Sayın Ömer Madra,
Ben,Dr.Tuncer Beyoğlu.KBB Hastalıkları uzmanıyım.Hüsrev Gerede caddesindeki MEDİCA isimli tanı merkezi içinde muayenehanem var.20 senelikte Amerikan Hastanesinin doktoruyum.
Açı radyo kurulduğundan beri sadık bir dinleyicisiyim vede arkadaşlarımada sürekli öneriyorum.Daha önceleri sabah gazetesini çok erken hastaneye gittiğim için çok sık takip edemiyordum.Şimdilerde Muayenehane hekimliği yaptığım için çok sık dinleme fırsatım oluyor.Espirili ve müzikli güzel bir yayın.
Daha öncede böylemiydi tam bilemiyorum ama,son zamanlarda,özellikle Askeri Muhtıradan sonra AKP yi koruyan ve kollayan bir yayın içersindesiniz.Demokratlığınıza diyecek yok ama böyle dine dayalı seriaçı bir partiyi kollamanızıda doğrusu yadırgıyorum.Üstelik söyleşi yaptığınız kişilerinde çoğunun demokrasiyi algılama biçimini beğenmiyorum.Kendilerine
2. Cumhuriyetçi olarak tanımlayan bazıları,Özdemir İnce(Hürriyet)nin deyimiyle yeni mürteciler sınıfına giriyor.Öyle bir hava oluyorki,AKP tam bir demokrat,uygulamalarıda tam bir demokrasi modeli.Halbuki demokrasinin kurallarını sadece kendileri için kullanan ,başkalarına yaşam hakkı tanımayan Tayyip beyin emir ve müsadeleriyle tam bir totaliter rejim.Sizin radyonuzda bunu savunan bir havada.
Ne kadar AKP yi savunuyorsanızda o kadarda CHP ve DENİZ Baykalı ve sosyal demokratları eleştiriyorsunuz.Sosyal demokratların güçlenmesini önlemek için her türlü numarayı çeviren,Aydın Doğan medyası ve ona benzer yayın yapanları baş tacı eder durumundasınız.Hiçbir zaman Cumhuriyet yazarlarının görüşlerine vede Aydın Doğan medyasının içinde hala yazılar yazan(Gerçekleri yazıyorlar)anti AKP yazıalarından hiç bahsetmiyorsunuz.Bu ülkede DENİZ BAYKAL ne başbakan oldu,nede ülke yönetti.Muhalefet yapsa bile Cumhuriyet dışındaki hiçbir yayın organı ve tv ler için bahis konusu bile olmadı.Ben CHP yi korumuyorum ama sürekli tek taraflı yayınlarla yanlış yapılıyor.
Gazeteyi beraber sunduğunuz arkadaşın sanırım biraz daha olgunlaşıp olayları doğru kavraması gerekiyor.Niyetim politika yapmak değil,radyonuzun taraflı yayınını belirtmekti.Belki çok kişiden mailler ve telefonlar alıyorsunuzdur.Unutmayınki AKP karşıtı olan çok dinleyiciniz vardır.Bunları küstürmeyiniz ve radyonuzu yalnız bırakmayınız.Belkide size destek çıkanların çoğu sabah gazetesi yayınlarının içeriğininden haberleri yoktur.
Saygılarımla,Tuncer Beyoğlu
Sayın Tuncer Beyoğlu,
İlginiz ve eleştirel mesajınız için çok teşekkür ederiz. Ayrıca, gerek radyomuz, gerekse Açık Gazete adlı sabah programımız için sitayişkâr sözleriniz bizi sevindirdi. Açık Gazete'nin "esprili ve müzikli güzel bir yayın" olmasının ötesinde amaçları olan bir program olduğunu da belirtmeliyim. Örneğin, dünyanın gidişatına ilişkin her türlü meselede kamuoyunu (dinleyiciyi) bilgilendirmeye çalışan, olgulara dayalı enformasyonun yanı sıra, kamuoyunu çeşitli yorumlarla da aydınlatma gayretinde olan "olağan" bir program işte.
12 yıla yakın bir süredir onbinlerce saatlik yayınımızda dinci, dinsiz, demokrat, sosyal demokrat, liberal, neoliberal, iktidar, muhalefet, muhafazakâr, radikal anarşist, faşist veya komünist, herhangi bir partiyi bırakın desteklemek, "kollamamız"ın bile sözkonusu olmadığını söylememize bile gerek yok. Bunu, kurulduğundan beri dinlediğinize göre, en iyi bilenlerden birinin zatıâliniz olmasını bekleriz.
Öte yandan, bu bizi eski ya da yeni "mürteciler" sınıfına sokar mı bilinmez ama, her türlü milliyetçilik, militarizm ve askeri darbe destekçiliğinin, bütün toplumların ve demokrasilerin önünde duran en büyük sosyal tehlike olduğu kanısını taşıyoruz. Bu kanımızı 11 buçuk yıl önceki ilk yayın saniyemizden bugüne kadar her fırsatta dile getirmeye çalıştık ve demokrasi savunuculuğumuzu bundan böyle de aynı güçte yapacağımızdan emin olabilirsiniz. Böyle yapmasaydık, zaten siz de bizi bunca zamandır dinlemez ve arkadaşlarınıza da tavsiye etmezdiniz herhalde.
Evet milliyetçilik ya da - moda deyimiyle söylersek - ulusalcılık, Einstein'ın bizce gayet isabetli bir şekilde belirttiği gibi, ciddi ve tehlikeli bir "çocukluk hastalığı"dır. Paris ve Boğaziçi Üniversiteleri öğretim üyesi sosyolog Nilüfer Göle'nin Sabah gazetesinde yer alan mülakatından bugünkü Açık Gazete programımızda alıntıladığımız gibi, "darbeler de çocukluk hastalığı"dır. Sizin de değerli bir hekim olarak bizden çok daha iyi bildiğiniz gibi sayın Beyoğlu, hastalıklarla derhal mücadele etmek, onlara karşı önlem almak şarttır. Bütün bunlara rağmen hastalığa yakalanılması halinde de ciddi tedavinin şart olduğunu doktor olmasak da hepimiz bilebiliyoruz.
Sayın Beyoğlu,
Demokrasi ile askeri muhtıralar ve darbeler bağdaşmaz, sizin mesleğinize ilişkin bir metafor daha kullanmama izin verirseniz, ikisi arasında "ölümcül bir kan uyuşmazlığı" vardır. Muhtıra ve darbeler demokrasiyi öldürür. Muhtıraların ve darbelerin karşısında durmak en temel vatandaşlık görevidir. Bunlara karşı çıkmanın, AKP'yi kollamak, korumak ve ona arka çıkmakla zerrece alakası yoktur. Özellikle Askeri muhtıradan sonra asla AKP'yi değil, ama demokrasiyi "koruyan ve kollayan bir yayın içersinde" olduğumuz söylenebilir belki. Totaliter rejim tanımlarını bir an hatırlarsanız, Nazi Almanyası, Mussolini İtalyası, Stalin Rusyası ya da Wahhabi Suudi Arabistanı gibi rejimlere totaliter dediğimizi kolaylıkla hatırlayacaksınız. 4,5 yıl önce yapılan seçimlerde yüzde 30 küsur oyla birinci parti olarak iktidara gelen AKP'nin sayısız eleştirisi yapılabilir ve yapılmaktadır ama AKP iktidarına “totaliter” demek pek de doğru olmayacaktır.
Eleştiri demişken: AKP ile ilgili olarak dört küsur yıl boyunca radyomuz mikrofonlarından dile getirdiğimiz sayısız eleştiri kaleminden ilk ağızda aklımıza gelenlerin küçük bir listesini verelim isterseniz:
Hukukun üstünlüğünün gereklerinin yerine getirilmesindeki büyük zaaflar; TCK, 301. vd. maddelerinin savunulmasında ayak direnmesi; Kürt sorununda görülen büyük bocalama; temel hak ve özgürlüklerin çiğnenmesine mütemadiyen göz yumulması ve giderek kimi durumlarda önayak olunması; basın mensuplarına açılan pek çok dava; karikatür davaları; cumhurbaşkanlığında çoğunluğun baskısını savunma; sünni çoğunluğun demokratik çoğulculuğa yeğ tutulması; siyasi cinayetlerin açığa çıkarılmasında kaygı verici savsaklama; kadın hakları savunucularına, 1 Mayıs göstericilerine, öğrencilerin gösterilerine vb karşı takınılan zalimane tavırlar; zina meselesindeki çifte standart; Seçim Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu, Anayasa, seçim barajının indirilmesi, dokunulmazlıkların kötüye kullanılması konularında hiçbir ilerleme kaydedememe; ormanların korunması ve 2B, nükleer enerji yasasının alelacele geçirilmesi, Kyoto Protokolü’ne amansızca direnilmesi, kuraklık konusunda doğruların dile getirilmemesi, 3. köprü vaadleri, yeraltı geçitleri, kavşaklar ve karayolları, Dubai kuleleri, Karadeniz otoyolları, mera kanunları, termik santrallerin yapımı vb. başka birçok durumda doğaya karşı işlenen vahim tecavüzler...
Bütün bunların sizin "kulağınızdan kaçmış" olması bizi gerçekten üzüyor. Ve ne yalan söylemeli, biraz "algılamada seçicilik" yapıyor olabilir misiniz acaba diye düşündürmüyor değil doğrusu...
Son olarak, birkaç gün önce Şahin Alpay'ın radyoda tamamını okuduğumuz ve Açık Radyo web sitesinde de yer verdiğimiz makalesinden birkaç paragrafı (bazı kavramların altını çizerek) dikkatinize sunmak istiyorum:
“AKP'nin cumhurbaşkanlığıseçimini yüzüne gözüne bulaştırdığı apaçık ortada. AKP yönetimi bu konuyu bir parti içi mesele, "fırsat çıkmışken bir mevzinin daha ele geçirilmesi" olarak ele alarak 27 Nisan askerî müdahalesine zemin hazırladı. Oysa, muhalefetin de kabul edebileceği bir AKP üyesi cumhurbaşkanı seçilebilir ve bu kriz yaşanmayabilirdi. Askerî müdahalelerle yerleşen bürokratik vesayet rejiminin tasfiyesi, sabır isteyen, uzun vadeli ve adım adım kazanılacak bir mücadeleyi gerektiriyor. Dilerim AKP yönetimi, "fırsattan istifade" yarı-başkanlık rejimine geçiş hevesinden de derhal vazgeçer ve parlamenter rejimin güçlendirilmesini hedef alır.
AKP laikliğe bağlılığı, farklı yaşam tarzlarına ve inançlara saygısı konusundaki yaygın kuşku ve korkuları ciddiye almak, bunların giderilmesi için gerekeni yapmak zorunda. Kendi yaşam tarzlarına ve inançlarına saygı gösterilmesini isteyenler, başkalarının yaşam tarzlarına ve inançlarına saygılı olmak zorundadır. Bu ilke herkes için geçerlidir. AKP bu ilkeye bağlı olduğunu bütün fırsatları kullanarak millete göstermelidir. Bu bağlamda hemen aşması gereken birincil sorun, bir "Sünni partisi" olmaktan çıkmak; Alevi ve gayrimüslim yurttaşların partinin bütün kademelerinde temsil edilmesini sağlamaktır. AKP bunu sağlamadan ne toplumu laikliğe bağlılığına inandırabilir, ne de iddia ettiği gibi bir merkez partisi, bütün milletin partisi olabilir.
AKP iktidarına yöneltilen en haklı itiraz, "kadrolaşma" eleştirisidir. Hemen her atamada liyakatin değil sadakatin esas alındığı izlenimi yerleşmiştir. AKP, iktidarının ikinci döneminde bu izlenimi kökten silmelidir. Özerk kurullar, "sözde değil özde özerk" olmalıdır. Bunun bütün iktidarların, ülkenin yararına olduğunu kavramak gerekir. "Ak (yani Temiz) Parti" olma iddiası ispata muhtaçtır. Maalesef AKP iktidarındaki 4,5 yılın tecrübeleri (ana muslukların kapatılmış olmasına rağmen) yolsuzlukların geride kaldığına kimseyi ikna edecek nitelikte değildir. Yolsuzlukların da ekonomiyle birlikte büyüdüğü izlenimi yaygındır.
Nihayet AKP en büyük gayreti, Kopenhag Kriterleri'ni Ankara Kriterleri kılarak, bu standartların yerine gelmesi için harcamalı. Burada en can alıcı olan, hukuk devletinin yerleştirilmesi işidir. Siyasi cinayetler tümüyle aydınlatılmadıkça hukuk devleti yerleşemez. Hukukun hakim olması için mümkün olan her şeyi yapmayanların kendileri, hukuksuzluğun kurbanı olurlar.”
(Bkz.: http://www.acikradyo.com.tr/arsiv-link?_mv=a&aid=18411)
Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi olan ve uzun yıllar radyomuzun programcıları arasında yer alan Dr. Alpay’ın bu makalesinde dile getirdiği hususların tamamı, ve bunlara ilaveten küresel iklim değişikliği ve çevre konularındaki büyük eksiklik ve hatalar görebildiğimiz kadarıyla radyomuzda sayısız defalar dile getirilmiştir ve elbette bundan sonra dile getirilecektir. Ne var ki, bunlar çoğulcu demokrasi, temel hakların savunulması, hukuk reformu, Kopenhag Kriterlerinin hayata geçirilmesi vb. gibi akla gelen ve gelmeyen sayısız konuda birbirinden berbat sınavlar veren CHP’nin eleştirilmesinden ve bu yönde yorumlara yer vermekten bizi alıkoymadı elbette, koymamalı da.
“Aydın Doğan medyası ve ona benzer yayın yapanların,” “Sosyal demokratların güçlenmesini önlemek için her türlü numarayı çevir”ip çevirmediği hakkında en ufak fikrimiz yok; bunu siz söylüyorsunuz. Biz Doğan grubu da dahil olmak üzere yaklaşık 4 gruba bağlı 12 kadar gazeteyi her gün tarayıp dinleyiciye yansıtmaya çalıştığımız gibi, bir o kadar da uluslararası yayın organı ve ajansın internet sitelerindeki haber ve yorumları da sizlere aktarmaya çalışmaktayız – izleyebildiğimiz TV haber programlarından alıntılar da bunlara ilave edilebilir. Olgulara dayanan enformasyon ve bilgiyi objektif olarak paylaşmak bizim ases görevimiz zaten.
Açık Gazete programımız içinde 20 yıllık ekonomi gazetecisi Ali Bilge, Yrd. Doç.Dr. Semra Cerit Mazlum, Prof. Dr. Ahmet İnsel, Prof. Ayşe Buğra, Prof. Çağlar Keyder, Dr. Cengiz Aktar, Doç. Dr. Hasan Ersel, Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ve İletişim dalında Grenoble Üniversitesi’nden master sahibi genç spor gazetecisi Alp Ulagay, bizim halihazırdaki “daimi konuklarımız” ya da “köşe programcıları”mız. Tamamen özgür yorumlarıyla 12 yıldan daha fazla bir zamandır dinleyicilerimizle fikir, yorum ve bilgi alışverişinde bulunan değerli bilim insanları ve gazeteciler bu insanlar... Fikir ve yorumlarını beğenmiyor olabilirsiniz, ama onlar kendi özgür yorumları dolayısıyla bizim beğendiğimiz, hatta “baş tacı ettiğimiz” insanlar.
Öte yandan diğer konukların yorumlarına ya da bizim seçip okuduğumuz yorumlara gelince, o konuda elbette istediğimiz yorumcuyu seçip konuk etmekte veya yorumlarını okumakta tamamen özgürüz sayın Beyoğlu. Çünkü, yorum daima hürdür!
Ve evet, biz tarafız tabii, ama daha önce de birçok kez yazıp söylediğim gibi, çoğulcu demokrasiden, hukukun üstünlüğünden ve temel hakların savunulmasından yana tarafız. Program partnerim sayın Avi Haligua’nın, sizin kanaatinizin aksine, büyük bir olgunluk içinde bizim bu gerçekten ağır habercilik-yorum görevimizi üstlenmiş bir genç adam olduğunu sözlerime eklemek isterim.
Eklemek istediğim son bir nokta da şu: “Belki de destekçi dinleyicilerinizin çoğunun “sabah gazetesi yayınlarının içeriğinden haberleri yoktur” diyorsunuz ve böylelikle, hem onları bir şekilde aldattığımızı imâ ederek bizi, hem de destekledikleri radyonun neden bahsettiğini farketmediklerini ima ederek onları biraz küçümsüyorsunuz ki, bu da sizin gibi “kıdemli” bir dinleyicimize yakışmıyor doğrusu.
İlginiz ve mesajınız için tekrar teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
Ömer Madra