'Türkiye'de Derin Devlet Acısı Vardır'

-
Aa
+
a
a
a

19 Haziran 2006News Voa.comDevrim Çubukçu

Şemdinli olayı ve ardından Danıştay’a düzenlenen silahlı saldırı Susurluk skandalini ve derin devlet tartışmalarını yeniden kamuoyu gündemine getirdi...

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu’nda görev yapan, bu konuda bir kitap yazan eski Kültür Bakanı ve eski milletvekili Fikri Sağlar, Susurluk olayını konu alan bir televizyon dizisi hazırlıyor. Devrim Çubukçu’nun siyasi skandaller ve derin devlet tartışmalarıyla ilgili sorularını yanıtlayan Sağlar, Susurluk’un peşini neden bırakmadığını anlattı.

Eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar, Susurluk’un Türkiye’yi bir demokrasi ve hukuk devleti olmaktan çıkarttığını söylüyor. Sağlar, Türkiye’de derin devlet olarak adlandırılan ve kendisini Türkiye’nin sahibi gibi gören azınlığın, kurdukları derin ilişkilerle Türkiye’yi yönetmeyi arzuladığını savunuyor. Fikri Sağlar, bu düzenle mücadelenin yalnızca siyasetçilerin değil, sade vatandaşların da görevi olduğunu vurguluyor. ‘Susurluk düzeninin varlığını yurttaşlarımıza aktarabilmek ve hukuk devletini yeniden oluşturabilmek adına bu mücadeleyi sürdürüyorum’ diyen Sağlar, popüler kültürün bir aracını kullanarak ‘insanlarımıza neden aç kaldıklarını, neden iş bulamadıklarını, neden demokratik haklarını bir türlü kullanamadıklarını, var olan düzenin neden kendilerini dışladığını anlatmaya çalışıyorum’ diyor.

Fikri Sağlar, 7-8 aydır üzerinde çalıştıkları Susurluk skandalini konu alan televizyon projesinin Eylül ayında izleyiciyle buluşacağını belirtti. Derin devlet, çok tartışılmasına ve köşe yazarlarınca sıklıkla yazılmasına rağmen birçoklarının kafasında hala net bir tanıma sahip değil...

Derin Devlet Nedir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuyu yakından inceleyen, sıradan vatandaşların görmediği belgeleri gören ve duymadığı olayları işiten biri olarak Fikri Sağlar, derin Devlet’i şöyle tanımlıyor: “Derin devlet, egemenliğin kimin elinde olduğu doğrultusunda yapılan tartışmada, halkın elinde olmadığını söyleyen bir ilişki yumağı(dır).” ... ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin duvarında ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ denir. Demokratik haklar, kurum ve kuralları içerisinde, her yurttaşın en temel hakkıdır diye görülür. Ama Türkiye’de halk, egemenliği elinde tutamıyor çünkü, seçtiği insanların kendi talepleri doğrultusunda ülkeyi yönetmesine, hak ve özgürlüklerin tanınmasına fırsat verilmediğini görüyor... Aslında, görmekten ziyade bu tür bir fırsatın verilmediği bir ortamın içinde yaşıyor. Bizde, bir demokrasi oyunu oynanıyor. Halk temsilcilerini seçiyor, parlamentoya gönderiyor, parlamento kendi içerisinden bir yürütme kurulu oluşturuyor, yani hükümeti kuruyor, ama bir bakıyorsunuz ki o hükümet yetkilileri elinde tutamıyor, kararları tam olarak veremiyor. Milli Güvenlik Kurulu diye adlandırılan bir kurulun aldığı kararlar, halkın seçtiği insanlardan beklentilerinin dışında olabiliyor. Ve o kararları uygulamak öncelik alıyor. Dolayısıyla siyasi partiler halka gittiklerinde, onlara söz verdiklerinde halkın da verilen o sözlerin yerine getirilebilmesi için tercihleriyle, iş başına getirdiği insanlar, halka önerdiklerini ve söz verdiklerini yapamaz konuma geliyorlar. Çünkü onların halkın talebi ve tercihi doğrultusunda istediklerinin yerine daha öncelikli bazı şeyler geliyor. Ve bunlar da ülkenin güvenliği mülahazasıyla yapılıyor. İşte bu çatışma bir derin devletin varlığını gösteriyor. Yani devletin bürokrat militer kadroları seçilmişlerin yerine ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar... Hatta öyle bir noktaya geliyorlar ki, yurttaşların öldürülmesine karar verebilme hakkını bile kendilerinde görebiliyorlar. Susurluk komisyonunda gördüğüm ve beni en çok şaşırtan olay, bunu altını çizerek söylüyorum, birilerinin, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının, birilerini ya da bazılarını, öldürme yetkisini kendisinde görebilmeleri... Bu kabul edilemeyecek bir nokta. Ne demokraside kabul edebilirsiniz, ne sosyal hukuk devletinde kabul edebilirsiniz, ne de var olan ulusal devlet yapıları içerisinde böyle bir şeyi kabul edebilirsiniz. Bunu yapmaya kalkanlar vardır. Çeşitli nedenlerle yapmışlardır ama, hukuk devletlerinde yapanlar yakalanmış ve cezalandırılmıştır. Türkiye’de maalesef bunlar yapanların yanında kar kalıyor. İtalya’da Gladyo olarak adlandırılan örgüt ortaya çıktıktan sonra bir özeleştiri yaparak İtalya, bir temiz eller operasyonuyla yapanları yakaladı. Üç başbakan, 336 milletvekili ve binlerce bürokratı cezalandırdı. En son İspanya, Fransa ve diğer ülkelerde de benzeri hareketler var ama Türkiye’de bugüne kadar yapılanların hiçbirinin cezalandırıldığını göremedik. Hatta işkence yaptığı somut olan, yada adam öldürdüğü somut olan devlet görevlileri bile aklanmış durumda. Bu verilen talimatlardan görülüyor. En son Gazi Mahallesi olaylarında ceza yiyen bir polis, 'ben İstanbul emniyet müdürü, Bakan ve emniyet genel müdürü talimatlarıyla bunu yaptım' dedi. Bu vaka adi bir olay gibi gazetelerde küçük yer aldı ve geçip gidildi. Bir hukuk devletinde böyle bir iddianın araştırılarak hemen gereği yerine getirilmesi gerekirken, Türkiye’de dokunulmazlıklar maalesef, derin devlet diye adlandırdığımız kadronun ortaya koyduğu dokunulmazlık kalkanları arkasında devam edip gidiyor. Devlet sırrı bu kalkanın en güçlü olan görüntüsüdür. Derin devlet nedir diye sorarsanız, özde, halkın kendisini yönetmesinden öte birilerinin küçük bir grubun, bir zümrenin, hücre-örgüt ne derseniz deyin, bir çetenin halk adına ülkeyi, halkın yönetemeyeceği düşüncesiyle, halkı yönetmeye talip olmasıdır ve yönetme çatışmasıdır...”

Susurluk, Şemdinli olaylarına ve Danıştay’a düzenlenen saldırıya bakıldığında birçoklarının aklına Türkiye neden bunları yaşıyor sorusu geliyor. Eski Kültür Bakanı, TBMM Susurluk Komisyonu üyesi Fikri Sağlar bu soruyu şöyle yanıtlıyor:

“Türkiye’de halkın egemenliği kayıtsız şartsız elinde tutması söz konusu değil. Ne yasalarla, ne demokrasinin kurum ve kurallarıyla halk seçtiği insanları ve kendisi emrinde olması gereken devleti yönetenleri siygaya çekemiyor, onları denetleyemiyor, yapılanlardan ötürü ceza veremiyor. Böyle olunca da, her şey devam ediyor. Bildiğiniz gibi Şemdinli olaylarından sonra bir savcı, bir komutanın adını iddianamede geçirdi diye, savcıyı görevden almayı bırakın meslekten attılar. Oysa hukuk devletinde, kim olursa olsun, Cumhurbaşkanı da dahil olmak üzere, iddianameleri hazırlayan savcılar onları mahkemeye getirirler ve mahkeme bunlara karar verir, bu iddianame doğrudur, yada yanlıştır diye... Binlerce iddianame hazırlıyor savcılar. Hazırladıkları bütün iddianameler doğru mu? Beraat olayı varsa, o zaman iddianamelerin de birçoğu ciddi bir şekilde yanlışlıklarla yada eksikliklerle dolu demektir. Bir hukuk devletinde iddia olduğu kadar, savunma da haktır. Dolayısıyla, iddiası çürütüleceği yerde, savcının kendisini daha ciddi belgelerle savunması gereken yerde, iddiayı yapanı görevden atmak, sorunu çözmüyor ve hukuk devleti olmadığımızı gösteriyor. Bence daha büyük sorunlar getiriyor. İşte sıkıntı burada... O nedenle Şemdinli ve diğerleri bir türlü çözülemiyor...”

Derin devlet tartışmalarının Türkiye’ye özel bir durum olmadığını söyleyen Fikri Sağlar, devamla şöyle konuştu: “Hukukun dışına çıkartılmış bütün ülkelerde derin devlet var. Hatta hukuk devletlerinin içinde de derin devletler var. Ama onların kapladıkları ve karıştıkları hacim ne kadar o önemli... Türkiye’de derin devlet halkın egemenliğinin önüne çıkmış durumda... Dolayısıyla Türkiye’nin durumunda bulunan, demokrasiden ve hukuk devletinden uzaklaşmış, geri kalmış ülkeler var... Sayıları ne kadar bilemem ama, beni ilgilendiren tabii, her şeyden önce bütün dünyada demokrasinin iktidar olmasıdır. Çağımız rejimi de demokrasidir. Demokrasinin olduğu yerde derin devletler olamaz, olmamalıdır. Derin devleti kabul etmek demokrasi karşıtlığıdır. Efendim, biraz da derin devlet olmalıdır denildiği zaman, aczinizi ortaya koyarsınız. O nedenle ben Türkiye’de derin devlet acısı vardır, o nedenle bundan biran önce kurtulmak gerekir diyorum.”