Ömer Madra: İnişli çıkışlı ve bulanık bir siyasi ortamdayız, ekonomik durum nasıl etkilenecek ve ekonominin kısa vadedeki geleceği nasıl görünüyor?
Hasan Ersel: Bir soru sorarak başlayayım. Siyasi düzlemde önemli bir gerginlik var değil mi?
ÖM: Evet.
HE: Siyasi tansiyonun yüksek olduğunu söylersek herhalde abartmış olmayız. Peki etrafına baktığında toplumda bu kadar gerginlik var mı? Güneydoğu'yu hariç tutarak konuşuyorum, tabii.
ÖM: Yok aslında.
HE: O zaman durumda garip bir şey var. Her toplumda bir miktar gerginlik vardır. Ama bunun çok üstünde bir gerginlik var, çok daha dar bir çevrede var; siyasal partiler çevresi diyeyim.
ÖM: Ankara'da daha çok göze çarpıyor diyebiliriz.
HE: Evet. Siyasi partilerin işin içinde olması çok önemli. Demek ki kurumlarda bir sorun var. Bunu altını şunun için çiziyorum; Bir demokraside o kurumların toplumu temsil etmesi beklenir değil mi?
ÖM: Evet.
HE: Ama toplumun kaygıları etrafında bir olay olsaydı bu görünümden daha farklı olması lazımdı. Öyle değil mi?
ÖM: Aynen.
HE: Peki, seçim öncesinde Sayın Çarkoğlu ile konuşmuştuk. Kendisi Sayın Ersin Kalaycıoğlu ile birlikte çok etraflı bir araştırma yapıyorlardı. Yanlış hatırlamıyorsam işsizlik sorununun toplumda taşıdığı önem, bu gerginliğin endekslendiği başörtüsü olayına oranla kat be kat daha önem taşıyordu; terör de öyleydi. O zaman bizim bu dünyamızda bir sorun var, çünkü siyasi karar alma noktasında olanların vurguladıkları, ağırlık verdikleri konular toplumun ağırlık verdiklerinden epeyce farklı. Toplumun epeyce düşük ağırlık verdiği konulara onlar çok ağırlık veriyorlar. Türban konusu 40 yıldır sürüyor benim bildiğim kadarıyla. Ortaya çıkışı 1968'dir.
Kurumlar arası dengeye gelince, onu zaten hiç çözemedik. Bu konularda herkesin söyleyeceği bir şey var, fakat işsizliği nasıl çözeceğiz, büyüme hızını nasıl arttıracağız, Avrupa süreci içerisinde toplumsal dönüşümü geliştirecek miyiz, geliştirmeyecek miyiz, nasıl geliştireceğiz, onu geliştirmeyeceksek eğer başka türlü bir şekilde bugünkü küresel dünya ekonomisine, memleketin hayrına entegre olmak için ne yapacağız, onu nasıl karşılayacağız, toplumda yükleri nasıl dağıtacağız vb. soruların cevabını bilmiyoruz. Galiba çözümünü bilmediğimiz sorunlarla uğraşmaktansa, cevabını bildiğini sandığımız sorulara dönüp bir de onları da çözmemek suretiyle gündemde tutmak yoluna gidiyoruz. Çünkü çözersek diğer sorular akla gelecek.
Ben burada ciddi bir sorun görüyorum. Özellikle de Türkiye'de iktisat politikası açısından. Çünkü olumsuz bir şey yapmak kolaydır, birine zarar verebilirsiniz; fakat olumlu bir şey yapabilmek için, hele birisini olumlu yönde onu hareket ettirebilmek için iyi düşünmeniz lazım, onun yararına olacak şeyler bulmanız lazım, onu ikna edebilecek gücünüz, daha doğrusu saygınlığınız olması lazım. İktisat politikasının özü bu iki noktaya dayanır, bir: olayı iyi anlayacaksınız, teknik terimle iyi modelleyeceksiniz, hangi ilişkiler var, hangi değişkenler var onları bulacaksınız, sonuçları çıkaracaksınız, alacağınız önlemlerin maliyetlerini ortaya çıkaracaksınız, kazanımları da hesaplayacaksınız ve diyeceksiniz ki "şunu yaparsam daha iyi olur", bu işin teknik, mutfak kısmı, ama çok önemli, ahçı yemeği iyi pişirmedikten sonra olmaz. Sonra bir de onun takdimi, müşterilerin onu kabulü lazım. O da büyük ölçüde siyasi süreç, ama siyasi süreçte ahçının pişirdiği yemeğin ne olduğunu bilmeyen bir garson onu anlatamaz. Bir de o yemeğin iyi olduğuna inanması da gerekir ki güzel anlatabilsin. Bütün bunları yapmak zor iştir, bunlardan biri aksadığı zaman büyük bir olasılıkla müşteri kalkar gider. Bizim iktisat politikasında karşılaştığımız ciddi sorun bu. Bir şeyler yapmamız gereken bir dünyadayız, yani iktisat politikası kararları almamız, insanların buna inanması, ona göre hareket etmesi, bundan da bir kazanç sağlamamız gereken bir ortamdayız. Ayrıca ortamın bir özelliği daha var, böyle bir şey yapmazsak zarara da uğrayabileceğiz, çünkü dünya konjonktürü ciddi değişiyor. İşte bu sırada toplumun pek de o kadar önem vermediği, hatta çok az önem verdiği konularla uğraşmayı tercih etmek toplumun gözünde saygınlık kaybına neden olur. O durumda da yarın, öbür gün, "tamam bu işi hallettik, şimdi buna dönüyoruz" dendiğinde toplumun alınan kararlara inanması, onu desteklemesi beklendiğinden çok daha uzun zaman alabilir ve bu iktisat politikası kurallarının uygulanma maliyeti çok artabilir. Bunu geçmişte yaşadık, 70'leri hatırlatayım. Şimdi neyse ki öyle olmuyor ama bu durumda da bence iktisat politikasını uygulama açısından zafiyete düşülmüş durumda. Çünkü bütün bunun ters döndürülmesi, toplumun sorunlarının kollandığına toplumun ikna edilmesi, sonra da bir şeylerin önerilmesi, o önerilenlerin iyi olduğuna toplumun ikna edilmesi gibi vakit alan bir sürece ihtiyaç var.
ÖM: Yemek yapımında malzeme olarak hem bilgi hem zeka hem çalışma unsurlarının da bulunması gerektiğini söylüyorsun ki o kadar da kolay değil hepsini biraraya getirip bir çorba yapmak.
HE: Ama bu iş başka türlü yürümüyor. Örneklerine bakıyoruz. Çok söyledim, artık sıkıcı olacak, ama Amerika'nın vergi indirimi kararı almasının arkasındaki çalışma biçimine bakalım; burada bu söylediklerimin -tabii her yerde bir şeyler aksar, o anlamda söylemiyorum ama anafikir olarak alınmalı- hepsi uygulandı.
Avrupa'ya dönelim, mesela enflasyonla mücadele konusunda Avrupa Merkez Bankası'nın tavrını alalım, aynı şeyi görüyoruz. Olaylar düşünülüyor, bir şeyler yapılıyor, topluma anlatılıyor, toplumun reaksiyonu alınıyor. Mutlaka herkes bunu beğenecek diye bir şey söz konusu değil. İspanya ve Portekiz'deki gerginlik açık değil mi? Mesela kaza niteliğindeki olaylarla ölüme bile yol açtı kamyon şoförlerinin hareketi. Yani öyle bir tepki bile gelebilir. Yalnız o tepkiyi verene de sorduğunuz zaman, "neyle uğraşıyor hükümet?" diye, "can alıcı bir konuyla uğraşıyor, ama benim istemediğimi yapıyor" diyecektir. Yoksa biz burada petrol fiyatlarıyla boğuşurken onlar bilmem ne ile uğraşıyor olsaydı hükümete küsecekti; şimdi kızıyor. İkisi arasındaki fark çok önemli. Küserse "bu benim hükümetim değil" demeye gelecek veya "bu politik süreç benim çıkarlarımla uğraşmıyor" diyecek, bir güvensizlik doğacak. Şimdi katılmıyor, kızıyor o ayrı mesele. Kızmasa daha iyi olur diyeceksiniz ama herkesi birden mutlu etmek mümkün olmayabiliyor.
Bu ekonomideki en önemli iktisadi değişkenlerden biri faiz, diğeri döviz kuru. Faizler hızlı bir tempoda artıyor, dün de hafif faiz yükselmesi oldu. Bahsettiğimiz piyasa faizleri. Yani "Merkez Bankası faiz arttırdı" edebiyatı değil. Bu ne demek, Türkiye'de durup dururken faizler niye yükseliyor? Faizin en önemli tarafı ilerideki bir şeyle, ileriyle bağlantı kuran bir değişken olması. Böyle bir olayda insanlar giderek gelecekten kuşku duyuyor olmalılar ki daha yüksek bir risk primi istiyorlar. Daha yüksek risk primi isterken, bana dönüp "Hasan, senin hakkındaki fikrim değişti, sana borç verirsem daha yüksek faizle veririm" demiyor, bunu genel olarak ifade ediyor. Devlet kâğıtlarının faizine de yansıdı ve yansımaya devam edecek faiz yükselmesi, yani bir genel kaygıya yol açıyor. Bunun maliyeti çok önemli, çünkü bunu sadece bütçe üzerindeki yüküyle ölçersek, o bile çok ciddi bir olay olacak, ama onu bir tarafa bırakalım, yarından kaygı duyulduğunu veya yarından duyulan kaygının arttığını gösteriyor. Bu birçok kimseyi belki bir üretim, yatırım veya istihdam kararı almaktan vazgeçirecek ya da ertelemesine yol açacak. Bunların hepsini, "üretim çarpı çalışılan saat" de düşünülünce kayıp.
ÖM: Bunların hepsi de muhtemel birer gerçek olarak karşımıza çıkıyor değil mi? Öyle uzak bir spekülatif düşünceler bütünü değil bunlar.
HE: Değil, çünkü piyasalarda daima spekülatif davranan birileri olacaktır. Ama piyasanın tümü öyle hareket ediyorsa olay başkadır. Dün bu insanlar öyle değildi, bugün akşam yatıp ertesi sabaha hepsi spekülatör mü kalktı? Yok, demek ki genelde paylaşılan bir kaygı artışı var. Bunları frenlemek o kadar kolay bir iş değildir. Ayrıca bir şey daha var; Amerika örneğine ikide bir dönüyorum, ama önemli, bir noktadan sonra bu tek bir kurumun altından kalkacağı bir iş de değildir, yani "Merkez Bankası bu işi çözsün" demek komik, bu olmaz, ama "hükümet yalnız başına çözsün" demek de olmaz. Bir ortak hareket gerekiyor. Ayakların yere bastığını göstermek gerek. "Bakın orta vadede biz şunları yapacağız, şu tür yükler de gelebilir" demek gerek. İlle de tatlı şeyler de söylemek gerekmiyor. İnsanlar o zaman "ha şöyle bir yük gelecek" der ve anlar. İstemiyorsa itiraz eder, ama karar alana güven duyar. ikisi arasındaki fark çok önemli, "şöyle bir manzara var, bu yöne gidecekmişiz, bana da bu nedenle şöyle bir yük geliyor. Bu yük çok azaltılsın" demek ile "nereye gideceğimizi bilmiyorum, sürüklenip duruyoruz işte" demek aynı şey değildir.
Orta vadeli görüş açısının oluşması gerekiyor. Bence bir nokta da çok önemli. İktidarda olmayan siyasi partilerin de bunu çerçeve olarak kabul ettiklerini beyan etmeleri gerekiyor. Tabii ki bu onlarla görüşmeden zorla yaptırılacak bir şey değil. Onların da "evet, bu ana çizgileriyle iyi bir şeydir, ama detayda da itirazımız var" demesi gerek. Tabii ki siyasal partilerin detayda farklı görüşleri olacaktır. Ancak bu yapılırsa şu da anlaşılmış olacak: "bu yönde hareketimiz konusunda ana çizgilerde görüş birliği var". Meclis çalışacak galiba değil mi?
ÖM: Evet, daha henüz tatile girmediğini düşünebiliriz.
HE: Acaba bu konularda da çalışır mı?
ÖM: Başka şeylerle daha çok meşgul olacak gibi görünüyor, mesela TRT'de 24 saat Kürtçe yayın yapılmasına ilişkin yasa tasarısı görüşmelerinde adamakıllı "milletvekilleri birbirine girdi" dedirten olaylar olmuş, ortalık karışmış. Bilmiyorum belki de buna döneceklerdir daha sonra.
HE: Neden sonra olacak. Benim anlattığım bu dönem için geçerli. Bu dönemden sonra ortam da değişebilir, çünkü "toplumda şimdilik o kadar huzursuzluk yok" dedim, yoksa toplumu huzursuz kılmak kolaydır. Toplum da bir müddet sonra siyasal düzeydeki huzursuzluktan etkilenir. İş oraya gelince benim bu anlattıklarımın ötesinde, daha güçlü işbirliğine ihtiyaç var; daha başka programların açıklanması, daha ikna edici olabilmek için çok daha fazla uğraşılması ve yapılmak istenenlerin uygulanmasının maliyetin çok daha yükselmesi söz konusu olabilir. Onun için biraz çabuk olsalar iyi olur diye düşünüyorum.
ÖM: Bence de öyle, bir hayli zorlu bir dönem bekliyor galiba bizi, ama biz mi kendi kendimize kaygılanıyoruz onu bilemiyorum doğrusu, bu kaygımızı paylaşanlar var mı bilmiyorum.
HE: Sabah sabah keyfinizi kaçırdım!
(12 Haziran 2008 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)