11 Şubat 2007Anzor Keref*
TC. Anayasası, "TC devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan her yurttaşın Türk olduğu"nu belirtir. Kemalist ideologlar ve devlet de Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm diyene" deyişinin, ırkçı ve etnik tanımlama değil, tüm Türkiye vatandaşlarını kapsayıcı olduğunu belirterek, farklı etnik yapılar için demokratik hakların talep edilmesini "bölücülük" olarak kabul ederler. Bu anlayışla devletin genel resmi ideolojisi (politikası) olarak bugünlere kadar gelindi, ancak AB tartışmaları gündeme oturunca eskisinden daha yoğun olarak gerçekliği tartışılmaya başlandı. Çünkü apaçık "etnik" olan bu terim, diğer etnikleri yok sayar şekilde neredeyse Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğünü tehdit eder noktalara kadar geldi. Türk dışındaki etnikleri yok sayan anlayışa, genellikle Makyavelist anlayış hakim görünse de, Kürt aydınları ve bir kısım milliyetçileri tarafından "terör" de dahil legal-illegal yollarla ve çoğunlukla haklı ulusal-demokratik talepler olarak, Çerkes ve diğer Anadolu halklarının aydınları tarafından ise yalnızca legal-demokratik yollarla yıllardır karşı çıkılıyor. İçeride herkesi Türk kabul eden bu anlayış, ülke dışına çıktığında ise "etnik" olma özelliğini sürekli ortaya koymak zorunda ve kararında oluyor. Ortadoğu'da Kürtlere ve Araplara karşı Türkmenler, Batı Trakya'da diğer halklara karşı etnik Türk kabul edilen halklar, eski Sovyet coğrafyasında öteki halklar karşısında "Türk dili konuşan halklar", hep telaffuz edilen "ülkemizin siyasi çıkarları" ve "reel politikalar"a da bakılmaksızın kayıtsız şartsız destekleniyor. Bu tarafgirlik Kafkasya coğrafyasında o kadar belirgindir ki, örneğin Kafkas ötesinde Azeriler, her tür negatifliğe rağmen Ermeniler ve diğer Kafkas halklarına karşı savunulur. Asıl Kafkasya'da ise, sadece dil olarak diğer Kafkas halklarından farklı olan Karaçay-Balkar, Kumuk gibi Kafkas halkları, otokton Kafkasyalı Çerkeslere karşı kışkırtılır ve örgütlenebilir. Son derece yanlış ve tehlikeli bu durumu yaratan bazı resmi ve-veya gayrıresmi devlet organları ve kişiler, konu ile ilgili konferanslarda bile tam tersi söylemler geliştiriyor, hatta görüşlerine uymayan "Kafkas Halklarının Birliği" temasını dahi pragmatik politikaları gereği dile getirebiliyor. Böyle olunca da "birlik" kavramı Kafkasyalı kimi aydınlarca hemen "gerici" ve "Türk-İslam oyunu" olarak adlandırılabiliyor. Bu şekilde gündeme getirilen "birlik" kavramı da en az "Türk" ve "Çerkes" kavramları kadar saptırılan ve haksızlığa uğratılan bir kavram oluyor. Kısacası içeride "bizden-Türk" gibi eşit davranıldığı iddia edilen bazı halklar, ülke dışında "karşı-öteki" ilan ediliyor, "bizden- Türk" olan -ya da öyle sanılan- bazı halklar ise devletçe desteklenerek, reel olmayan ve Türkiye yararına hiç olmayan politikalara özne oluşturuyor.
Türkiye'nin Kafkasya politikası Aslında "Türkiye'nin Kafkasya politikası vardır" demek oldukça iddialı bir söylemdir. Kafkasya politikası konusunda çalışan bürokrat ve akademisyenlerin çoğunun, belki Kafkasyalılar içindeki "kavram kargaşası" nedeniyle, belki Kafkas kurumları ve aydınlarının organize olamayan tepkilerinden kaynaklı bir "bilgi fakirliği" sır değildir. Buna, yukarıda söz konusu ettiğimiz "ırkçı resmi ideoloji" ilave edildiğinde, dış güçlerin yönlendirmeleri olmasa da "yanlışa ulaşmak ve çözümsüzlük" için hemen her şey mevcut oluyor. Bir de küçük çıkarlar ve yanlış planlarla örneğin Gürcistan gibi, asla Türkiye'nin dostu olmayacak, Stalin geleneğinden gelen mikro emperyalist hayalleri olan devletlere verilen anlaşılmaz destekler vardır ki, gerçeklerle bağdaşmayan, Türkiye'nin çıkarlarına ve bölge barışına ters olan bu duruma öncelikle ivedi olarak son verilmelidir. Aksi halde 21. yy'ın ilk çeyreği içinde, sayıları milyonlarla ifade edilen ve bu ülkenin en vatansever, kültürlü ve donanımlı kesimlerinin başında gelen Kafkasyalıları (Çerkesleri) kaybetme tehlikesi, dahası, Rusya devletinin demokratikleşmesi, gerçekten tüm kurum ve uygulamalarıyla gerçek bir federasyon olmasına paralel olarak gelişecek, muhtemel "Kafkasya'ya geri dönüş hareketi" nedeniyle, büyük bir beyin göçü ve onun getireceği, katlanarak artan sorunlarla yüz yüze gelmeye Türkiye hazır olmalıdır.
Gerçek demokrasi ve birlik Türkiye dış politikasına yön verenler hâlâ Türkiye'nin çıkarının Kafkas halklarının birlik olmuş gücü olduğunun, asıl gücün Güney Kafkasya olmadığının farkında değiller. Türkiye edilgen ve kısıtlı, ırkçı esaslara dayanan iç ve dış politikasına ivedilikle son vermek, etken, gerçekçi ve barıştan yana politikalar geliştirmek zorundadır. Ayrıca ve daha da önemlisi, yurtiçinde "Türk" olarak nitelenen ancak Türk etnik kökenli olmayan halklara karşı samimi olmalı ve onlara karşı da gerçek demokrasinin tüm gereklerini kendi iradesiyle yerine getirmelidir. Bunun için hükümet ve devletin, konunun Kafkasyalı ve diğer halklardan uzmanlarıyla birlikte hareket etmeleri zorunluluk haline geldi. Türkiye barış ve huzur içinde yaşamak istiyor ise, tarihsel yanlışlarından dönme iradesini göstermelidir. Demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin olmazsa olmaz kavramlar olduğu gerçeğini artık hiçbir dünya ülkesinde yadsımak mümkün değildir. Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktır. Bu nedenle mevcut ırkçı politikalar artık bitmeli ve devletler içlerindeki öteki halklarla barışmalı. İç ve bölgesel barış ile kardeşliğe giden tek yol "gerçek demokrasi" ve tüm "halkların birlikte yaşam" iradesidir. *Mimar-araştırmacı yazar