Vicdani retçi asker midir?

-
Aa
+
a
a
a

22 Ekim 2006Mehmet Tarhan

27 Ekim 2001 günü İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi'nde Erdem Yalçınkaya ile birlikte vicdani reddimi açıkladığımda zor bir sürece girdiğimin elbette farkındaydım. Osman Murat Ülke'nin defalarca tutuklanmış, hüküm giymiş olduğunu ve bunun sonucunda yaklaşık 2,5 yıl hapis yattığını, sonucunda ise kaçmamasına rağmen bir tür kaçak hayatına zorlandığını, birçok hakkından mahrum bir yaşam sürmekte olduğunu biliyordum. Korkuyordum ve hâlâ korkuyorum, ancak düşünce-söz-eylem bütünlüğü olmadan sürdürülecek bir yaşamdan korktuğum kadar değil. 10 Ekim 2006 tarihinde Sivas Askeri Mahkemesi'nin "emre itaatsizlikte ısrar" suçlamasıyla hakkımda verdiği 25 aylık hapis cezası kararı dolayısıyla, her ne kadar bir hukukçu olmasam da, kendi hukuksal sürecim üzerinden Türkiye'de vicdani red ve vicdani retçilerin hukuksal durumu hakkında bilgi vermek istiyorum. Öncelikle şunun bilinmesi gerekiyor: Türkiye Cumhuriyeti'nin ne sivil ne de askeri kanunlarında "vicdani red" kavramı tanımlanmış durumda. Dolayısıyla vicdani red hakkı tanınma ve vicdani retçiler "asker kaçağı" olarak tanımlanır. Bir şekilde yakalandıklarında ise Askeri Ceza Kanunu'nun "emre itaatsizlikte ısrar" suçunu düzenleyen 87. ve 88. maddelerine göre yargılanırlar. Vicdani retçi, herhangi bir asker kaçağı yakalandığında yapıldığı gibi kelepçelenerek zorla kışlaya götürülür ve askeri kıyafetleri giyerek askerlik yapmaya başlaması istenir. Vicdani retçi doğal olarak bu isteği reddeder ve askeri mahkemeye çıkarılarak tutuklanır, "emre itaatsizlikte ısrar" suçlamasıyla yargılanmasına başlanır. Burada önemli olan, yargılanan vicdani redçinin "asker" olarak tanımlanmasıdır. Oysa vicdani retçi asker değil, dayanağını doğal hukuktan alan, evrensel olarak da tanınmış bir insan hakkını kullanmakta olan bir sivildir. İşin bir diğer tarafı ise vicdani redcinin bir kez yargılanıp verilen ceza kadar süreyi askeri cezaevinde geçirmesinden sonra tekrar kışlaya götürülmesidir. Ve kaçınılmaz olarak tekrar emre itaatsizlikle suçlanıp tutuklanacaktır. Yani kışla-mahkeme-hapishane arasında sonsuza kadar sürebilecek bir kısır döngünün içine girmiştir vicdani redci. Bu uygulama vicdani redcinin müebbet hapis riskiyle karşı karşıya olduğu anlamına geliyor. Nitekim Osman Murat Ülke ilk tutuklanışında (7 Ekim 1996) Askeri Ceza Kanunu'nun "milli mukavemeti kırma" suçunu düzenleyen 58. maddesi ve o zaman yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu'nun "halkı askerlikten soğutma" suçunu düzenleyen 155. maddesinden yargılanmışsa da daha sonra sekiz defa "emre itaatsizlikte ısrar" suçlamasıyla yargılandı. Vicdani redciler ve vicdani red hakkını savunanlar ayrıca Türk Ceza Kanunu'nun 318 ve 319. maddeleri kapsamında hapsedilme riskiyle karşı karşıya.

Sivas, Tokat 8 Nisan 2005 tarihinde İzmir'de tutuklandım ve 11 Nisan 2005 tarihinde Sivas Askeri Mahkemesi kararı uyarınca Sivas Askeri Hapishanesi'ne götürüldüm. Vicdani red deklarasyonumda eşcinsel olduğumu belirtmiş ve ordunun eşcinsellere yönelik saldırgan ve onur kırıcı tavrını da protesto etmiştim. Çünkü halen TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'ne göre eşcinsellik bir hastalık. Ayrıca bu durumun "resmi belgelerle kanıtlanması gereklidir." Bu resmi belgeler anal muayene raporları, psikiyatrik raporlar ve kulağa inanılmaz gelse de cinsel ilişki anında çekilmiş resim ya da video kayıtlarıdır. Eşcinsel bireye doğrudan saldırı anlamına gelen bu uygulamaları elbette kabul etmedim ve bu kabul etmeyiş karşıma cezamı ağırlaştırıcı bir neden olarak çıktı. "Çürük" raporu almam halinde yargılanmam sona erecekti, ancak tamamen akıldışı bir uygulamaya ortak olmuş, bu uygulamayı tasvip etmiş olacaktım. "Suç"un insana atfedilebilecek bir şey olması düşünülürse, ordunun eşcinsel olduğumu kendi yöntemlerince tespit ettiğinde bütün suçlamaları geri çekmesi, "insan" tanımını da ortaya koyuyor ki, bu tanım reddimin kökenlerine tekabül eder. 9 Haziran 2005 tarihinde ilk davamdan tahliyemin ardından tekrar Tokat'a götürüldüm, yine askeri kıyafetleri giymem istendi, vicdani redci olduğumu belirterek bu isteği reddettim. 10 Haziran 2005 günü Sivas Askeri Mahkemesince tutuklanarak tekrar hapishaneye götürüldüm. 4 Ağustos 2005'te hakkımdaki iki "emre itaatsizlik" dosyası birleştirilerek tek dosya haline getirildi ve 10 Ağustos 2005'te her suçlamadan iki şer olmak üzere toplam dört yıl hapis cezasına çarptırıldım. 25 Ekim 2005 tarihinde Askeri Yargıtay bedensel muayenemin yapılmadığı gerekçesiyle hakkımda verilen kararı bozdu. Bu karar anal muayeneye zorlanacağım, yani devlet eliyle tecavüze uğrayacağım anlamına geliyordu. Yerel mahkeme 15 Aralık 2005'te her ne kadar zorla muayenenin bir insan hakları ihlali olacağı yönünde bir gerekçeyle dört yıl hapis cezasında direndiyse de muayene olmamamı ağırlaştırıcı neden olarak göstermekte de ısrar etti.

Ülke, Bal, Savda Karara itirazımız üzerine 9 Mart 2006 tarihinde Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararı uyarınca tahliye edildim. Mevcutsuz olarak Tokat'taki birliğe gitmem istendi ve bunu yapmayacağımı söylememe rağmen salıverildim. AİHM'nin 24 Ocak 2006'da Osman Murat Ülke'nin yaşadıklarını "kötü muamele" olarak tanımlayıp, şu anda içinde bulunduğu durumu da "sivil ölüm" olarak niteleyerek Türkiye'yi tazminata mahkum eden kararının bu salıverilmede etkisi olduğu kabul edilebilirse de, asıl neden Türkiye Cumhuriyeti devleti ve ordunun vicdani red konusunun gündeme gelmesinden duyduğu kaygı gibi görünüyor. Çünkü cezaevindeki her vicdani redci, konunun gündeme taşınmasına neden oluyor. Nitekim vicdani red dolayısıyla hapis yatmış Osman Murat Ülke, Mehmet Bal, Halil Savda ve ben kayıtlarda halen "kaçak" olarak görünüyoruz, ancak diğer vicdani redciler gibi, ne kaçıyor ne de saklanıyoruz. Peki, biz yasalara göre suç işliyorsak neden hapishanede değiliz? 1- Hapishanedeki bir vicdani redci hem iç hem de uluslararası kamuoyunun ilgisini çekiyor. Devlet imzalamış bulunduğu sözleşmeler dolayısıyla zor durumda kalıyor. 2- Sayılarının en az 400 bin civarında olduğu kabul edilen asker kaçaklarının temel bir insan hakkı olan vicdani red hakkından haberdar olmaları istenmiyor. 3- Hapishanede olmayan vicdani redcinin yaşadığı sorunlar, yakıcı sorunlar (Kürt sorunu, F tipi cezaevleri ve tecrit gibi) karşısında gündemin aşağı sıralarına düşüyor. Böylece vicdani redciler marjinalize ediliyor. Bu açılardan bakıldığında aslında egemenler oldukça iyi bir strateji izliyor. Sayıları 70 civarında olan vicdani redcilerin "kaçak" olarak nitelenmelerine rağmen yakalanmamalarının tek açıklaması bu olabilir. 9 Mart 2006'da Askeri Yargıtay Daireler Kurulu'nun ikişer yıldan toplam dört yıllık cezayı bozma ve tahliye kararı vermesinden sonra, dosya yerel mahkemeye döndü ve Sivas Askeri Mahkemesi de 10 Ekim'de hakkımda 10+15 olmak üzere toplam 25 ay hapis cezası verdi. Genel temayüller açısından yerel mahkemenin Askeri Yargıtay Daireler Kurulu'nun işaret ettiği (6+6 toplam 12 ay) ceza ve buna bağlı olarak tahliyem kararına uyması beklenirdi. Ancak bu böyle olmadı. Şu anda her ne kadar "firar" suçlamasıyla hakkımda bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası istemiyle başka bir dava açılmış ve aranıyor olsam da, tutuklu olmadığım için Askeri Yargıtay'a yapılan temyiz başvurusunun sonuçlanması, Halil Savda örneğinde olduğu gibi 1,5 yıl sürebilir. Bu da dosyanın sürüncemede kalması, konunun belirsizliğini koruması anlamına geliyor. Bir diğer anlamı ise, devletin bu hakkı tanımamakta ısrarlı olduğunun altının çizilmesi gerekliliği olabilir. Çünkü özellikle KKK'nin ateşkes ilan etmesi sonrasında iç savaşa karşı sivil itaatsizlik eylemleri, özelde de vicdani red açıklamalarının artması beklenebilir. Ve sonuncusu: Vicdani redciler zaten hapishanede olmasalar da cezalandırılıyor. Şöyle ki: . Vicdani redci sürekli tutuklanma riskiyle yaşamak durumundadır. Resmi kayıtlarda "kaçak" olarak göründüğü için kimlik almaya gittiğinde tutuklanacağından kimliksiz yaşar. Neredeyse her köşe başında yapılan kimlik kontrollerinden birine denk gelirse kendisini askeri hapishanede bulabilir. . Üzerinde kimlik taşıyamadığı için sokakta bile gezememesi bir yana, sağlık kuruluşları gibi sosyal kuruluşlardan faydalanamaz. Banka hesabı açamaz, şirket kuramaz, kayıtlı ve düzenli bir işe giremez, satın alma ya da kiralama işlemi yapamaz, yani ciddi anlamda hiçbir ekonomik faaliyet gösteremez. Kendisine gönderilmiş bir kargoyu dahi teslim alamaz. . Hiçbir resmi işlem yaptıramadığı için pasaport alamaz, evlenemez, çocuğunu nüfusuna geçiremez, miras hukuku da dahil olmak üzere medeni haklardan faydalanamaz. . Hiçbir derneğe ya da siyasi partiye üye olamaz, dolayısıyla politik faaliyet yürütemez, bunu yapsa bile karar mekanizmalarında yer alamaz. Kısacası, vicdani redci yeraltına itilir. Sahte belgelerle yaşamaya itilir, ki hiçbir vicdani redci de bunu kabul etmediğinden risklerle yaşamayı seçer. Çünkü en büyük savunma mekanizması dürüstlüğüdür. Örneğin sahte kimlik alması egemenlerin kendisinde görmek istedikleri "kaçak"lığın altını doldurur. Bu şekilde cezalandırılır ve ülke dışına gitmeye zorlanır. Buna direnenler ise ceza tehditleriyle sindirilmeye çalışılır. Yine de itaatsizlik halinin çağrısı karşı konulmazdır, çünkü iç huzura giden tek yol, düşünce-söz-eylem bütünlüğüdür.

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6365