19 Ekim 2009Mücahit Bilici
Türkiye’de yaşanan süreç nedir? Bunun adını koymak gerekiyor. Sürece, sorunların çözülmesi olarak da bakabiliriz, demokratikleşme açılımları olarak da. Ancak değişimin bütün veçhelerini kapsayan bir isim henüz telaffuz edilmedi. Yaşanan sürecin adını koymak da bu sürecin bir parçası sayılmalıdır. Belki biraz erken olacak ama yaşanan sürecin bir adı var, telaffuz edelim: Türkiye’nin dekolonizasyonu. Bu bir dekolonizasyon sürecidir. Peki ne demektir dekolonizasyon? Dekolonizasyon, sömürge haline getirilmiş bir ülkenin (coğrafya ve toplumun) sömürge olmaktan çıkması anlamına geliyor. Eski dilde sömürge olan ülkelere müstemleke denirdi. Yani istimlak edilmiş, yabancı bir güç tarafından tapusu gaspedilmis bir yerdir müstemleke. Bu sebeple bir sömürgede güç halkın elinde değil o gaspı gerçekleştirenlerin elindedir. Gaspı gerçekleştirenler çoğunlukla yabancıdır ve sayıca azdırlar. Fakat silah (yani devlet) onların elindedir. Sömürge olan toplumlar bir travma yaşarlar: silahları, alfabeleri ve en önemlisi iradeleri ellerinden alınır. Bir sınıf aşağı düşürülürler. Tebaa olurlar. Sömürge olan toplumlar kendilerini sömürgeleştirenlerin dilini konuşmak zorunda kalırlar: birden lehçe ve şiveli konuştuklarını fark ederler. Kendilerine ilişkin özgüvenleri kaybolur, çünkü neyin doğru davranış olduğunu ancak kendilerine hükmedenlerin ağzından öğrenirler. Sömürge olan ülkelerde bir zaruret hâsıl olur: efendiye benzeme (örnek: çağdaşlaşma). Sömürgeleşmeye teslim olan toplumlar bu sebeple asla gerçek anlamda özne olamazlar. Tarihin ve kültürün yapıcısı olmaktan çıkar, tüketicisi olurlar. Sömürge insanı korkaktır, çekingendir, mahcuptur; kabul edilmeyi, onaylanmayı bekler. Çünkü efendi kendisini sömürgenin dünyasına ihlâli suç olan bir sınır olarak koymuştur. Bu sınırlar kölede hassasiyetlere (laiklik, bölücülük vs.) dönüşür. Köle bu sınırlar içinde sıkışır. Bu sınırlar kendisinin sınırları değil başkasının sınırları olduğu için de içine sığmaz, sıkıştığı yerden taşar. Sürekli haddini aşmışlık korkusu ile mahcup bir hayat yaşar. Her sömürgede hem karakter zaafından hem de ihtiyaçtan kâhyalığı seçenler olur. Yani efendinin tebaası içinde sıyrılıp hâkim sistemin parçası olma imkânı sınırlı sayıda insan için vardır. Bu konumun devamı tebaanın uzakta ve aşağıda tutulması, yani aşağılanmasına bağlıdır. Kâhyanın tırmandığı makam (beyazlanmışlık makamı) ile tebanın bulunduğu yer arasındaki mesafe bir ukdeye dönüşür, her sömürgeleştirilmiş insanın iç dünyasında bir boşluk, bir tamamlanmamışlık olarak yaşar. (Mesela, ancak bir sömürgede içki içmek değil içmemek bir “sorun” halini alır. Ve yine ancak bir sömürgede kâhyalık kapmış bir medya yöneticisi beyazlanmışlığının tek delili olarak itici bir şarap hayranlığına duçar olur.) Sömürge olmuş bir insan Fanon’un ağlayarak anlattığı gibi, marazlı bir insandır. Sancılıdır, çünkü içinde bir boşluk vardır, içinde bir eksiklik derç edilmiştir. Hegel’de sömürge köledir, sömürgeci efendi. Efendinin içi kendisiyle doludur. Yekparedir. Kölenin içi ise kırıktır. Zira içinde efendinin dercettiği boşluk vardır. İçindeki boşluk köleyi meşgul eder, onu kendine köle eder. Efendi kölenin içine bir boşluk olarak sokulmuştur. Efendi kendinin farkında değildir. Köle ise kendisinin fazlasıyla farkındadır, çünkü efendinin farkındadır. Mahcupluğu, yorgunluğu bundandır. Sırtında efendiyi içindeki boşluk olarak taşır. Kölenin kölelikten çıkması, hürriyetine kavuşması (dekolonizasyonu) ancak içindeki boşluğu yok etmesi ile mümkündür: boşluğun boşlanması, negation of negation, nefyin nefyi yani sürgünün sürgüne gönderilmesi… Köle içindeki boşluğu ve onun yol açtığı kırıklığı dışarı attığında efendiden kurtulmuş olur. Sömürge olmaktan çıkış yani dekolonizasyon sınırların kalkmasını, değişmesini gerektirir. Sömürgecilik haletiruhiyesini beşeri bilimler “Sömürgecilik-sonrası çalışmaları” adı altında ele alırlar. Bu konuda hem teorik olarak hem de örnekler, vakalar noktasında çok geniş bir literatür vardır. Türkiye tecrübesi genel olarak bu sahanın kapsama alanı dışında kalmıştır. Ne de olsa Türkiye sömürgeleşmemiştir. Hatta sömürgecilik teşebbüsüne karşı başarılı bir ulusal bağımsızlık savaşı vermiştir. Peki, eğer Türkiye hiç sömürge olmadıysa, Türkiye’nin dekolonizasyonundan bahsetmek ne kadar doğrudur? Türkiye yabancılar tarafından dışarıdan sömürgeleştirilmemiştir ancak bir sömürgenin sahip olduğu özelliklerin çoğunu üzerinde taşımaktadır. Bu anlamda Türkiye sahibi ortalıkta görünmeyen bir köle gibidir. Başkası Türkiye’yi sömürgeleştirmemiştir. Türkiye kendi kendini sömürgeleştirmiştir. Yani Türkiye bir self-kolonizasyon vakasıdır. Türkiye’de Cumhuriyet tarihi bir kolonizasyon-dekolonizasyon tarihidir. Cumhuriyet tarihinin ilk yarısı Türkiye’nin sömürgeleşmesi, ikinci yarısı ise sömürgecilik halinin krizi ve erozyonu olarak anlaşılmalıdır. Şüphesiz, her iki süreç de dünya şartlarından bağımsız cereyan etmemiştir. Bugün kendimizi içinde bulduğumuz durum ise dekolonizasyon sürecinin erken bir aşaması olarak okunmalıdır. Sınırlar kalkıyor ve dekolonizasyonun işaretlerini görüyoruz: Etrafı mayınlarla çevrilerek marazileştirilmiş ve öcüleştirilmiş sınırlar (Suriye ile) veya resmî propaganda ve hastalıklı bir refleks ile kalınlaştırılmış psikolojik duvarlar (Ermenistan ile) kalkıyor. Türkiye’de sadece sömürgeleşmenin dış etkileri değil sömürgeleşmenin iç etkileri de temizlenme sinyali veriyor: Kürtler mesela... Sömürge içinde bir sömürge haline getirilmiş olan coğrafi-kültürel bir yer olan Kürdistan’ın Türkiye’deki sakinleri özgürlüklerine kavuşuyor. Sömürge yönetiminden dayak yememek için düzenin neredeyse savunuculuğuna savrulan Aleviler bir umut ışığı görüyor. Müslümanların kendi olma haklarını ellerinden alan sömürge zihniyeti, Müslüman olmayanlara karşı sıkı bir Müslüman milliyetçiliği politikası gütmüştü. Türkiye’nin kolonizasyonundaki önemli sömürgezedelerden biri de gayrimüslimlerdir (Hıristiyan ve Yahudiler). Sömürge Türkiye’sinde malları gasp edilmiş olan gayrimüslim vakıflar bu malikiyetin iadesini istiyorlar. Dekolonizasyon gasp ile alınanın iadesini, mülkün tesis edilmesini gerektiriyor. Bu sebeple dekolonizasyon haktır, adalettir ve hürriyettir. Köle hürriyetine kavuşurken, efendinin haksız imtiyazlarını kaybetmesi ve mutsuz olması kaçınılmazdır. Mevcut hükümet bu özgürleşme iradesinin kaynağı değil, icracısı ve katılımcısıdır. Başkası tarafından sömürgeleştirilen ülkeler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki boşluktan istifade ile dekolonizasyonu başardılar. Belki de dünyadaki tek self-kolonizasyon örneği olan Türkiye de, soğuk savaştan sonraki boşluktan cesaretle dekolonizasyona girişmiş bulunuyor. * Yazar / [email protected]