Sağlık hizmeti devletin yükümlülüğünde, doğuştan kazanılmış bir insan hakkıdır ve sosyal adalet anlayışı içinde eşitçe dağıtılmalıdır. İletişimin, eğitimin, hak arama bilincinin, yurttaş olma bilincinin yükselmesiyle beraber, ülkemizde de çok büyük paraların döndüğü sağlık sistemi sorgulanmaya başlanmıştır. Bu toplum, kendi sağlığı üzerinden birilerini zengin etmek gibi bir görevi olmadığını, sağlık hizmeti almanın bir hak olduğunu, toplumun tüm bireylerinin sosyal güvence altına alınması gerektiğini öğrenme ve bunu talep etme kültürünü zamanla oluşturmaktadır.
Sağlık üzerine yazı yazdığınızda, hele ki ezberleri bozduğunuzda en örgütlü mesleklerden biri olan hekimler mutlaka tepki gösterir. Okuduğu senelerin çokluğundan başlayıp, ne kadar kutsal bir meslek yaptıklarını, ne kadar az para kazandıklarını anlatırlar; neden takdir yerine eleştirildiklerini sorup dururlar. Mesleki alınganlık sendromunu aşabilenler, toplumun ve halkın yararına olan bir yeniliğe meslektaş koruyacağım diye karşı çıkmaz. Çalışma koşulları daha çağdaş hale getirilmiş, tüm sağlık çalışanlarının adilce ücretlendirildiği, toplumun sağlık hizmetinden insanca faydalanabildiği bir ülkede yaşama kaygınız varsa eğer atılan olumlu adımları desteklersiniz ve eleştirilerinizi doğru adreslere yaparsınız. Böyle kaygılarınız yoksa bencilce sözler edersiniz; maddi çıkarlarınızı kollarsınız.
AB ülkelerinden daha insanca, daha sosyal, daha eşitlikçi, daha nitelikli bir sağlık sistemi hedefiniz olmalı. Avrupa ülkelerinde doktorlar toplumsal bir işbölümü içinde ücret alıyorlar. Hastayla para alışverişleri yoktur ve bu ülkelerin pek çoğunda doktorların hastane dışında muayenehane çalıştırmaları veya bir başka yerde çalışmaları yasaktır. AB ülkelerinin kamu hastanelerinde görev yapan uzman hekimler, yaşadıkları ülkedeki asgari ücretin kaç katı maaş alıyorlar bakılsın, tüm ülkelerin oran ortalaması alınsın; ülkemizdeki kamuda çalışan (muayenehanesi olmadan döner sermaye alan) uzman hekimlere AB ortalaması 3 katıysa 6 katını verelim; 4 katıysa 8 katını verelim. Ülkelerin kamu çalışanlarına ödedikleri paraların reel değeri o paranın o ülkedeki satın alma gücüyle ilgilidir. O yüzden bu oranların aşırı yükselmesi ülke içi toplumsal adalete ters düşer. Şu an ülkemizde döner sermaye ile birlikte asgari ücretin 10 katını ve fazlasını alan pek çok uzman hekim var. Buna karşın maaşı döner sermaye ile birlikte 2500 TL. yi geçemeyen, üniversitede görev yapan yardımcı doçent hekimler var. Diğer sağlık çalışanları da dahil, daha adil bir ücrete yol alınsın, herkes daha fazla kazansın, yeter ki kalitesiz ve kötü sağlık hizmetinin gerekçesi “aldığımız para az” olmasın.
1930’lu yıllarda çıkan 1219 sayılı “Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun” hekimlere meslek ve sanatlarını serbest olarak uygulama hakkı vermiş, özel muayenehanesi dışında hekime evinde de hasta bakabilmesi hakkını vermiştir. Kamuda çalışan hekimlere muayenehane açma hakkının koşulları 2368 sayılı “Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanun” ile belirlenmiştir. Ancak Türkiye 1930’lu yılların, 1960’lı yılların, hatta 1980’li yılların Türkiye’si değildir. Kanunu da, uygulaması da geri kalmıştır; ilerleyen bir topluma ayak uydurmaktan uzaktır.
Kamuda çalışan hekimlerin özel muayenehane açmaları ya da eşanlı olarak başka bir kurumda çalışmalarının yasaklanması kademeli değil kesin olarak gerçekleşmelidir. Ülkemizde bu yasağın yaşama geçirilmemesi hasta hakları ihlalinin en önemli nedenlerinden birisini oluşturuyor. Aynı zamanda bu etik bir sorundur. Bıçak parası diye adlandırdığımız uygulamanın yaşama olanağı bulduğu sistem bu çoğul çalışma sistemidir. Bu durum adalet dağıtması gereken hakimin mesai saati dışında özel bürosunda hak arayan insanlardan para alması gibi bir şeydir.
17 Ekim Cumartesi günü sağlık çalışanları tam gün yasasına karşı miting yaptılar. Pek çoğu zaten tam gün çalışan ve daha az maaş alan sağlık çalışanlarının doktorların ticari muayenehanelerini neden savunduklarını anlamak mümkün değil. Halkın muayenehanelere gitme zorunluluğunu ve üniversitedeki hocaların mesleki icraları için halktan para almasını engelleyecek bir uygulamaya sivil toplum kuruluşları neden karşı çıkar? Sorun o değil, sağlık sistemi bozuluyor tepki bunadır, diye düşünülebilir. Oysa sağlık hizmeti ve sistemi mükemmeldi de birileri geldi bozdu bozuyor yaklaşımını halk hayretle izliyor; bu yüzden bazı sivil toplum örgütleri halka yabancılaşıyor. Aslında mesleki olarak üye olunması zorunlu kurumlar gerçek anlamda sivil toplum kuruluşu değildir. Zorunlulukla gönüllülük arasında çok büyük nitelik farkı vardır.
Adını doğru koyun sokaklara beraber çıkalım. İyi yapılanı savunuruz kötü yapılanı eleştiririz. Sağlığın tamamen ücretsiz olmasını, sağlığın sosyalizasyonunu, sağlık hizmeti üretiminde devletin güçlü olması gerektiğini savunan birisiyim; ama (maalesef) ülkemizde sağlığın finansmanında insanlar para öder. Toplumun bireyleri bu ücreti verdikleri sigorta primleriyle öder. Özel sağlık sigortalarına öder; ayrıca verdikleri doğrudan ve dolaylı vergilerle de sağlığın bedelini öder. Sosyal güvencesi olmayanların da ücretsiz sağlık hizmeti alabilmesi, doğrudan ve dolaylı ödenen vergilerle gerçekleştirilir. Doğrudan finansman yöntemi ile parasını ödeyerek sağlık hizmeti satın alanların oranı ne mutlu ki ülkemizde çok düşüktür. Ücretli çalışanlar, aileleri ve emekliler için zaten ödenmiş bir sağlık hizmetinin bedelini muayenehanelerde bir kere daha ödemeye zorlamak, hastalar için büyük bir hasta hakkı ihlalidir. Maliyet, kar-zarar hesapları kağıt üzerinde yapılır, sosyal devletin gereği kamu hastaneleri sağlık hizmeti sonucunda kar etmemeli, hatta zarar etmelidir. Devletin sağlık hizmeti kar amaçlı değil sosyal fayda amaçlıdır. Ne hastalar müşteridir ne de hastaneler işletmedir; bu çarpık bakış açısını da terk etmek gerekir. Sağlıktaki taşeronlaşma da büyük sosyal sorunları özünde taşımaktadır. Sağlık hizmetinin çıktısı parayla ölçülemez, sağlık sistemi piyasa ekonomisine bırakılamaz. Yoksa ne halk sağlığı kalır ne de koruyucu sağlık hizmeti. Devlet, sağlık hizmeti satın alan değil, üretip adaletli olarak dağıtan olmalıdır.
Tam Gün Yasası olarak bilinen Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun çok konuşuldu ama gene sessiz kalındı; geç kalındı. Bu kanun hızla yaşama geçirilmeli ve devlet hastanelerinde ve üniversitelerde çalışan hekimlerin hastalardan muayenehanelerde ya da kurum içinde para almaları durdurulmalıdır; bu toplum adına zorunluluktur.
Üniversitede kadrolu olduğu halde dışarıda iş yapan profesörler var. Üstelik maaşlarını devletin ödediği ekiplerini de götürüp özel hastanelerde ameliyat yapabiliyorlar. Ne zaman önemli bir ameliyat gerektiren bir hastalıkla üniversiteye gitseniz mutlaka özel bir hastanede o ameliyatın yapılması teklifi ile karşılaşırsınız. Ben defalarca şahit oldum ve çevremden defalarca duydum ama sorsanız kabul etmezler; yok öyle bir şey derler. Titri olan profesörler hastanedeyken para almadan hasta bakmıyorlar. Bu durumun sürüp gitmesinin topluma ve akademik eğitime ne gibi bir faydası olabilir; aksine zarar veriyor.
Dilerim artık ülkemde insanlar 2. basamak sağlık hizmeti almak için, muayene olmak için, yatmak için, ameliyat olmak için, görüntüleme hizmetlerinden yararlanmak için sosyal güvenceleri olduğu halde muayenehanelerde ve üniversitelerde para ödemekten kurtulurlar. 2. basamakta alınan katkı payı keyfi hastaneye gelişleri önlemede bir yararı olacaksa katlanılabilir. Bu keyfi gelişler döner sermayenin hoşuna gidiyor ancak gerçek hastaların hakkına da engel olmaktadır.
Daha neler yapılmalı: Döner sermaye yerine daha insanca bir ücret politikası uygulanmalıdır. Uzman olmuş bir doktorun kamu kurumunda hizmet verirken günde (yoğun poliklinik branşlarında) en fazla 20 hasta bakması gerekir. Bu rakam 10 ile 20 arasında gezinebilir. Hastaneleri mesken etmiş hasta olmayan insanlarla gerçek hastaları ayırt edebilmek gerekir. Bunun için 2. basamak hastanelere insanların elini kolunu sallayarak gelmeleri önlenmelidir, ancak ve ancak 1. basamaktan sevkle gerçek hastalar hastanelere gelmelidir. Döner sermaye olmazsa niceliği şişireceğim diye niteliği kaybetme tehlikesi de olmaz. Hem doktor insan gibi çalışır, hem de hasta insanca bir tedavi görür hizmet alır. Milyonlarca gereksiz reçete de ortadan kalkar devletin üstündeki ilaç yükü azalır.
Toplum erginleşmiştir ve yaşayarak neyin iyi neyin kötü olduğunu ayırt edecek olgunluğa gelmiştir. Muayenehanelerin kapatılacak olmasının, üniversitede çalışan öğretim görevlilerinin çalıştıkları kurumlarda eğitim, öğretim ve bilim üretmek zorunda olmasının toplum zararına olduğunu tam sayfa ilanla bağırsanız da toplumu çocuk gibi kandıramazsınız. Bir zamanlar çok şeye kanmış olmamız bundan sonra kanacak olduğumuz anlamına gelmez.