Bekir Ağırdır’ın gündeminde yaklaşan seçimlere yönelik stratejiler özelinde belirlenmesi gereken hedefler ve genç seçmenin seçim sürecine yaklaşımı vardı.
Ömer Madra: Günaydın Bekir.Gazete Oksijen’de yayımlanan “Türkiye'deki toplumsal uzlaşmayı hangi seçim stratejisi sağlar?” başlıklı yazınla başlayalım. Tüm kurum ve kuralların yenilenerek, demokratikleştirilerek yeniden inşa edilmesinin zorunlu olduğundan bahsediyorsun. Bu da “parlamentoda her bir siyasi eğilimin yeniden inşa sürecine katılımıyla mümkün” diyorsun. O zaman seçim stratejisinde nasıl hedefler belirlenmesi gerekiyor? HDP olmadan kazanmak pek mümkün görünmüyor.
Bekir Ağırdır: Önümüzdeki problemi tarif edersek çözüm de ortaya çıkıyor. Müthiş bir yıkım süreci yaşanıyor. Devletin tümüyle merkezileştiği, güçler ayrılığının kalmadığı ve tekliğin, keyfiliğin esas olduğu, devletin hayatın her alanını denetlemeye çalıştığı bir durum var. Dolayısıyla kurum ve kuralları yeniden yerine oturtmak gibi bir meselemiz bulunuyor. Gidişatı ve yıkımı durdurmak bir mesele ancak bu yetmiyor. Bunun ardından büyük toplumsal uzlaşmayı, barışı, herkesin onurlu yaşamını inşa edeceksek bir katılımcılık şart. Yani temsili bir demokrasi ya da sadece devletin reformu değil aynı zamanda hayatın her alanında katılımcı şeffaflığın olduğu, kendimize dair bütün kararları alabildiğimiz bir başka toplumsal hayat ve hukuki düzen oluşturmak gerekiyor.
Devletin kurum ve kurallarının yerine oturtulması için seçimi kazanmak ve sonra da muhalefetin operasyonel planlarıyla birtakım reformlar yapmak gerekir. Ama büyük toplumsal uzlaşmayı ve hepimizin onurlu yaşamını inşa edebilmek için sekülerlerin, modernlerin, muhafazakârların, Kürtlerin, AKP'ye veya CHP'ye oy verenlerin ve HDP'nin bir aradalığını sağlamak ve bunu inşa edecek kurum ve kuralları oluşturmak gerekiyor.
Dolayısıyla tek başına iktidar değişti diye “devletin kurumları, kuralları yerli yerine oturtuluyor” demek bir geçiş dönemi, toplumsal rehabilitasyon ya da devletin rehabilitasyonu için gerekli ama yeterli değil. Yeter şart, toplumsal mutabakattır. Altılı Masa’nın da “Biz olmak” dediği, benim de çok önemsediğim bir durum bu. Bunu sağlamanın yolu, ama kültürel ama sınıfsal toplumdaki bütün farklılıkların ve aidiyetlerin “yeniyi” inşa sürecine katılmalarıdır. Çünkü Türkiye'deki temel sorunların kök kaynağı esas itibarıyla şu: Cumhuriyetle başlayan kalkınma ve modernleşme hikâyesine, Kürtler ya da dindarlar gibi kimi kümelerin kendi kimlikleriyle katılamadıkları iddiası ve sürecin sonunda da mağdur oldukları duygusuyla itirazları var. Bir bakıma haklılar da. Dolayısıyla yeniden inşa sürecinde aynı hatayı tekrarlamamak, kimliklerin, siyasi tercihlerin, sınıfların yeniden inşa ve müzakere sürecine dahil olmaları gerekiyor. Çünkü devleti reforme etmek sürdürülebilir olmayacak. Yeniden aynı huzursuzlukları yaşıyor olacağız. Yıkımı durdurmak, gidişata müdahale etmek için Cumhurbaşkanlığı seçiminde en geniş mutabakatı sağlamanın gerekli olduğunu ve ancak bu şekilde kazanılacağını düşünüyorum. Mümkünse sadece Altılı Masa’nın liderlerinin değil, belki de 15 partinin dahil olduğu bir
açıklamayla Cumhurbaşkanı adayına işaret etmek ve oy istemek doğru olan. Ama yeniyi inşa sürecini konuşacaksak toplumdaki hiçbir kimliği, siyasi tercihi ya da hayat tarzını dışarıda bırakmayacağımız bir parlamento oluşturulması lazım. Bunun yolu ise bir cumhurbaşkanı adayında ortaklaşmak. Ama parlamento seçimlerinde bütün partilerin dahil olduğu tek listeler değil, tam tersine oldukça esnek, her ildeki toplumsal dokuyu ya da seçmen davranışını, kimlikleri ve sınırsal gerilimleri de dikkate alan listeler yapmak daha doğru olabilir.Ancak o zaman en geniş temsiliyeti sağlayabiliriz. Yani muhafazakârların, Kürtlerin, sekülerlerin, özetle kimlikler üzerinden her siyasi tercihin parlamentoda temsil edilmesini sağlayarak ve anayasa yapma sürecini en geniş temsiliyetle yapabilirsek Türkiye için bir fırsat yakalayabileceğimizi düşünüyorum. Bunun için her bir ilde stratejik çalışma yapmak lazım. Kimliklere sıkışmak ya da siyasal kutuplaşmadan kurtulmak gibi bir çaba olsa da, gerçek sorunların harareti nedeniyle toplumda kimliklere, siyasi tercihlere sadakat çözülmüş ya da çözülüyor. Ama duygusal ambargolar, kutuplaşmalar, hatta kimi zaman nefret duyguları hâlâ güçlü. Kendini muhafazakâr ya da AKP’li olarak tanımlayan insanlar artık o tanımından rahatsız zira gidişatı görüyor. Ama HDP ya da CHP var diye o tarafa da kayamıyor. Siyasi tercihi değişemiyor. Tersi durumlar da var.
Eğer seçmende hâlâ böylesi bir duygusal kutuplaşma geçerliyse, yani bizim bulgumuz doğruysa, o zaman yapılacak şey (seçmenin duyarlılığı ve duygusunu önümüzdeki 100 günde çözemeyeceğimize göre) her bir il için, kimi ilde tek, kimi ilde beş, kimi ilde üç ayrı liste oluşturmaktır Bugünkü ana iki ittifakın bile iki ayrı listesi yok. Her bir ittifakın, her coğrafya, her il, her toplumsal doku için kendi içinde ayrı alt listeler yapması ve bir de parlamentoda en geniş temsiliyeti sağlaması, Türkiye'nin beklediği tarihi ve siyasi fırsatı üretebilir.
“Genç seçmenler ülkenin gidişatından çok rahatsız”
Ö.M.: İçinde de bulunduğumuz sıkılmışlıkla ilgili olarak şöyle söylüyorsun: “Seçmendeki sıkışmışlığı çözecek dört değişimden birincisi yönetim sisteminden, ekonomik gidişattan rahatsızlık ve sandığa gitmeme kararının değişmesi. İkincisi kutuplaşma duygusunda değişiklik. Üçüncüsü Deva ve Gelecek başta olmak üzere Yeniden Refah, Zafer ve Memleket Partileri’nin alacakları oy. Ve dördüncüsü de eklenecek olan altı milyona yakın genç seçmen.” Özellikle genç seçmenler üzerine araştırmalar oldukça ilginç sonuçlar veriyor değil mi?
B.A.: Genç seçmenin iki alt kümesi var. 18-30 arasındaki genel genç seçmenin, kabaca 20 milyonu aşkın olduğunu biliyoruz. Bu seçmenin içindeki 6 milyonu aşkın genç ilk kez bir genel seçimde oy kullanacak. Araştırmalardan şunu biliyoruz: Genç seçmenler ülkenin gidişatından çok rahatsız, umutsuz, hayalleri yok olmuş durumda. İdolleri yok, kızgınlar. Gelecek algıları giderek kısalıyor. Neredeyse yüzde 45’i gelecek dendiğine en fazla 3 yılı hayal edebiliyor. Fırsat eşitliğinin olmamasından çok rahatsızlar. Bütün bunlar için çıkış yolu olarak da var olan aktörleri, partileri, siyasi zemini yeterince güçlü görmüyor ya da o siyasi zemine ve aktörlere güvenmiyorlar. Güvensizlik nedeniyle sandığa gidip gitmemeleri önümüzdeki seçimlerde belirleyici olacaktır.
Sandığa gittikleri zaman gidişata olan itirazları çok güçlü olduğu, kızgın ve öfkeli oldukları için adayın kim olduğundan bağımsız olarak büyük kısmı muhalefetin adayına oy verecek. Umutsuzluğu ve kızgınlığı aşmak için genç seçmenin gidişata müdahale etme imkânı olduğunu hissetmesi gerekiyor. Eğer “iki taraf da iktidar olduğunda bir şey değişmeyecek” ya da “Türkiye bu sorunları çözemeyecek” gibi bir duygu hâkim olursa büyük bir kısmı sandığa gitmeyebilir. O nedenle genç seçmenlerin bu seçimdeki etkisi parti tercihinden çok seçime gidip gitmeme kararıyla olacak. Seçime gittikleri zaman ise gidişata itirazlarının çok güçlü olduğunu ve muhalefete yakın bir oy tercihinde bulunacaklarını söylemek mümkün.
Genç seçmenlerin itirazları, bizim dönemlerimizdeki gibi ideolojik ya da siyasal bilgilerinden beslenmiyor. Daha çok nasıl ki ataerkilliğe, ekonomik sıkışmışlığa, ailenin bile hayatlarını denetleme çabasına itirazları varsa gündelik hayatlarından ve gerçek meselelerden beslenen itirazları da var. Devletin internete ya da hangi hesabın takip edilip edilmeyeceğine, hangi internet sitesinin okunup okunmayacağına bu kadar müdahale etmesi gibi… Hükümetin dindar nesil yetiştirmek isteğiyle eğitimde, siyasette, hukukta yapmaya çalıştığı düzenlemelere de samimi bir şekilde itiraz ediyorlar. Bir ideolojiden, bir siyasi fikirden beslenmiyorlar. O nedenle daha sahici bir itirazları var. Ama o itiraz bir umut içermediği için seçime gidip gitmeyeceklerini bilemiyoruz.
Özdeş Özbay: Geçmiş kuşaklar gibi ideolojik bir fark olmadığı söyleniyor olsa da neoliberal çağın içine doğan, neoliberal kapitalizmin en kuvvetli olduğu dönemde sistemin bütün ağırlığının altında kalmış bir kuşak vardı. Son olarak Amerika'daki ve Brezilya'daki seçimlerde de gençlerin sandığa az gittiği görüldü. Bunun için özel olarak kampanyalar yapıldı. İklim aktivistleri Amerika'da gençleri özellikle iklim meselesi üzerinden mobilize etmişti. Trump gibi korkunç bir adaya karşı Biden gibi aslında hiç de heyecan vermeyen bir figür vardı. Buna rağmen Trump oylarını arttırdı. Brezilya'da da Lula çok az bir farkla seçildi. Biden'a göre çok daha sol bir figür ama yine de merkez sol. Kapitalizm sınırlarına dayanmış durumda ama yeni bir model yok. Neoliberalizm, sosyal demokrasiye alternatif. Peki, neoliberalizmin alternatifi ne? Gençlerin siyasete yabancılaşmasında bu heyecansızlık da etkili.
B.A.: Özü itibarıyla muhalefet de devletin devletin perspektifinden hayata. İktidar ile muhalefetin devlete bakış açısından elbette farklılıklar var. Birisi tekliği, diğeri güçler ayrılığını savunuyor ama esas itibarıyla devletçi bir perspektifinden olan bitenleri değerlendiriyorlar. Gençlerin ise hayatın devlet tarafından bu kadar denetlenebilir olmasına itirazları var. Teknolojik sıçrama, iklim değişikliği
gibi bütün bu hikâyelerde bir başka umuda, iddiaya, gelecek hikâyesineihtiyaç var. Gençleri asıl heyecanlandıracak olan o. Gençler teknoloji, iklim değişikliği gibi meselelerin içine doğdukları için sadece geleneksel sağ-sol ikiliği üzerinden bakmıyorlar meseleye. Ya da kimlikleri içine sıkışma meselesi önceki kuşaklarda olduğu kadar güçlü değil.
Türk genciyle konuştuğumuzda (Türk genci diye ayırarak baktığınızda, Kürt meselesine değen bir konu konuşmuyorsak) hayata dair beklentileri, umutları, korkuları hemen hemen aynı. Kimliklere sıkışmışlık ve sadece kimlikler üzerinden düşünme duygusu önceki kuşaklar kadar güçlü değil. Örneğin iklim değişikliği meselesini en az laiklik kadar önemsiyorlar. Dolayısıyla yeni bir siyaset talepleri var. Kendi hayatlarını kendileri tanzim etmek istiyorlar, kendilerini gerçekleştirme imkânlarının olup olmadığına bakıyorlar. Bu nedenden geleneksel siyaset gençlere tutku ve heyecan vermiyor. Gençlere o geleneksel partiler, kocaman tabelaları olan ve ideolojik tercihleri belli dernekler, vakıflar heyecan vermiyor ve onlarda tutku yaratmıyor. Onlar değişen hayat ritmi içinden dünyaya bakıyor. Gelişen hayat ritmine karşılık Türkiye henüz o değişime ayak uydurmuş ve kendi hikâyesini üretmiş değil.
Amerika'da bile Trump'ın çaresi Biden'mış gibi görünüyor. Sonuçta 74 milyon Amerikalı Trump’a, 82 milyon Amerikalı da Biden'a oy veriyor. Yeni bir hikâye inşa edilemiyor. Burada temel problem siyasetin yenilenemiyor olması. Genç liderler, yeni siyasetçi gruplar bütün ülkelerde henüz çok az. Yeni Zelanda ya da Finlandiya gibi birkaç örnek var ama oralarda bile değişim hâlâ bireysel. Dünyanın da Türkiye'nin de selameti, siyasi zeminin ve siyasi aktörlerin değişmesinden geçiyor. Henüz o noktada değiliz gibi görünüyor.
Ö.M.: Muhalefetin yeni bir hikâye yazma ve strateji üretme fırsatına sahip olmasına rağmen bunu kullanabilecek marifete sahip olup olmadığını bilmiyoruz.
B.A.: Çünkü meseleye hâlâ geleneksel siyasi parti ve siyaset kültürü üzerinden bakıyorlar. Devletçi bir perspektiften baktıkları için bütün iktidar iddiası, devlet gücünü nasıl ve kim kullanacağı üzerine kurulu. İklim değişikliğinin ürettiği risklere ya da çoklu krizlerin küresel ve bölgesel dinamiklere etkisine de hep devleti merkeze alarak bakıyorlar. Toplumsal esenliği, huzuru ve barışı gözeterek bakmıyorlar. Devletçi bir anlayışla olan bitenlere bakıldığı için de gençlere seçim sınıf mümessili seçimi gibi gözüküyor. Halbuki onlar kendilerine sadece sınıf mümessili seçmek istemiyor. Kendilerini gerçekleştirmek, hayatlarının kontrolünü kendi ellerine alabilmek istiyorlar. Ve orada da önlerinde devlet, ataerkil değerler, geleneksel kültür ve benzeri başka engeller çıkıyor. Bu nedenle de kendilerini boğulmuş hissediyorlar.
Ö.M.: Selahattin Demirtaş'ın hapishaneyken gerçekleştirdiğiseçim kampanyası ilginç görünüyor. “Siyasi partiler seçim kampanyası yapacak, propaganda ve örgütlenme faaliyeti yürütecek. Sonra da seçmenler gidip oy kullanacak, oylar sayılacak ve seçim bitecek. Yani seçim dediğimiz şey bu kadar basit aslında. Hükümetin tüm görevi ise bu basit sürecin sağlıklı ilerlemesi için gerekli önlemleri almak” diyor Bianet’e yazdığı yazıda. “Bu sürecin hiç de öyle olmayacağına dair herkeste bir korku, kaygı var. Çünkü bu iktidardan beslenenler o kadar suça, günaha boğuldu ki gitmemek için her şeyi yaparlar. Ama buna karşılık da kuzu kuzu oturup beklememek sosyal medyayı da miting meydanlarını da doldurmak ve her mitingi meydanlardan izlemek, mümkünse şartları zorlayıp sandık kurullarında ve oy sayım merkezlerinde görev almak gerekir” diyor.
B.A.: Umut üzerine konuşup bitirelim. Samimiyetle bu umudu taşıyorum. Gençlere dair konuştuğumuz umutsuzluk hâli çok bilinen, hemen herkesin de katıldığı bir nokta. Dolayısıyla partiler henüz o noktada çok büyük bir gayret göstermiyor olsalar bile sivil toplumda müthiş bir gayret hazırlığı var. Göreceksiniz, seçim süreci biraz daha somutlaştığında, aday da belirlendikten sonra, sivil toplumda müthiş bir hareketlilik, enerji olacak. Ve gençlerin kendi hayatlarına dahil olmalarının gerekliliği üzerine bir coşku havası doğacak. Bir yandan da gençlerin oluşturduğu sivil toplum hareketlerinde bu konuda çok ciddi çaba ve hazırlıkların olduğunu görüyorum. Bu nedenle çok da umutsuz olmayalım. Aday belirlenip, operasyonel iş planına dair beklenen açıklamalar biraz daha netleştikten sonra, gayretin daha görünür olacağını sanıyorum.
Ö.M.: Veda ederken Sunnyland Slim’den bir şarkı dinleyeceğiz: “Nasıl oy vereceğine dikkat et! Çünkü çok güvenip oy verdiği insanlar seni her an satabilirler!"