Teşkilat ve zihniyet

-
Aa
+
a
a
a

30 Mart 2011Taraf Gazetesi

Ergenekon operasyonları başladığından beri, iki boyutu bir arada ele almanın önemine vurgu yapmaya: Teşkilat ve zihniyet!

Ergenekon’un derin ve yaygın bir “teşkilat” olduğundan şüphem yok. Bu kanaat, sadece soruşturma ve yargılama sürecinde ortaya çıkan bilgi ve bulgulara dayanmıyor. Bu teşkilatın varlığı, bizatihi hayatın muhtelif alanlarında yeterince kanıtlanmıştır benim için. Bu “teşkilat”; hayatı ve adaleti tarumar etmek için her yola başvurabilen bir ölüm ve zulüm aygıtını simgeliyor benim gözümde.

Hiçbir teşkilat; belli bir zihniyete dayanmadan ve bu zihniyeti yerleştirmeden bu kadar büyük bir kudrete ulaşamaz; bu kadar uzun süre ayakta kalamaz. Zihniyet dediğimiz şeyin, siyasi programdan ve ideolojiden çok daha fazlasını ifade ettiğini, bilmem hatırlatmaya gerek var mı? 

Ergenekon teşkilatına can veren zihniyetin temelinde, siyasetin dost-düşman ayrımına dayandığı ve siyasal alanın bir savaş meydanı olduğu kabulü yatar. Bu zihniyete göre, savaşta düşmanı yok etmeye yarayan her yöntem mubahtır. Bunun için gerekirse suikastlar yapılabilir, katliamlar gerçekleştirilebilir, iç savaş çıkartılabilir. Geçmişte bunların örneklerini büyük acılarla yaşadık. Ergenekon sürecinde, bu yönde yeni planlar yapıldığını da dehşetle öğrendik.

Bu zihniyet, sadece bu tür caniyane yöntemlere başvurmayı meşru görmekle sınırlı değildir; “düşman” bellediklerini, başka yollarla da yok etmeye çalışır. Bu yollar arasında en revaçta olanı; hukukun bir yasaklar ve tuzaklar manzumesi olarak kurgulanması; bir tehdit, şantaj ve sindirme aracı olarak uygulanmasıdır. 12 Eylül Anayasası ve yasaları, hukukun bu şekilde kurgulanmasının “en parlak” örnekleridir. Terörle Mücadele Kanunu gibi metinler de, en etkili araçlar arasında yer alırlar.

Bu şekilde kurgulanan hukukun “teşkilat”ın amacına hizmet edebilmesi için, söz konusu “zihniyet”in yargı aygıtına hâkim kılınması şarttır. Türkiye’de yargı pratiğinin bu zihniyetin gerekleriyle ne kadar uyumlu olduğunu göstermek için fazla örneğe gerek var mı? Gerek var diyenlere, iki kaynak önermekle yetineceğim. Biri, benim Eylem Ümit Atılganla birlikte hazırladığım, 2009’da TESEV yayınlarından çıkan “Adalet biraz es geçiliyor…” – Demokratikleşme Sürecinde Hâkimler ve Savcılar başlıklı çalışma. Diğeri de, çok taze olduğu için, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun Orhan Pamuk davasıyla ilgili kararı.

Yargı aygıtı, başta polis ve jandarma olmak üzere güvenlik teşkilatının yönlendirmesi ve katkısı olmadan, bu zihniyet doğrultusunda etkili bir pratik yaratamaz. Hukuk ve siyaset tarihimizde, bunun mebzul miktarda örneği mevcut.

Bu uzun girişle gelmek istediğim nokta anlaşılmıştır sanırım; ben yine de – daha önce defalarca yazdığımı - açıkça söyleyeyim: Teşkilat ve zihniyet boyutları birbirlerinden koparılarak Ergenekon’la mücadele edilemez. Ergenekon denen beladan kurtulabilmek için, hem “teşkilatı” hem de onun dayandığı “zihniyeti” tasfiye etmek lazım.

Bir adım daha ileri gideyim: Ergenekon “teşkilat”ıyla mücadele, Ergenekon “zihniyet”inin unsurları kullanılarak başarıya ulaştırılamaz. Ergenekon zihniyetinin yöntemlerinden yararlanarak Ergenekon’un şimdiki teşkilatına ağır darbeler indirilebilir; ama bu tür teşkilatların yeşereceği zemin yok edilemez. Tam tersine, böyle bir “strateji”, Ergenekon zihniyetinin meşruluğunu katkı yapar, onu daha da güçlendirir.

Ahmet Şık’ın kitabına yönelik “operasyon”, kim ne derse desin, benim nazarımda bizatihi Ergenekon zihniyetini yansıtan bir yöntemdir. Polisin hazırladığı rapora, savcılığın inceleme tutanağına ve taleplerine, mahkemenin kararına ve gerekçesine baktığımda; demokratik hukuk devleti adına bugüne kadar savunduğum en aslî ilke ve değerlerin ayaklar altına alındığını ürpererek görüyorum.

Bu operasyonu, polisin çalışma tarzına ve soruşturma sürecine dair teknik ayrıntılarla makul gösterme çabalarında da; siyasal analiz adı altında bulmaca tekniğini çağrıştıran argüman oyunlarıyla meşrulaştırma teşebbüslerinde de hiçbir inandırıcılık görmüyorum.

Tamam, bu operasyonda bir terslik/hata var; ama şimdi çok sert tepki gösterirsek, Ergenekoncuların ekmeğine yağ süreriz” diye özetleyebileceği tutumu da üzüntüyle izliyorum. Bu tutum, Ergenekon sürecinin başlarında bir kısım sol çevrelerin yaklaşımını hatırlatıyor bana. Onlar da, aşağı yukarı şöyle diyorlardı: “Tamam, derin devlete de darbelere de karşıyız, ama şimdi Ergenekon operasyonunu açıkça desteklersek, AKP’nin ekmeğine yağ süreriz.

Elbette, Ergenekon teşkilatına destek verenler ve/veya bu zihniyete akraba olanlar, soruşturma ve yargılama sürecini baltalamak için hiçbir fırsatı kaçırmak istemezler. Her türlü araç gibi, hiç haz etmediklerini bildiğimiz “demokrasi, hukuk devleti, özgürlük” gibi değerleri de kullanacaklardır. Ancak bu gerçek; bu değerlere sahip çıkmakta tereddüt göstermek için bir gerekçe olamaz!

Ergenekon soruşturmaları, Türkiye’nin demokratik hukuk devleti ilkeleri temelinde yeniden yapılanması bakımından hayatî bir imkândır. Bu süreç, ancak bu hedef doğrultusunda ve bu hedefle uyumlu yöntemlerle yürütülürse, bu imkân fiiliyata dönüşebilir.