Colin Powell Pakistanlı General Müşerref'e Keşmir sorununun çözümlenmesine yardımcı olacağını söylüyor. Tony Blair, Yaser Arafat'a Filistin Devleti vizyonu sunuyor. Fakat onların bu sözlerine inanmalı mıyız? Tarih savaş sırasında verilen bu tip güvencelerin pek de göründükleri gibi olmadığını söylüyor.Independent, 17 Ekim 2001 Çayırda çay. Belki de sadece Britanya İmparatorluğu'nda çay sütle aynı kapta demleniyor, porselen kupalarda şekerle birlikte servis yapılıyor. Duvardaki begonviller koyu kırmızı ve pembe fışkırıyorlar, Peşaver'de kaldığım ufak tefek otelin çimleri üzerinde siyah kuşlar birbirlerini izliyorlar. Yolumun sonunda ufak bir İngiliz mezarlığı bulunuyor, buradaki mezar taşlarından yatanların 19. yüzyılda Surrey ve Yorkshire'dan gelip öldürülen Raj'ın askerleri olduğunu anlıyoruz. Bunlar o dönemdeki Afgan köktenciler "Gazi"ler ve savaş sırasında onlara katılan - Yüzbaşı Mannering'in İkinci Afgan Savaşı adlı eserinden de öğrendiğime göre- dinci "talib"ler tarafından öldürülmüşler.O günlerde de biz vaatlerde bulunuyorduk. Afgan hükümetlerine Rusları topraklarından uzak tutmaları halinde onları destekleyeceğimizi söylemiştik. Hindistan İmparatorluğumuza sadakati karşısında sağlık, iletişim ve eğitim alanlarında destek sağlayacağımızı söylemiştik. Çok az şey değişti. Dün - akşam saatlerine uzanan bütün gün boyunca- Peşaver'deki hava üssünden şahinler gibi kalkan süpersonik savaş uçakları çayırlığımın üstündeki sarı gökyüzündeydiler, batıya, Afganistan dağlarına doğru yöneliyorlardı. Jetlerin motorları mutlaka yolun sonundaki mezarlıkta yatan İngilizlerin kemiklerini titretmiştir,....Ve odamdaki büyük siyah televizyonun, kırık, çatlamış ekranı da İmparatorluk tarihinin gerçekten kendi kendini tekrar ettiğini kanıtlıyordu.General Colin Powell Keşmir sorununda ve Paştuların gelecekteki Pakistan iktidarında kendilerini temsil etmeleri için çözüm arayışlarını desteklediklerini söyleyince, General Pervez Müşerref'in en güvendiği insan haline geldi. ABD Dışişleri Bakanı ve şu an için Pakistan Devlet Başkanı olarak adlandırdığımız general zamanlarının çoğunu eski imparatorluğun diğer mirasçısı, Hindistan ordusu tarafından açılan top ateşiyle ilgili konuşarak geçirdiler. General Müşerref Afganistan'a karşı kısa süreli bir saldırı istedi, General Powell ise ABD'nin "teröre karşı savaşında" Pakistan'ın sürekli desteğini istedi. Müşerref Keşmir sorununun çözüme kavuşturulmasını istedi. Powell da bunun üzerine ABD'nin artık Pakistan'ın yakın bir dostu olduğunu ve Hindistan'ı birlikte ikna etmeye çalışacaklarını söyledi.Boş vaatler her zaman bizim davalarımızın bir parçası oldu. Birinci Dünya Savaşı'nda, -anımsamamız gereken, kötülüğe karşı bir başka mücadelede- Vaatlerde bulunanlar İngilizlerdi. Dünyadaki Yahudilere, özellikle Rusya Yahudilerine, Filistin'de bir Yahudi ülkesi için destek vereceğimizi vaat ettik. Araplara, Arabistanlı Lawrence bağımsızlık vaat etti. Aynı adı taşıyan filmde harikulade bir sahne vardır, Peter O'Toole Arap giysileri içinde, Usame bin Ladin'in bakışlarına hiç de benzemeyen bir ifadeyle, General Allenby'e (Jack Hawkins) Şerif Hüseyin'e Türk ordusunu yok etmek için Arap desteği karşılığında bağımsızlık verip veremeyeceğini sorar. Kısa ve sancılı bir anın ardından, Hawkins tereddüt eder; sonra yüzü gülümsemeyle kaplanır, cömertlikle: "Tabii ki" der. Ben bu hafta içinde Downing Street'te 10 numaranın önünde Yaser Arafat'ın elini sıkarken Tony Blair'in yüzünde de çok benzer bir gülümseme görmedim mi?Ve sonunda bize yardım eden Araplara 30 yıl sonra, İngiliz-Fransız işgalini dayatıp, Yahudilere Filistin'in yarısını verdik. Filistinli akademisyen Valid Halidi'nin de belirttiği gibi "yerine getirilmek için vaat edilir". Fakat savaş zamanında yapılanlar bu kuralın dışında kalır.İkinci Dünya Savaşı'ndan itibaren Lübnan'a Vichy esaslarını hiçe sayan Fransızlardan ayrılabileceğini vaat ettik. Sonra Fransızlar sözlerini tutmadılar ve 1946'da dışarı çıkartılana kadar alçaklıklarını sürdürdüler. İki yıl öncesinde de Başkan Roosevelt -savaşın sonuna yaklaşılırken Suudi petrollerindeki imtiyazları İngilizlere bırakmamak endişesiyle- Suudi Krallığına Filistinlilerin ülkelerinden çıkarılmasına izin verilmeyeceğini vaat etmişti.1990'dan itibaren, Kuveyt'in işgaliyle beraber, Arap ve müslüman dünyasından Irak'a karşı bizim yanımızda yer almalarını istedik. Baba Bush'un vaat ettiği "Yeni Dünya Düzeni"nde Ortadoğu bir barış vahası içinde yaşayabilecekti. Irak işgali sona erdikten sonra, Madrid'te kısa süreli bir "Ortadoğu" zirvesi yaptık ve daha sonra Araplara ve İsrail'e son 30 yılda sattığımızdan daha fazla füze, tank, savaş uçağı sattık. İsrail'in nükleer gücü üzerinde hiçbir zaman durma gereği hissetmedik.Ve şimdi aynı şekilde devam ediyoruz. Colin Powell'ın Keşmir sorununa olan ilgisini ani bir şekilde ifade etmesinden 3 gün önce, Yaser Arafat, Ortadoğu'nun yaşlı, itibarını yitirmiş adamı, -eski General Ariel Şaron'un yakışıksız benzetmesiyle "bizim bin Ladin'imiz", - Tony Blair tarafından Downing Street'e davet edilmişti. Şimdiye kadar Tony Blair Filistin'in bağımsızlığının ihtiyatlı bir destekçisiydi, Blair Downing Street'te Kudüs'ü de kapsayan "yaşayabilir bir Filistin Devleti"nin kurulmasının gerekliliğini dile getirdi. Blair'in sözünü ettiği Arafat'ın teklifi Bantustan'ın kırpılmış ve "yaşayabilir" hale sokulmuş bir şekliydi. Blair'in Amerika'nın tepkisinden de korkmasına gerek yok, zira Başkan Bush Junior durumu 11 Eylül'den bile önce fark etmişti -ya da bize öyle söyledi- İsrail'in varlığını benimseyen bir Filistin Devleti öngörüsü vardı onun. Yıllardır ilk kez uzun süre ingilizce konuşan Arafat ise konuşması sırasında yer yer Afganistan'ın bombalanmasını destekledi. Zavallı, eski Afganistan. Aynı Arafat'ın Sovyetler'in Afganistan'ı işgalinin ilk günlerinde Sovyetleri nasıl şevkle desteklediğini hatırlanmayacaktır.Siyaset oyununu neden hep ayakta oynuyoruz, mutabakatın kırılgan müttefiklerine Ortadoğu ve Güneydoğu Asya'nın adaletsizliklerini yıllardır kabullenip, hatta bunları yarattıktan sonra çabuk ve değişmez vaatlerde bulunuyoruz? Irak'a karşı uygulanan yaptırımları, onbinlerce Iraklı çocuğu ölüme terketmeden ne kadar önce kaldırmayı düşünüyoruz? Ya da (Saddam rejiminin devrilmesi karşılığında) birliklerimizi Arap yarımadasından çekeceğimiz vaadinde bulunuyoruz. Tüm bunların ardından -bunu yüksek sesle telaffuz etmemekte fayda var- vaat ettiğimiz her şeyi gerçekleştirirsek, Usame Bin Ladin'in de isteklerinin her biri gerçekleşmiş olacak.Bin Ladin'in, Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılan saldırının ardından doldurduğu video görüntülerinde söylediklerinin tamamını dinlemek oldukça ilginç oluyor. Bin Ladin arapça olarak yaptığı, ingilizce tercümesi sırasında çoğunluğunun ayıklandığı konuşmada, şunları söylüyor: "bizim [müslüman] ulusumuz 80 yıldır bize yapılan aşağılamalara katlandı" deyip, "Amerika'ya savaş 80 yıl sonra geldiyse" ifadesiyle gönderme yapıyor. Bin Ladin belki gaddar, kötü, zalim hatta şeytan kişilikli olabilir fakat çok akıllı. Bana göre o konuşmada özellikle 1920'de galip müttefik güçleri tarafından kaleme alınan, Osmanlı İmparatorluğu topraklarını bölen ve -600 yıllık saltanat ve halifeliğin ardından- Arap birliği hayallerini suya düşüren Sevr Antlaşmasına gönderme yaptı. Amerikalı profesör James Robbins'in de akılcı bir biçimde dikkat çektiği üzere Bin Ladin'in teğmeni Ayman Zavahri -11 gün önce Afganistan'daki mağarasında yaptığı video kaydında- Al-Kayda hareketinin Filistin'de Endülüs trajedisinin tekerrür etmesine asla göz yummayacağını söylüyordu. Endülüs? Evet, Endülüs yenilgisi 1492'de müslümanların İspanya'daki egemenliğine son vermişti.Biz etrafa ayaküstü vaatlerde bulunmaya devam edelim, fakat Ortadoğu insanının hafızası geçmişe uzanıyor. 1990'ların ortalarında Cezayir'deki kitap mağazalarını gezmiştim.Bentalha yakınlarındaki ölüm üçgeninde yüzlerce masum insanın gırtlakları İslamcı bir grup tarafından kesiliyordu, -bunlara hükümet güçlerini de eklemek mümkün-, bu terör örgütünün üyelerinin çoğu Afganistan'da Ruslara karşı savaşmıştı. Kitapçılarda İslamiyet üzerine kitaplar baktım. Müslüman kültürü, İslam tarihi, Kuran tefsirleri. Hepsi vardı. Çok yakınlardaki raflarda -Kahire'deki kitapçılarda- nükleer bilim, kimya mühendisliği, havacılık ve biyolojik araştırmalar üzerine kitaplar vardı.Havacılıkla ilgili metinlerin, bugün tabii daha korku dolu bir anlamı var. Aynı şekilde biyolojik araştırmalarla ilgili olan kitapların da. Ancak bunların bugün bu denli yaygınlaşmasının nedenleri sanırım Araplara uygulanan aşağılama politikasının tarihinde yatıyor. İkinci bin yılın ilk bilim adamları Araplardı, -Bin Ladin'in tespitlerinden bir başkası- aynı dönemde Haçlılarsa bilimsel açıdan cehalet içinde Müslüman dünyasında at koşturuyorlardı. Bu çerçevede son 20-30 yıl içerisinde bizim Arap olarak algıladığımız insan petrol zengini, satın alınabilecek, geri kalmış biriydi, bizim sadakamızaBu bizim için uzun süren bir düşünüş, tarihi bir sorgulama değil. Biz sadece dünya genelindeki müslüman diktatörleri destekledik -özellikle Ortadoğuda- dostluklarını kazanmak için, bizim boş vaatlerimizin tarihi adaletsizlikleri desteklemesi için yaptık bunu.Diktatörlerin ülkelerindeki komünist ve sosyalist partileri bertaraf etmesine göz yumduk, o ülkelerdeki halklara siyasi muhalifliklerini ifade etmek için din dışında çok az alan bıraktık. Tarihi bir sorgulamadansa -Humeyni'yi, Abu Nidal'ı, Kaddafi'yi, Arafat'ı, Saddam'ı canavarlaştırdık- ve daha da vaatlerde bulunduk. Başkan Carter ve Reagan, daha önce de yazdığım gibi Afgan mültecilere sözler verdiler. Ruslarla savaşın, biz size yardım edeceğiz dediler. Ülkenin yeniden inşaası, hatta demokrasi (bu safdil Carter'dan) vaadinde bulunduk -bugün Pakistanlılara, Filistinlilere, Özbeklere, Suudilere söylediklerimizden pek farklı olmayarak. Tabii önce Ruslar gitti, 1989'da ekonomik yardımımız yoktu. Ama daha geçen yıl Başkan Clinton Pakistan'a ekonomik yardım çağrılarında bulunuyordu, karşılığında Bin Ladin'in teslim edilmesini istiyordu; onun da bu konudaki vizyonu Pakistan halkına tarihlerinin -kulaklarınızı iyi açın- "Indus nehri kadar uzun" olduğunu söyleyecek kadardı.Sorun korkarım ki, tarih bilincinin uzağında yaşadığımızdan yaşanan haksızlıkları algılayamıyoruz. Yıllar süren bir tembelliğin ardından şimdi tüm bu haksızlıkları yaşayan ülkeleri bir araya getiriyoruz, onlara müttefikliğimiz karşısında tarihi önemi olan çok büyük vaatlerde bulunuyoruz, -Filistin'e, Keşmir'e çözüm, Ortadoğu'ya ateşkes, Araplara bağımsızlık, ekonomik Nirvana -zira savaştayız- duymak istediklerini söylüyoruz, istedikleri sözleri veriyoruz - ne gerekiyorsa, yeter ki "şeytana karşı savaş"ımızdaki son armadayı bir araya getirebilelim.İşte bu yüzden, dün savaş uçakları Afganistan dağlarını vurmak için Peşaver'deki üstlerinden kalkmaya devam ederken General Powell, saldırının kısa süreli olmasını isteyen General Müşerref'le Keşmir sorununu görüşüyordu.Çeviren : Özgür Oğuz
Metnin Orijinali: http://argument.independent.co.uk/commentators/story.jsp?story=99860