24/11/2002Radikal Gazetesi
Kolay değildir, insan hakları mücadelecisi olmak. Düşman olmayı, lanetli olmayı, bütün güvencelerden birer birer soyunmayı göze almak, insanın yakınlarına tavsiye edebileceği bir hayat tarzını işaret etmiyor elbet. Ama kimileri, nedendir bilinmez, kendilerine böyle bir hayat seçer. Kendilerini böyle oldurabilirler. Sabahtan akşama gerilimli bir vakanüvislik sürdürür; yazılması, söylenmesi yasaklanmış, görmezden gelinmesinde karar kılınmış vahşeti, zulmü kayda düşerler. Onlar, kimi korku filmlerinde, ardında bekleyen canavarı sezse de o karanlık kapıyı usulca aralamaktan kaçınmayan kahramanlara benzer. Ama onları yönlendiren, ket vuramadıkları merakları değil, sesini duyuramayan kurbana ses olma konusundaki kararlılıklarıdır.
Sevimsizdirler. Ağızlarını açtıklarında karanlıktan dem vururlar. Ellerinde kayıtlar, fotograflar; parçalanmış, elektrikle dağlanmış, çürütülmüş, yırtılmış bedenleri gösterirler. Çoğunluk bizi hiç ilgilendirmeyen hayatların uğradığı tecavüzleri ille de bize duyurmaya çalışırlar. İkide bir tutuklanırlar. Ellerinde kalabalıklara okumaya çalıştıkları raporlarla gözaltına alınırlar. Dayak yerler. Tehdit edilirler. Bu toplumun kurallarınca saygın işadamı-işkadını olmayı reddetmiş, her an polis takibi altında yaşayan, damgalı varoş sakinleri olarak kıyıda durmayı seçmişlerdir. Tuhaftırlar. Enerjileri had hudut bilmez. Çoğunluk uykusuz, kimileyin aç karnına, oradan oraya koştururlar. Basın toplantıları düzenlerler. İşkence mağdurlarına, tutuklu yakınlarına, kayıp analarına, türbanlı kızlara, düşünce 'suçlularına', travestilere, dayak yiyen kadınlara, hakkı çiğnenen işçilere; postalların, yumrukların, copların, küfürlerin menzilinde yaşayan herkese yetişmeye çalışırlar. Kapılarını, telefonlarını, kulaklarını gece gündüz açık tutarlar.
Tuhaf bir inatla, burada, yanı başımızda, itile kakıla, hiçbir yere kaçmadan, sırası geldiğinde aralarından birkaç kişiyi hapishanelere uğurlayarak, ama hiç ara vermeden o uğultulu yayınlarını sürdürürler. Solcu bir işkence mağdurunu savunurken bölücü örgüt üyesi, türbanlı kızın hakkını savunurken irticacı, travestiyi savunurken ahlâk düşmanı ilan edilirler. Bir yere kaçmazlar. Hep burada, inadına vahşetin menzilinde dikilirler.
Eren Keskin, bu tuhaf insanlardan biridir. Onu görmüş olabilirsiniz. hiç değilse bir fotografını. Aşağılayıcı bir gazete manşetinin hemen altında. Belki de karşılaşmışsınızdır. Bir mahkeme ya da cezaevi kapısında, Cumartesi annelerinin arasında. Ama çoğunluk polis kordonunun berisinde. Tam da orada.
* * *
İnsan Hakları Derneği, 12 Eylül karanlığına karşı 1986 yılında, sivil toplum mücadelesinin öncülüğünü üstlenerek kuruldu. Bütün dernekler kapatılmıştı, İHD kurulduğunda. Daha önce Uluslararası Af Örgütü, Helsinki Yurttaşlar Derneği gibi yabancı kökenli kuruluşlar, insan hakları ihlalleriyle ilgili kayıt düşüyordu. Ama İHD, bu alanda ilk yerli örgüttü. 12 Eylül uygulamaları, insan hakları mücadelesini iyice kışkırtıyordu. Selimiye'den Metris'e koşuşturan tutuklu yakınları, konuya duyarlı sanatçı ve aydınlar, ilk üyelerdi. Genel Başkan, Nevzat Helvacı'ydı. Mahmut Tali Öngören, Emil Galip Sandalcı, Yavuz Önen, Haldun Özen, Şaziment Şülekoğlu, Leman Fırtına, Melahat Sarptunalı, Vahide-Hasan Açan, Sacide Çekmeci, Murat Çelikkan, ilk elde akla gelen isimlerden. İHD'nin ilk büyük etkinliği, idam cezasına hayır ve ayrımsız genel af kampanyalarıydı. O günün şartları altında cezaevlerinin koşulları, ifade özgürlüğü ve işkence, Dernek yoğunlaşmasının ana eksenlerini oluşturuyordu. Dernek daha sonra çalışma yaşamından kaynaklanan sorunlardan cinsel ayrımcılığa, çevreden kadın sorunlarına kadar geniş bir alanı kucaklayacaktı. Olağanüstü Hal koşulları, Güneydoğu-Kürt meselesini, gözaltında kayıplar, açlık grevleri gibi sorunları gündemde tutuyordu. İnsan Hakları Derneği, bu alanlarda verdiği mücadele sonucu çoktan lanetli, çoktan vatan haini ilan edilmişti.
Ama her şeyden önce, hayatımıza 'insan hakları' tamlamasını armağan etmişti. Kimilerinin kirli bir istihzayla andığı, kimilerinin açıkça bölücülüğün fısıltısı olarak algıladığı bu kavram, zamanla hayatımızın orta yerine oturdu. İnsan olmanın, kendinin olduğu kadar ötekinin de temel haklarını korumaktan, savunmaktan geçtiğine inananlar çoğaldı. Zulmün adı kondu. İşkencenin adı kondu. İnsan Hakları militanı, denetçisi insanlar, kayıt düşme ve hesap sorma geleneğine bağlı kaldılar. İhlalcilerin başına bela oldular. Gözaltındakilerin kayıp edilmemesi, zulme uğramaması için kapılarda beklediler. İtilip kakılmayı göze alarak hayat bekçiliği yaptılar. Bu topluma başka bir hayatın mümkün olduğunu hissettirmek için nice zorluğu göze aldılar. Bu toplumun insanları, yıllarca her gün yeni bir hakkını öğrenerek insan olma mücadelesinde yol aldı.
Unutmayın. Henüz muktedirlerimiz Avrupa kapılarında titreşmiyor, insan haklarına palavra diyor, yiğitliğe vicdan sürdürmüyordu. Henüz dünyalı olmanın kapılarını aralayacak olan ülkünün, bu bir avuç 'münasebetsiz'in bekçiliğine soyunduğu insan hakları olduğu akla bile gelmiyordu.
* * *
Avukat Eren Keskin 90 yılından itibaren faal bir İnsan Hakları Derneği üyesi olarak çalıştı. 4 yıl, derneğin İstanbul şubesi başkanlığını üstlendi. Şu an Genel Başkan Yardımcısı.
Nice saldırılara uğradı, tehditler aldı. 1995'te 'Medya Güneşi' dergisiyle yaptığı röportaj nedeniyle yargılandı, hüküm giydi. Cezası ertelendi, üç yıl sonra da geçerliliğini yitirdi. DGM yargılanmalarını meşru kabul etmeyen Baro, Disiplin kovuşturması açmadı. Ama kararlı Savcılığın temyizi ve dayatması sonucu Keskin'e bir yıl avukatlıktan men edilme cezası çıktı.
Kimi insanlar hayatlarını ahlâki bir öneri gibi kurgular, öyle de yaşar.
Eren Keskin de günü dolar, avukatlığa döner nasılsa. Ama o, mutlaka bizi rahatsız etme, huzurumuzu kaçırma, bastırıp susturmaya çalıştığımız vicdanı kışkırtma görevini sürdürecek. Hakkı çiğnenen, hayatı paralanan, sözü ketlenenlerin yanında durmayı sürdürecek. Çünkü, bu göreve kendi kendini memur etti. Bu, hayatını saf vicdanın, saf adaletin peşine salmış tuhaf insanlara akıl erdirebildiğimizde, insanın yepyeni, olağanüstü bir tanımını yapabileceğiz. O tanıma yakışacağız.