Muntadas'la protesto ve korku üzerine

-
Aa
+
a
a
a

17. İstanbul Bienali’nde alan kayıtlarına kulak verdiğimiz Barın Han’dan Radyoya kuşağımızın yedinci bölümünde size Antoni Muntadas’ın sesini taşıyoruz. 

Muntadas
Muntadas'la protesto ve korku üzerine
 

Muntadas'la protesto ve korku üzerine

podcast servisi: iTunes / RSS

(Scroll down for English)

Dünyaca ünlü İspanyol asıllı New Yorklu sanatçı Muntadas, 2010 yılında ürettiği On Translation: Açık Radyo, Myths and Stereotypes başlıklı belgeselinin, Barın Han’da yer alan “Açık Radyo-Şimdi ve Burada” yerleştirmesinin bir parçası olarak yeniden İstanbullulara sunulmasını vesile ederek bienalin son günlerinde İstanbul’u ziyaret etti. Biz de, Ömer Madra ve Beral Madra’yla Çemberlitaş-Barın Han’da buluşan Muntadas’la kısa da olsa bir soru cevap gerçekleştirdik. 

Antoni Muntadas tarihsel bağlamda post-kavramsal olarak tarif edilen bir üslupta uzun yıllardır multimedya işler üretiyor. Bugüne kadar dünyanın farklı kıtalarında sergilenen eserlerinde sosyal, politik ve iletişimsel konuların kesişiminde, kamusal ve özel arasındaki ilişkiye hususi bir ihtimam gösteren Muntadas; fikirlerin sansürlenmesi ya da yayılmasında enformasyon kanallarının nasıl kullanıldığına inceleyen çalışmalarını da sürdürmekte.

Muntadas, taslakMuntadas'ın çizimiyle Sanat / Medya / Sosyal Bilimler diyagramı taslağı. Kaynak: ARXIU/AM

2010 yılında “İstanbul’da Yaşıyor ve Çalışıyor” projesi için İstanbul üzerine bir belgesel çekmeye davet edilen sanatçı, şehre geldikten sonra varlığından haberdar olduğu Açık Radyo’yla hızla temasa geçiyor. Ve Açık Radyo’nun şehirle kurduğu bağ üzerinden kurgulanan On Translation: Açık Radyo belgeselini üretiyor. (Bu arada belgeselin archive.org adresinde açık erişimde olduğunu da belirtelim.) Çalışma 90’lı yıllardan bu yana devam eden On Translation projesinin bir parçası. 

BarınBarın Han'daki Açık Radyo yerleştirmesinde On Translation: Açık Radyo belgeselinin sergilendiği alan. 

Ömer Madra: Size sormak istediğim belli bir soru var. Bu soruyu bütün önemli konuklarımıza sorarız: Sizce dünya nereye gidiyor?

Antoni Muntadas: Oh! (Güler) Kültür gurmesi değilim ki ben, bütün sorularınıza cevap veremem. Az buçuk fikir sahibi olduğum soruları cevaplayabilirim ancak. Bir sihirli kürem olsaydı, kehanette bulunabilirdim ama ben ancak yarın ne yapacağımızı, o da belki, cevaplayabilirim!

Ö.M.: Peki resimlere domates çorbası fırlatan Just Stop Oil eylemcileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

A.M.: Krzysztof Wodiczko’yu bilir misiniz? Polonyalı bir sanatçı. Heykellerin veya binaların üstüne kendi işlerini yansıtıyor. Hem işlere zarar vermiyor hem de yansıtma, projeksiyon şöyle de bir imkân veriyor: Yansıttığınız işle yansıtılan iş birbiriyle etkileşime geçiyor. Bu ilişkiyi göstermeniz için bir fotoğraf çekmeniz yeter. Eylemciler grafik boyutu da düşünebilseler, yaptıklar daha incelikli olacaktır. Aynı anda hem bir iş yansıtıyorsunuz, hem de bir şeye yansıtıyorsunuz ve bunlar üst üste gelince çok etkili olabiliyor. Krzysztof, Londra’daki Güney Afrika konsolosluğuna bir swastika görüntüsü yansıtmıştı. Üstelik tam da apartheid zamanı yapmıştı bunu. Dünya çapında etkisi olan güçlü bir görüntü çıkmıştı ortaya. 

Ö.M.: Ben aynı fikirde değilim. Bahsettiğimiz bu müze eylemleri yapılan şeyin etkili olduğunun doğrudan kanıtı değil mi?

Beral Madra: Evet etkili ama olumsuz bir etki de var burada. Pek çokları anlamakta zorlanıyor bu eylemleri. 

Ö.M.: Olabilir, ama çok az zamanımız kaldı! Bir an önce… 

B.M.: Evet, en etkili eylem neyse onu bir an önce yapmak lazım. 

Ö.M.: Üstelik eylemcilerin herhangi bir şeyi yok ettiği de yok! 

B.M.: Neden oluyor bu protestolar biliyor musunuz? Bu müzeler doğayı mahveden sponsorlarla çalışıyor! 

Muntadas, Madra

A.M.: Peki ya şirketleri teşhir etsek, nasıl olur? Zamanında Snowden hakkında Citizen Four belgeselini çeken Laura Poitras’ın Nan Goldin hakkındaki son filmini hatırlayın. Venedik Film Festivali'nde Altın Ayı kazanan All the Beauty and the Bloodshed. Goldin’in, bir yandan müzeleri fonlarken bir yandan da opioid gibi ilaçları üreten donörlere, Sackler ailesine karşı yürüttüğü kampanyayı inceleyen bir belgesel bu ve çok başarılı. 

Geçmişten sanat eserlerine müdahale etme meselesine geri dönersem, sanırım bu eylemler sanatla ilgili bir öfkeyi de ifade ediyor. Oysa, şirketlerle doğrudan ilgilenilse… Ben başımıza gelenlerin Van Gogh’un sorumluluğunda olduğunu düşünmüyorum. Tabii, şunu çok iyi anlıyorum: Söz konusu eylemler müzeyle ilgili, değerlerle, ticaretle, sistemle ilgili. Tamam. Yine de esas muhataplarımızla uğraşmak çok daha doğrudan olurdu. Hikâyenin metaforik kısmı artık geçti. Bu eylemlerin konusu olan sanatçılar da öldü üstelik. 

Ö.M.: Şirketlerin sorumluluğu tabii ki apaçık ortada, ama bana soracak olursanız sorumluluğun daha da büyük bir kısmı, belki de en büyük kısmı medyada. Korkunç!

A.M.: Doğru, katılıyorum. Aslına bakarsanız ben de uzun süredir korkunun inşasıyla ilgili çalışıyorum. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde bir dizi işim oldu. Tijuana ve San Diego sınırında bir film çektim. (Bir festival siparişiydi.) Aynı konuda bir başka iş de Güney Avrupa ile Kuzey Afrika arasında, Tarifa ve Tanca’da oldu. Bu diğerinden daha uzun sürdü, çünkü işin içine İslam da girdi. San Diego ve Mexico’da daha kolaydı ama Arap Ülkeleri ile çalıştığınızda insanlarla mülakat yapmak iyice zor oluyor. Çok büyük bir sorun yaşamadım ama mülakatlarımız hep gözetlendi.

Sonrasında Brezilya’da sürdürdüğüm bu seri boyunca, korkuyla ilgilendim. Korku şiddetten hemen önce ya da hemen sonra ortaya çıkar. Aslına bakarsanız, ilk korkular çocukluktadır. Bu yüzden mülakatlara çocukları da kattım. En karanlık ve derin korkularımız bu ilk dönemdedir. Ergenlikte, var olamama korkusu sizi felç eder. Sonradan fark edersiniz ki burada sorumluluk da, ortaya çıkan korku da siyaset ve medyadan kaynaklanmaktadır.

Korkuyu ilk incelediğim zaman 2001 yılıydı. İkiz Kule saldırılarının ardından Bush, Arapları Soğuk Savaş sonrasının düşmanları olarak kullanmış, Rusların yerine Arapları geçirmişti. (Bakın şimdi tam tersine dönüyor yine her şey!) Kule saldırılarından sonra Arap ülkeleri konusunda bir panik ve korku imal etmişti Bush. Hatırlıyorum da, New York’taki herkes Amerikan bayrağı taşımak durumunda kalmıştı. Taksiciler, Pakistanlılar, hepsi “Bakın biz de Amerikalıyız” demek için bayrak taşımak zorundaydı. Korkunç! Korku çok özel bir duygu ve bence medya ve siyaset tarafından araçsallaştırılıyor.

Ö.M.: Üstelik barış zamanında bu böyle. Ya savaşlar! Korkunun dik alası değil de ne! 

A.M.: Evet öyle, eminim ki Türkiye’de de hükümet korkuyu kullanıyordur.

Ö.M.: Hem de her zaman ve etkili bir biçimde. 

Muntadas, Madra

Ö.M.: I have one space specific question to ask. I always ask important guests this question: Where do you think the world is heading? 

A.M.: Ohh. I'm not a cultural gourmet. I couldn't answer all your questions. I can only answer the questions that I know a little bit. I don't have a magic bowl so I could devine you know. I think I could tell where we are going tomorrow maybe, but not after tomorrow. 

Ö.M.: And what do you think about the ust Stop Oil activists throwing soup to the paintings?

A.M.: Do you know the work of Krzysztof Wodiczko, the Polish artist? He projected images on the sculptures or in the buildings. If you project it, you don't destroy it. In a way, the projections give - if you photograph it, you see the interaction with the work. And I think if the activists would go into the graphic aspect, well, I think they could do something more sophisticated.

Because then you can photograph the superposition of the projection of the work and the projection and it could be very effective. I mean when Krzysztof projected art to prison, people reacted against war. He says everything. Also he projected swastika on the South Africa Embassy in London in the moment of appartheid. This image has become so strong around the world. It was very effective. 

Ö.M.: I have a different opinion. I mean, the museum protests you were just talking about is solid proof that it's effective by what they're doing. 

B.M.: Of course, it is effective but also negatively. Because many people will wonder “why are they doing this?”.

Ömer Madra: Sure, but we have so little time left. You have to…

B.M.: You have to do the most effective protest activity. 

Ömer Madra: And the activists, they don’t destroy anything. 

B.M.: You know why they are protesting? Because these museums have sponsors which are destroying the world's nature. That's it!

Muntadas, Beral Madra

A.M.: What about if you do a projection of the corporations? You know, there is a film documentary of Laura Poitras. She did the last documentary she won the Venice Festival with and it's about Nan Goldin. She does this scan of a campaign against the Sackler family, the donors of the museum who are the ones who created these medicines, opioids. 

Going back about to intervene in the works of art of the past. I think it demonstrates a certain kind of anger about the art, if you are dealing with the corporation. I don't think Van Gogh is somebody who is responsible for what is happening. It's something that is of course about the museum, the value, the commerce, the system, fine. But I think it's something more direct to go to the people they are really dealing with. It is not so much a metaphorical story. Most of the artists, the ones we value, have already died. 

Ö.M.: The responsibility of the corporations is, of course, very very clear but almost, if not bigger, the biggest responsibility rests with the media. This is horrifying.

A.M.: I think that's true. I work very much now on the construction of fear. 

In the last few years, I've been doing a lot of work on the Tijuana and San Diego border (because the capitals are there). And then after working on that (and it was a Commission for a festival), I decided to do another about the South of Europe and North Africa - Tarifa and Tangiers. It was longer because it implies the Islam there. And I needed to interview people… in San Diego, Mexico it is all OK. But then when you start to deal with the Arab countries - I didn’t have problems but they followed us during the interviews. 

Then I continue working in Brazil. With all this, I dealt with the fear. The fear happens before or after the violence. I think it starts to come, since we are kids. And I interviewed the people and the kids on that. You know, our oldest period is dark & obscure. You start to be paralyzed in adolescence with the fear of not being. And with time, you see that a lot of the responsibility and the fear has to do with politics and media.

This work on fear goes back to the research I started in 2001 when they attacked the Towers. Then, Bush used the Arabs for the enemies after the Cold War. He substituted Russians for Arabs. (And now it's all over again). But I think the attack of the towers was really an implication of that Bush creates this panic and terror about Arab countries. Everybody in New York needed to go with their American flags here there - taxi drivers, people from Pakistan for that to say “well, we are here, we are Americans”. Terrible. The idea of fear is a very special emotion, that I think, is instrumentalized by the media and politics.

Ö.M.: And that's in peacetime, so to say. How about the war itself? It's all compact fear. What else? 

A.M.: Yeah. But you know, then, and I'm sure in Turkey, the fear is used by the government? No?

Ö.M.: All the time and very efficiently.