerine ağırlığını koyuyor ve damga vuruyor. Halbuki daha serin bir yerden düşünsek: Sadece başkanlık mührünü eline alanının taahhüdünden sınırlı bir hayat değil, parlamento diye, yasama diye bir şey var ve oradaki çeşitlilik, ülkedeki bütün farklılıkların temsil edilmesi de hâlâ çok önemli ve kritik. O yüzden bütün mesele Cumhurbaşkanlığı seçimi değil. Yeter ki topluma partiler, aktörler ve muhalefetteki özellikle iki büyük blok bu meramı doğru anlatabilirsin.

Seçmen gözünden bakınca artık bu seçimde stratejik oy kullanmanın (ideolojimiz veya fikirlerimize, hayat tarzımıza, kimliğimize tam uymasa bile) esas olacağını görüyoruz. Oya Baydar’ın da yazısında söz ettiği şey aslında bir bakıma bu. Bütün renklerin, farklılıkların ötesinde ve bu oyunda bir pozisyon almak amacıyla bütün seçmen aşağı yukarı böyle görecek meseleyi ve böyle oy kullanacak.

Ö.M.: Canan Yıldız’ın Yeşil Sol Parti milletvekili adayı Hasan Cemal’le T24’te yaptığı bir röportaj vardı: “Bugün bakıyorsunuz Erdoğan'a zaten, kadını sevmeyen bir zihniyetin sahibi. Kadını daha doğrusu eve hapsetmek, kadını erkeğin kölesi haline getirmek isteyen bir zihniyetin sahibi. Bir de yanına HÜDA PAR ve Yeniden Refah gibi partileri aldı. Bunlar daha beter, ortaçağ karanlığını temsil eden partiler. Korkunç bir şey bu. Buna karşı mücadele etmek için de siyasete giriyorum. Siyasete giriş nedenim tünelin sonundaki umut ışığı yakabilmek.”

B.A.: Seçmenin elbette sözünü ettiğimiz medeniyet tercihine dair bir beklentisi var. Elbette işin ekonomik tarafı da var. Hepimiz (teoride, literatürde de olan) ihtiyaçlar hiyerarşisine göre hareket ediyoruz. Hanenin geçimi, ekonomik durumu, gelir gider meselesi, hanenin eğitim ihtiyacı, sağlık ihtiyacı ve güvenlik ihtiyacı (barınma, asayiş) hep ön plana çıkar. Dolayısıyla elbette vaatler/hikâyeler önce buraya değiyor. Seçmenler elbette kendi hayatına ne diyecek diye bakıyor. 

Ama bugün ülke öyle bir noktaya geldi ki… Problemlerimiz, krizler yumağı bizi öyle bir hâle getirdi ki hepimizi sadece ekonomik vaatler bekliyoruz. Ancak artık devletin katılımcılığı, demokratikleşme, bunların hepsi iç içe geçmediği sürece sadece o ekonomik vaatlerin mümkün olmayacağı bir kavşağa geldik. Seçmen de aşağı yukarı bunu hissediyor. Kelimeleri böyle kurmuyor olabilir ama sonuç olarak ekonomik reformlarla siyasi ve hukuki reformların ve yönetim reformlarının aynı anda yapılması gereken bir eşik bu. 

Tartışmanın buralara dönmesi lazım ama çok düşük profilli ve sadece Kemal Bey üzerinden ve Kılıçdaroğlu'nun hep ben diliyle konuştuğu bir kampanya var karşımızda. Halbuki mesele bundan ibaret değil. İktidarın tutumu biraz daha anlaşılır. İktidarın artık sıkıştığı yerde yeni seçmen edinme iddiası yok. AKP geçmiş seçimlerin çoğunda kendisine oy vermiş insanları bir arada tutmaya çalışıyor. Yani AKP'nin temel stratejisi çoğalmak değil, safları sıklaştırmak. Dolayısıyla safları sıklaştırmak için de kullandığı argüman, yerli ve millî kavramı üzerinden bir ulusal onur/gurur gibi bir soyut hikâye aynı zamanda. Tek devlet, tek millet derken aynı zamanda devletin bütün organlarının kurumlarının da tekliğini (güçler ayrılığını değil), yasamanın, yürütmenin ve yargının da tekliğini savunuyor ve bunu da bir güvenlik gerekçesinin içine sığdırıyor. 

Dolayısıyla buradan seçmenine umut vererek değil, seçmenin kaygısının korkusunu manipüle ederek bir bakıma safları sıklaştırma stratejisi izliyor. Bunun da bir parçası elbette diğerlerini ya da muhalefeti tümüyle düşmanlaştırma. Kullandığı o manevi şiddetli ağırlıklı dilin sebebi de o. O söylemle size ya da bana hitap etmiyor. Kendi seçmenine karşı konuşuyor, safları sıkılaştırmaya çalışıyor. Dolayısıyla muhalefetin yapabileceği şey bu hikâyeyi tersine çevirmek. Sadece “devlet bizim elimize geçince her şeyi şeffaf yaparız, ihaleleri ve kamuya alımları, yardımları da düzgün yaparız. Hatta vaatlerimizi de var. Onlar 10 bin veriyor, biz 15 bin” demek yetmez. Henüz muhalefetin bu yetmezliği kavradığını sanmıyorum. O nedenle belki de sokakta öyle bir coşku, umut, heyecan henüz yok. 

Muhalefetin temel sorunu, hâlâ bugün toplumda beklentilerini cevaplayan yeni bir heyecan dalgası yaratmamış olması ve sivil toplumu, özellikle toplumun örgütlü kesimlerini bu sürece dahil etmemesi, Bütün bu eksiklikler de doğal olarak sokaktaki o temaşa eksikliğini, umut ve heyecan eksikliğini üretiyor. Ama bayramdan sonrasında en azından artık son düzlüğe girmiş olacağız. Beklenir ki bayramdan itibaren biraz daha hareket olsun. Muhalefetteki aktörlerin hepsinin birden sahneye dahil olmasını bekliyoruz. Şu anda herkes kendi sahnesini kuruyor. Kemal Kılıçdaroğlu da sadece Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi sahnesi üzerinden hareket etmeye çalışıyor. Halbuki bizim topluma göstermemiz ve anlatmamız gereken bütün bu çoğulculuk. Farklı seslerin, farklı ideolojilerin, farklı kimliklerin ortak gelecek için bir arada olduğunu ve ortak sahnenin mümkün olduğunu göstermek. Eğer kampanyalar bu tanıya, bu tona, bu sese doğru dönerse sokaktaki heyecan eksikliği aşılmaya başlanabilir diye düşünüyorum. Bayramdan sonra nasıl gelişeceğini izleyeceğiz, göreceğiz.

Ö.M.: Yeşil Sol Partisi’nin Kocaeli milletvekili adayı Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun Çayırova'daki seçim bürosu açılışında yaptığı konuşmada bu ifadelerini destekler nitelikte. 

“Bu iktidarın 26 günlük bir ömür ömrü kaldı. Meclisin kürsüsünden haykırmıştım. ‘Beni cezaevine atsanız ne olur?’ diyordum. Haklıyız, güçlüyüz ve kazanacağız. Türkiye cehenneme düşmekten kurtulursun ve 14 Mayıs kavşağında yolunu ilgiye, adalete, eşitliğe doğru çevirsin. Şurada 26 gün kaldı arkadaşlar. Siz bize deyin ki ‘gel vekilim’, biz geliriz geliriz, anlatırız. Saatlerce anlatırız. Yeter ki bu iktidarın kötülükleri ortaya çıksın. Yeter ki Türkiye, bu cehenneme düşmekten kurtulursun ve 14 Mayıs kavşağında yolunu, iyiliğe, adalete, eşitliğe doğru çevirsin.” demiş. Ve böyle bir canlı bir katılım olduğu anlaşılan bir seçim konuşması.

B.A.: Ülkedeki sol partilerin heyecanı baskındır. TİP de buna katıldı. Dolayısıyla, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın her bir eylemi şu anda bütün baskılara, iktidarın bütün engellemelere karşın ya da bütün manevi şiddet dolu suçlamalara karşın hâlâ neşeli. Gelecek hayali baskın yürüyor ve iyi ki de öyle yürüyor. Yani tümüyle kaygılara teslim olmak yerine… Ama dediğim gibi asıl hikâyenin size bayramdan sonra başlayacağını umuyorum.

Ö.M.: Bir takım yayınlarda (Muharrem İnce tartışmaları gibi) katılan gençlerin sorularından duruma hakim oldukları ve yükselen bir coşkuyla takip ettikleri de göze çarpıyor mu? 

B.A.: Gençler yavaş yavaş daha etkin olmaya başlayacak. Nitekim gündeme Muharrem İnce'yi getiren de aslında bir bakıma gençler. Esas itibarıyla Muharrem İnce tartışması ayrı bir parantez içinde konuşmaya değer bir tartışma. Çünkü Muharrem İnce'nin vaatleri ya da Memleket Partisi’nin ideolojisi, pozisyonu nedeniyle değil; iki tarafın da o yapısal, hep bildiğimiz pozisyonlarına ya da tarzlarına bir itiraz nedeniyle birdenbire gündeme geldi. Ama aynı zamanda gençleri iktidar kanadı üzerinden de okumak lazım. Bir hikâyeye iktidar kanadı üzerinden bakarsanız Muharrem İnce tartışması her şeyden önce ülkedeki ağır ekonomik koşulların tartışılmasının önüne geçiyor. Deprem felaketinin ürettiği sonuçlar ya da nedenlerin tartışılması gerekiyor ve orada yapılması gereken işler dahil bütün o tartışmanın da üstünü örtüyor. 

Yani Muharrem İnce meselesi Muharrem İnce'yi aşan, (hem iktidar açısından hem de gençler açısından) üzerinde hem siyasi hem sosyolojik analizi yapılmayı hak eden bir mesele. Ama bunu sadece “Muharrem İnce çekilsin mi, çekilmesin mi, aday olsun mu, olmasın mı, olmasa mıydı?” bağlamında tartışmak (yani Muharrem İnce'nin şahsına indirgemek) doğru değil. Birdenbire anketlerde “Muharrem İnce” diyen gençlerin meramını iyi anlamak, çözmek ve kafa yormak gerekiyor. 

Bu seçim için daha önemli kısmı, iktidarın ve iktidar yanlısı medyanın sosyal medyadaki ağırlıklarıyla, trolleriyle konuyu bu kadar gündemde tutmaları Muharrem İnce hayranlarından değil. Bu konu iktidarın bütün eksiklik ve zaaflarının tartışılmasının üstünü örten bir şal etkisi üretiyor. “Muharrem Bey bunun ne kadar farkındadır veya değildir?”, ayrı bahis. Ama bir yandan da farkında olduğu ve gündemde bu kadar yer alıyor olmaktan da kişisel bir haz aldığı da anlaşılıyor. Onun için artık bugün şunu söylemek mümkün: Kanaatimce Muharrem İnce seçime bir gün kala veya 20 gün kala çekilecek gibi görünmüyor. Kaldı ki çekilmek istese de bu saatten sonra iktidar kanadının çekilmesine ya da gündemden düşmesine izin vermesini beklemek çok mümkün değil.

Gençler açısından bakınca; o kızgınlık, öfke, çaresizlik ya da iki baskın güce de başkaldırma arzusu var. Ataerkilliğe, devletin ekşi sözlüğü kapatmasına, her şeyi mahkeme kararlarıyla yasaklamasına ya da dizi yasaklamalara itirazları neyse bu tutum da aynı. Seçim yaklaştıkça, sıfır bir oyununa içeriden bakmaya başlayacaklarını ve Muharrem İnce’nin oy oranının çok ciddi biçimde gerileyeceğini düşünüyorum. 

Ö.M.:T24’teki yazında da yüzde 3 veya 4’e düşebileceği ihtimalinden bahsediyorsun, değil mi?

Özdeş Özbay: O bile aslında çok yüksek geliyor bana açıkçası. Anketler söz konusu olduğunda henüz bir de tam seçim moduna girmediğimiz için ben hâlâ bir tepkinin dile getirildiğini düşünüyorum. Ama sandık başında pek böyle olmayacağını düşünenlerdenim.

B.A.: Elbette mümkün. Ama meselenin çok kritik olduğu da açık. Burada mesele muhalefetin o gençlerin beklentilerine ya da hayallerine dair çok iddialı bir vadi koymamış olması. Yani arabada ÖTV indirimleri ya da evlenme kredileri falan değil. Bu gençler kendilerinin var olduğunun anlaşılmasını, kendilerini gerçekleştirmek için koşulların kendi arzularına göre biçimlenmesini de istiyor. Onlar adına problemlerin çözümü bu değil… 

Ö.Ö.: Çok militan, öfkeli bir tarzı var Muharrem İnce'nin. Bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de “Erdoğan'a hak ettiği şekilde muhalefet etsin” diye düşünülüyordu. Bağıra çağıra, aynı üslupla… Yaşam koşulları kötü olan bir kesimde, bu öfkeli siyasetin bir alıcısı var. Zafer Partisi de buna oynuyor ama daha radikal bir biçimde sanki. 

B.A: Zafer Partisi, o çaresizlik ya da öfkenin önüne bir hedef olarak Suriyelileri koyuyordu. Duygular ve tercihler üzerinden şekilleniyor ama neden yana oldukları belirleyici unsur değil burada.