“Bugünlerde ‘sokakların kasları’ toplumu tekrar zincirlerinden kurtarmaktadır, hem de çıplak elleriyle, timsah gözyaşları dökmeden, süslü teatral söylevlerden çekmeden.”
2002’de Brezilya’nın Porto Alegre kentinde, ikincisi düzenlenen Dünya Sosyal Forumu’nun yüzlerce konferansından birinde Uruguaylı düşünür-yazar Eduardo Galeano, konuşmasının bir yerinde kendisini dinleyenlere böyle sesleniyordu. Latin Amerika’nın direniş yüklü ormanlarında özgürlük ve demokrasi talepleri ve çığlıkları ile donanmış mücadele tarihinin yan kulvarında yine bu kıtanın demokrasi tarihinin önemli gerilla hareketlerinden biri olan ‘kelam’ ve ‘söylem’ hücresinin bir üyesi olarak.
İnsanlık tarihi kadar eski özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelesinin önemli safhalarından biri olarak tarihe düşen son 150 yıl da aslında en sıkıntılı dönemlerden biriydi, 80’ler ve 90’lar. Kapitalizmin tarihsel şovuna karşı en şaşalı karşı koyuşlarından birini gerçekleştirmiş olan ‘Sosyalist ve Komünist hareketin’ ciddi anlamda geri çekilişi, kapitalist hegemonyayı küstahlaştırdığı kadar, ezilenlerin panayırını da bir dönemliğine tehir ediyordu. Keza, küresel ölçekte böylesi bir geri çekilişi ve mağlubiyeti (savaş dönemleri dışında) pratik ve söylemsel anlamda ilk defa tadan toplumsal muhalefetin boşalttığı alanda, şirket-devlet mutasyonu, onların oluşturdukları ulusötesi örgütler, imzaladıkları küresel antlaşmalar, kutladıkları ulusötesi evlilik törenleri ve de en önemlisi borçlarla köleleştirdikleri Üçüncü Dünya ülkeleri düzeni ile tüm gezegenin üstüne karabasan gibi çöküyordu. Kendileri dışında herkesin kapı önü manzarası bir Gûlyabani’den başka bir şey olmuyordu.
Öte yandan, yaygın söylemin aksine bu görece geri çekilme retoriğini sadece yüzeyden analizin dışında, farklı bir şekilde de deşifre etmek mümkün. Ki, ancak bu sayede Seattle’a adreslenen bu yeniden doğuş mucizesini daha doğru ve tarihsel bir zemine oturtabiliriz. Yine de kısaca, 15 senelik bir buzlanmanın ardından, 1999’da bir anda ortaya çıkan kitlesel bir direnişten başka bir şeydir sokakların kasının tekrardan harekete geçmesi. Yerel (bize has) kodlama pratiklerinden, geleneksel paradigmanın belirlediği ideolojik formasyonun tahakkümünden çıktığımızda, gördüğümüz aslında, ne geri çekilen ne de donan bir muhalefettir. Dönüşen, evrilen ve 150 yıllık örgüt ve mücadele pratiğini ilk defa bu denli sorunsallaştıran ve sorunlaştırdığı kadar daha farklı daha yeni açılımlara evrilen çok çocuklu bir toplumsal muhalefet ağacıdır.
İdeolojik, örgütsel ve söylemsel pratik dönüşümün ardında duran en ciddi damar 1968’te başını gençlik hareketinin çektiği devrimi-reformcu statüko karşıtı harekettir. Öncelikle bunun hakkını vermek gerek. Şu anda sokaklarda cereyan eden, enternasyonel şenliğin (birebir olmasa da, ki tarihsel açıdan elbette olması da beklenemez) ideolojik dönüşümünün arkasındaki en ciddi tarihsel dönemeçlerden biri olduğunu, özellikle geleneksel hareketlere hem içkin hem de dışarıdan en devrimci eleştirilerden biri olduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Keza, bu evre, ‘yeni sosyal hareketler’ alanının teorisyenlerinin ve sosyal bilimcilerinin en önemli referanslarındandır.
1960’lara kadar bir şekilde kendini kapitalist- faşist- emperyalist vb. rejimlerin karşısına koyan, ve sınıf eksenli, ulusal kurtuluş eksenli sol hareket temelde baskıcı ve ezen olarak gördüğü iktidara karşı alternatif olarak kendi iktidarını görüyordu. Gezegenin belli yerlerinde de hedeflediği iktidarı almayı başarıp, yozlaşmış ve baskıcı olduğunu söylediği rejimleri derdest etti. Sonrası ise, derdest edilenin sadece bu faşist veya emperyalist rejimlerin olmadığı, geleneksel paradigmanın da iktidarla özdeşleştiği anda kendi ezberinin dolayısıyla da formasyonunun ne denli sorunsallaştığı ve peşisıra hızlı bir çözülme sürecinin yakın tarihteki ‘reel’ filmidir.
Yeni zamanlar commandanteleri
İktidarı ele geçirmeye ve onu dönüştürmeye odaklanmış geleneksel stratejiyle yaşanmış en önemli tartışmadan (1968 hareketi) neredeyse 40 yıl sonra, sadece sokak eylemleri ile değil, bir araya gelme, konuşma, tartışma ve yaratma sürecinin son derece kalabalık yaşandığı bir başka yerde, Porto Alegre’de çok daha faklı bir durum ortaya çıkıyordu. 3 tane sosyal forumun yapıldığı bu kent, üçüncüdeki rakamla dünyanın 156 ülkesinden 5717 organizasyonu temsilen 20 bin 763 delegenin katıldığı ve 100 bine yakın Brezilyalının izlediği haliyle, neredeyse geçmişin Enternasyonellerine bugünden en manidar selamı yolluyordu. Öte yandan, özellikle sol muhalefet açısından hem acıklı hem de şenlikli geçmişiyle önemli bir yer teşkil eden gezegenin efendisi ABD’nin güneyini oluşturan bu kıta, bu devasa buluşmaya tesadüfi bir şekilde evsahipliği yapmıyordu.
Öncesi de vardır! (Elbette onun da öncesi.) 1984’te bir grup insanın Meksika’nın güneyinde Lacandon ormanlarında çaktığı ve 1 Ocak 1994 Las Margaritas baskınıyla alevlenen yangın, tam bir sene sonra, kurşundan çok kelamı önemseyen bu yeni zamanlar commandanteleri, tüm dünya muhalefetini evlerine Chiapas ormanlarına davet ederek, şiirsel başkaldırılarının hedefinin sadece birkaç toprak parçasından ibaret olmadığını belirtiyorlardı. Ve davet icabet edenlerle birlikte, hep beraber Neo-liberalizme karşı, yıllar sonra küresel ölçekte ilk ciddi moral depolamasını yapıyorlardı, sözlerle, şarkılarla ve danslarla.
Yıl 1995! Davet yüzlerce grubun hem fiziki hem de kulak açısından icabeti, elbette topu topu bir ay süren bir silahlı mücadeleden ibaret değildi. 1980’lerin başlarından beri kapitalizmin açtığı yarıktan gezegenin üstüne çöken bir sürü pisliğe karşı mücadele eden bir birikimin sonucuydu. Silahlanmaya, nükleer enerjiye, cinsiyet-ırk-etnisite ayrımcılıklarına, kadınlara yönelik eşitsizliklere, çocuk işçi sömürüsüne, çevre felaketlerine, doğal kaynakların özelleştirilmesine, kültürel tektipleştirmeye, küresel şirket çetelerine, Üçüncü Dünya ülke ekonomilerini köleleştiren borçlara ve daha yığınla insan vicdanına ve aklına yönelik her türlü saldırıya karşı mücadele eden irili ufaklı, yerel, küresel örgüt, grup, inisiyatif, koalisyon Chipas’tan yükselen bu simgesel çığlığa anında tepki veriyordu.
Ve 1999 Eylül’ünde Seattle’da çoğunu ABD’li grupların oluşturduğu ve birkaç gün süren sokak meydan okumasıyla, yılların sessizliği yırtılıyordu. Dünyanın yiyeceğine, içeceğine, giyeceğine karar veren efendiler Dünya Ticaret Örgütü kepazeliği altında daha planlarını tartışmaya fırsat bulamadan Seattle’dan çekip gidiyorlardı. Hem Seattle polisini, hem de eylemleri organize edenleri şaşırtan bu nitelik ve nicelik yoğun beraberlik bundan sonra olacakların habercisi gibiydi. Washington, Melbourne, Sydney, Prag, Nice, Québec, Göteborg, Genova... IMF, Dünya Bankası, G7, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Ekonomik Forumu toplantılarının yapıldığı her kent, başını gelmiş ülkelerin eylemcilerinin çektiği bir karışı müdahale ve vicdan gösterisine dönüyordu. Ve eylemler o şehirlerin isimleriyle anılmaya başlıyordu...
Tarihin sonu, kapitalizmin nihai zaferi gibi küstah söylemlerin gelişmiş iletişim ağları sayesinde tüm coğrafyalara yayan medya efendileri bile artık bu küresel başkaldırıyı görmezden gelemiyordu. Her bir gösteri, bir öncekinden daha kitlesel, daha katılımcı olurken, artık yavaş yavaş Güneyin muhalefeti de sürece eklemlenmeye başlıyordu.
Sanki artık yavaş yavaş ‘başka türlü bir dünya’ nın mümkün olacağına yığınsal izleyiciler de inanmaya başlamışlardı.
1994’te yazının başlığı “Ya basta” (yeter) diye atılıyor,1999’da sokaklara tekrar bahar geliyor,2001’de “Um outro mundo e possivel” (Başka bir dünya mümkün) oluyor. Ve bu daha fazla dilde yazılmaya başlıyor,2003’te “Nasıl” sorusu ile her ülkenin muadilleri daha fazla uğraşmaya başlıyor,Ve bunların hepsi bu kısacık zaman diliminde gerçekleşiyordu.
Başta küresel buluşma gündemini küresel çete toplantılarıyla aynı döneme işaretleyen ve ağırlıkla sokak eylemleri yoğunluyla geçen bu tarihsel günler, artık, yavaş yavaş, birbirleriyle uzun zamandır muhabbet etmemiş/edememiş bu insanların konuşacakları, paylaşacakları ve planlayacakları ne kadar fazla şey olduğunu hatırlatıyordu. Ve artık, efendilerin olmadığı bir ortam da rahat bir kafayla konuşmaya karar veriyorlardı. Bunun içinde en anlamlı yer olarak da, (bizatihi kendileri tarafından önerilen) “Başka türlü bir dünya” projesine pratik anlamda en önemli katkıyı veren Porto Alegre kenti seçiliyordu. Ve Dünya Sosyal Forumu adı altında, yıllar sonra, bu denli büyük, bu denli katılımcı, merkezi ve bürokratik olmayan toplantı başlamış oluyordu.
Sermayenin tahakkümüne karşı
Tam da bu noktada, Forumun ne olduğu, kendisini nasıl tanımladığını anlamak için 2002’de Sao Paolo da Uluslararası Forum Hazırlık Komitesi tarafından kaleme alınmış 14 maddelik “İlkeler” başlıklı metnin ilk maddesine kulak vermekte fayda var.
1) Dünya Sosyal Forumu; neoliberalizme, sermayenin tahakkümüne, emperyalizmin her çeşidine karşı olan ve hem insanlararası, insanoğlu ile dünya arasında verimli ilişkilerin olduğu evrensel bir toplum inşa etmeyi amaçlayan grupların ve sivil toplum hareketlerinin, eleştirel düşünce, demokratik fikir tartışması, öneriler oluşturulması, serbest deneyim alışverişi ve ortak etkili faaliyetler kurgulanması amacıyla bağlantılar kurulması için açık bir buluşma yeridir.
Belediye yönetimini aldıkları günden itibaren “Katılımcı Bütçe” isimli yurttaş merkezli ve inisiyatifli bir politika izleyen ve bu sayede şimdilerde iktidara uzanan politik hareketin doğum öncesi çocuk gelişiminin reçetesini, oldukça ibret verici şekilde veren bu deneyim sadece liberal politikalara yönelik değil, merkeziyetçi ve bürokratik sosyalist modellemelere karşı da ciddi bir eleştiri oluyordu. Öyle ki 1996’da Birleşmiş Milletler’in İstanbul’da düzenlediği “Habitat Kongresinde”, tüm yerel yönetimlere örnek gösterilerek ödül bile alıyordu. Yani “başka türlü bir dünya mümkün/mü?” nün muhabbeti, bizzatihi bu konuda yürüyen pratiğin müsebbiblerinin kentinde yapılıyordu.
2004’ün ilk ayında, Hindistan’ın Mumbai kentinde dördüncüsü yapılacak olan Sosyal Forum sadece simgesel olarak değil, içeriksel olarak da son derece önemlidir. Üç senelik pratiğine bakıldığında, istikrarlı ve süreğen bir şekilde biriktirdiği deneyim ve birikim alışverişi sayesinde artık sadece alternatif küreselleşmenin değil, ulus-ötesi şirketlerin ve devletlerin bile görmezden gelemeyeceği bir pratiğe dönüştüğü ortadadır.
Forum sürecinin başlatılması ve organizasyonunun dışında ulusal/kıtasal ve de küresel muadilleri ile özellikle Avrupa’daki eylemler de sokağa damgasını vuran Le Monde Diplomatique okuru kökenli, şimdi 80’e yakın ülkede örgütlü olan ATTAC (Türkçe kısaltma haliyle; Yurttaşlara Yardım için Mali Hareketlerin Vergilendirilmesi) hareketinin hakkını vermek gerekir. Lakin bu sürecin en iyi sonuç ve modellemesi olarak alınabilecek bir teşkilattır, ATTAC. Kuruluş felsefesini, ilk dönemlerinde isminin içersindeki “T” harfini borçlu oldukları Nobel ekonomi ödüllü iktisatçı James Tobin’den (Tobin’in kendisini bile tedirgin eden) alan bu örgütün mücadelesi sonucunda, spekülatif sermayenin vergilendirilmesi düşüncesi başta Finlandiya (bu vergi konusunda ilk lehte görüş bildiren ülke) olmak üzere Fransa, İspanya ve Kanada’da siyasetinde önemli gündem maddesi olmuştur.
Diğer taraftan, savaş karşıtı hareketi, son derece kuvvetli network (ağ) ilişkileri ile, yerel hareketlilikler vesilesiyle nasıl tetiklediği de 2003’ün Mart’ında Irak savaşı öncesi/sırası ve sonrası tüm dünya sokaklarında ortaya çıkmıştır. Son olarak da, sanki tarihin bir garip tekerürrü gibi 1999’da Seattle’da yapılamayan Dünya Ticaret Örgütü toplantısı bu sefer 2003’ün Haziran’ında Meksika’nın Cancun şehrinde, heybetli ve inatçı sokak gösterilerinin ablukasında başını Brezilya ve Çin’in çektiği beklenmedik bir Üçüncü Dünya dayanışması vesilesiyle sabote ediliyordu. Ki DTÖ ve zenginler bloğu, böylesi bir şımarık örgütün, uzun zamandır alışık olmadığı tarzdan müteşekkil bir sonuçla karşı kalıyordu.
İşte tam bu nokta da, alternatif küreselleşmenin militan birlikteliğinin dayanışmasının vardığı noktada önemli katkısı olan, Dünya Sosyal Forumunun kendini tanımladığı ilkelere yeniden dönmekte fayda var.
14.) Dünya Sosyal Forumu; katılımcı örgüt ve hareketlerin eylemliliklerini yerel düzeyden ulusal düzeye çıkarmalarını, ve uluslararası katılım ve işbirliği yapmalarını destekler; katılımcıların, evrensel vatandaşlığın sorunlarına uzun-vadeli çözümler arayışında olmalarını ve eylemlerini bu istikamette planlamalarını teşvik eder. Forum; yardımlaşma (solidarity) temeline oturtulmuş yeni bir dünya inşa etmek amacıyla değişim-süreçleri başlatan katılımcı örgütlerin eylemlerini küresel gündeme oturtmaya çalışır.
Kıtasal Forumlar
Forum’un yönetimsel süreci de sadece senede bir kere düzenlenen bir toplantıdan ibaret değildir. Forumun bileşenleri, daha rahat ve istikrarlı bir şekilde araya gelecekleri ve kendi bölgelerindeki iktidarlar üzerinde daha ciddi baskı kurabilmelerinin aracı olarak “kıtasal forumları” adresler. Bu toplantılar, Dünya Soysal Forumuna hazırlık toplantılarının olmaları dışında, hem bölgesel hem de küresel politikalara kendi alanlarında daha istikrarlı, kuvvetli ve devamlı müdahale etmenin aracıdır. İlkin Belçika’da daha sonra Floransa’da, bu sene de Paris’te düzenlenen Avrupa Sosyal Forumları bu sürecin sonuçlarıdır. Öte yandan, Asya Sosyal Forumu, Latin Amerika Sosyal Forumu, Afrika Sosyal Forumu, Ortadoğu Sosyal Forumu, ve diğerleri de buna benzer yapılanmalar gösterir. Bu arada bunlarında gerisinde de bir süreç vardır ki, yolun bir diğer ucu olarak ülkesel forumlara kadar gider. Başta Dünya Sosyal Forumu olmak üzere, ne kıtasal forumlara ne de ülkesel forumlara önerilmiş, tavsiye edilmiş tepeden inme bir örgütlenme veya toplantı modeli yoktur. Tüm gruplar ve networklar tamamen kendilerini taşıyabilecek, en pratik modelleri kendileri belirlerler ve bu bir çok bölgede farklı olabilir. En basitinden, Brezilya Sosyal Forumu ile İspanya’daki Sosyal Forum modelleri birebir ayın yapılanmalar değildir. Görüldüğü üzere, simgesel anlamda çok da güçlü olsa, Dünya Sosyal Forumu yapısı ve ilkeleri itibariyle hiçbir gruba ve ağa mutlak bir çatı olmamakla beraber belirlemeci de değildir. Yerellik, enternasyonal boyutun en önemli ve olmazsa olmaz taşıyıcılarından biridir. Hiçbir örgüt, inisiyatif, grup veya oluşum yerel mücadeleleri olmadıkça Dünya Sosyal Forumununa taşıyacak ve diğer ülkelerin gruplarıyla ilişkiye girecek teorik birikim ve pratik deneyim toparlayamaz.
Kıssadan hisse; temsiliyet, aşağıdan yukarıya tamamen katılımcı süreçlerin sonunda fiziki ve maddi koşullarında yarattığı bir ortamda ortaya çıkan pratik bir sonuçtur. Dolayısıyla, Dünya Sosyal Forumunda, yerel grupların tüm bileşenlerini taşıyamadıkları bir ortamda, bu temsilcileri karar vermek zorunda bırakacak, diğer grupların etkileşiminden uzak herhangi bir oylama, sonuç bildirgesi veya deklarasyon süreci yaşanmaz.
6.) Dünya Sosyal Forumu toplantılarının amacı, tek bir söyleme indirgenmiş sonuçlar üretmeye yönelik değildir. Dolayısıyla, forumlarda, kimseye, katılımcıların tümüne ait olduğu ileri sürülen söylemler ifade etmesi için ve/veya katılımcıların tümünün adına konuşması için yetki verilmeyecektir. Katılımcılardan, herkesi ya da çoğunluğu bağlayacak öneriler ve/veya bildirgeler üzerine –oylama ya da alkış (acclamation) yoluyla- bir topluluk olarak karar almaları istenmeyecektir. Katılımcılardan, “Bir örgüt- Olarak- Forum”unu tutumunu belirleyen veya tanımlayan deklarasyonları ve/veya sonuç bildirgelerini oylamaları da istenmeyecektir. Dolayısıyla, Forum toplantıları, ne katılımcılar tarafından oluşturulabilecek bir iktidar yeridir (locus of power), ne de toplantılara katılan sivil toplum örgütleri ve hareketlerinin ilişkiler kurup harekete geçebilecekleri tek seçenek olmayı amaçlar.
Mevzu, alternatif küreselleşme hareketinin kısa ama güçlü tarihini özetlemek olduğu zaman, kelamı sınırlandırmak çok zor oluyor. Öte yandan, Immanuel Wallerstein’ın ve birçok aydın ve grubun özellikle 3. Dünya Sosyal Forumu sırasında/sonrasında artık ciddi ciddi ayyuka çıkmaya başlayan “(1) kapitalist dünya-ekonomi’nin yapısal olarak nereye gitmekte olduğunun ve doğal zayıflıklarının analizini yapmak (2) ”alternatif bir dünya düzeninin taslağını çizmeye başlamak” eleştirileri bir ölçüde haklı olsa da, “başka türlü bir dünya” projesinin biçimsel ve içeriksel anlamda geleneksel sosyal hareketlerden nasıl ayrıştığının analizini de yapmak tıpkı yukarıdaki maddeler kadar önemlidir. Keza, taslağın çizmenin kendisini adresleyecek mekanizmayı belirleme sürecinde, acaba 150 yıllık birikiminin tarihsel belirlemeciliğinden ne kadar kopabiliyoruz? Veya böylesi bir şey mümkün mü?
Öte yandan, şu anda küresel ölçekte vukuu bulan bu son derece çeşitli, katılımcı ve heterojen bu muhalefetin en önemli saiki, iktidar dolayısıyla devlet karşısında aldığı politik konumlanmadır. Bunun tam olarak ne olduğunu söylemek, alternatif küreselleşme hareketinin kalabalık ve zengin yapısına aykırı olacaktır. Ama ne olmadığını söylemek biraz daha kolaydır ve bunun için de tarihte kaybolmaya gerek yoktur.
Yukarıda bahsedilen muhalefetin, bir parçası olduğu halde, Yeni Sosyal hareketler paradigmasının, aslında ne kadar yeni olduğu ve de Geleneksel Sosyal hareketler paradigmasından nasıl ayrıştığı, son derece anlamlı ve provokatif bir tartışma olsa da, bu yazının konusu değildir.
Özetlersek, “şikayet-çıkar/örgüt ve eylem” üçgeninden hareketle Sosyal Forumun öncesi ve sonrası açıklamaya çalıştığım alternatif küreselleşme hareketi, yukarıda da belirttiğim üzere “Yeni Sosyal hareketler”in bir parçası olarak görülebilir. Öte yandan, yeni sosyal hareketlerin parçası olması vesilesiyle Gelenekten da tamamen kopuk değildir, ve göndermeyi hala o birikime yapmaktadır. Eylemcilerin yapılarına ve geleneği taşıma ve dönüştürme praktiklerine baktığımız zaman, kapsamlı ve düzgün bir tarihsellik içersinde en basit anlamında İktidara karşı ezilenlerin muhalefetinin, bir nevi akrabalık ilişkisinde aldığı yeni bir formdur. Ciddi bir farkla, iktidarı kendisini sorunun çözümüne adresleyen değil, sorunun kaynağına mıhlayan bir perspektif edinerek... Bu haliyle, toplumsal muhalefetin kamusal alandaki yeni hali iktidarı yıkmaktan ziyade onu görünür kılmaktır. Yeni sosyal hareketler teorisyenlerinden Alberto Melucci’den aktaracağımız şekliyle, “[Yeni sosyal hareketlerin en temel işlevi] Gücü görünür kılmaktadır. Gücün gittikçe anonim ve yansız olduğu, resmi prosedürlere gizlendiği sistemlerde gücü görünür hale getirmek önemli bir politik başarıdır. Kuralların müzakeresinin ve toplumsal kararların şeffaflaştırılmasının tek yolu budur.” (Melucci; 1999: 81-107)
Son söz yerine, durumdan vazife bir metaforla açıklamak gerekirse; “Geleneksel hareketleri” daha bir biçimli, homojen, sert “cam” maddesi ile özdeşleştirirsek, yeni sosyal hareketleri de geleneğin kırıldığı ölçüde, onun özünden doğan “kil”le açıklayabiliriz. Daha esnek, biçimsiz ve daha yumuşak. Darbeyle kırılan değil, eğilip, bükülerek, sürekli daha farklı şekiller alabilen, ve kolay kolay dağılmayan. Kil de sonradan kuruyunca sertleşir, denebilir. Bu da zaten toplumsal muhalefetin ve hepimizin önünde duran ve sormamız gereken en önemli sorulardan biridir.
Melucci, Alberto. 1999. “ Toplumsal Sahnenin Yeni Aktörleri: Yeni Sosyal Hareketler.” Kenan Çayır, der., Yeni Sosyal Hareketler: Teorik Açılımlar. İstanbul: Kaktüs Yayınları
(Gelecek dergisinin Ocak sayısında yayımlanmıştır.)