Avraham Burg *6 Eylül 2003
Siyonist Devrim her zaman iki ana temele dayanmıştır: Adil yöntemler ve ahlâkî liderlik. Fakat artık bu ikisi de geçerliliğini yitirmiştir. Bugün İsrail milleti kaynağını zulüm ve adaletsizlikten alan yozlaşmış bir sisteme tâbidir. Bu yüzden de Siyonizm Hareketi'nin sonunun gelmesi çok yakındır. Büyük bir ihtimalle bizim neslimiz son Siyonist nesil olabilir. Hâlâ Ortadoğu'da bir İsrail devleti varolabilir, ama bu bir devlet olmaktan ziyade sıra dışı ve çirkin bir oluşum haline gelecektir.
İşçi Partisi milletvekili Avraham Burg | Rotamızı değiştirmek için çok olmasa da hâlâ zamanımız var. Gerek duyduğumuz şey yalnızca adil bir toplumu oluşturabilecek siyasi bir tutumdur. Ve bu sadece İsrail'in kendi bünyesinin yapabileceği bir şey değildir. Kimliklerini İsrail'le özdeşleştiren Diaspora Yahudileri de bu konuya önem vermeli ve görüş bildirmelidirler. Unutulmamalı ki eğer temel çökerse, ona dayanan tüm katlar da yerle bir olacaktır. Gerçekte bir muhalefet partisi mevcut değildir ve başında Ariel Şaron'un bulunduğu koalisyon hükümeti duruma tepkisiz kalmayı sürdürmektedir. Konuşmayı çok seven, böylesine geveze bir toplumda birdenbire herkes sağır ve dilsiz kesilmiştir. Çünkü artık söylenebilecek bir şey kalmamıştır. Gerçek tüm acımasızlığıyla karşımızdadır. |
Evet biz İsrailliler İbrani dilini canlandırdık, harika bir tiyatro kurduk ve güçlü bir milli paraya sahip olduk. Yahudi zihniyetimiz her zaman olduğu gibi canlı kaldı. Nasdaq'da ticaret yaptık. Fakat biz bu devleti bunları gerçekleştirmek için mi kurduk? Yahudi milleti iki bin yıl boyunca silah teknolojisinde öncü olmak, bilgisayar güvenlik programı geliştirmek ya da füze savunma sistemi kurmak için mi yaşamaya çalıştı? Bizim amacımız milletleri ışığımızla aydınlatmak olmalıydı, fakat bunu başaramadık.
Yahudi milletinin iki bin senedir süregelen yaşam mücadelesi, hem kendi milletlerine hem de düşmanlarına karşı sağır, ahlâken dejenere olmuş bir gurup kanunsuzun elinde, yerleşim yerlerinden müteşekkil bir devlete dönüştü. Adil olmayan bir devlet varlığını sürdüremez. Zaman ilerledikçe daha çok İsrailli bu gerçeğin farkına varıyor ve çocuklarına gelecek 25 sene içerisinde nerede yaşamak istediklerini soruyorlar. Ve çocuklar ailelerini şok eden gerçeği, nerede yaşamak istediklerini bilmediklerini söylüyorlar. Anlaşılan odur ki, İsrail toplumunun sonu için geriye sayım başlamıştır.
Bir Siyonist için Batı Şeria'daki, Beit El ve Ofra gibi yerlerde yaşamak, Tevrat'ta adı geçen yerlerin büyüleyici güzelliğini seyretmek çok hoştur. Pencerenizden işgal altındaki yerleri değil, sardunya ve begonyalarınızı görürsünüz. Kudüs'ün kuzeyinde Ramat'tan, güneyinde Gila'ya gitmeniz otobanı kullanırsanız sadece 12 dakikanızı alır. Aynı yere gitmek için birçok aşağılayıcı muameleye maruz kalan ve kendisine ayrılan yollarda saatlerce sürünen, hor görülen bir Arabı anlamanız ne kadar zordur? Bir yol işgal eden, bir yol da işgal edilen için!
Fakat Araplar utanç ve öfkelerini yutup, her şeye boyun eğseler de bu durum devam edemez. İnsanları aşağılayan bir sistem muhakkak ki çökecektir. İçinde bulunduğumuz anı unutmayın: Siyonizm'in üstyapısı şimdiden ucuz bir Kudüs düğün salonu gibi çökmeye başladı. Alt katta kolonlar yıkılırken hâlâ üst katta oynamaya ancak aklını kaçıranlar devam eder.
Filistinlilerin çocuklarını korumayı bırakan İsrail, nefretle büyümüş bu çocuklar birer canlı bomba haline geldiğinde şaşırmamalıdır. Bizim eğlendiğimiz yerlerde onlar kendilerini Allah'a adayarak yaşamlarına son veriyorlar, çünkü hayatları zaten acıyla yoğrulmuş bir halde. Lokantalarda yemeklerimiz kanlarına bulanıyor çünkü evlerinde aileleri ve çocukları aç ve aşağılanmış bir hayat yaşıyorlar.
Bizler bir gün içinde binlerce Filistinli elebaşını ve mühendisi öldürebiliriz ama bu hiçbir şeyi çözmez. Çünkü liderler, ahlakî yozlaşmanın ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü yerlerde, öfke ve nefret kuyularından, alt sınıflardan çıkarlar.
Eğer bu değişmez, kaçınılmaz ve dinen hüküm verilmiş bir durum olsaydı sessiz kalabilirdim. Fakat öyle değil ve değişebileceği için de ses çıkarmak ahlâken bir mecburiyettir.
Başbakanın insanlara söylemesi gereken şudur:
Artık yanılsamalar devri kapanmıştır. Karar verme zamanı gelmiştir. Bir zamanlar atalarımızın yaşadığı bu toprakları seviyoruz ve başka bir zaman olsa, burada sadece bizim yaşamamızı da isterdim, fakat bu olmayacak. Arapların da hayalleri ve istekleri var.
Ürdün ve Akdeniz arasında artık Yahudiler çoğunlukta değildir. Ve bu yüzden vatandaşlarım, bir bedel ödemeden her şeye sahip olmak mümkün değildir. Bir yandan Ortadoğu'da bizim tek demokratik devlet olduğumuzu söylerken, diğer yandan Filistinliler'i İsrail çizmeleri altında tutamayız. Bu ülkede yaşayan Araplar da Yahudilerle eşit haklara sahip olmadıkça gerçek bir demokrasiden söz edemeyiz. Dünyanın tek Yahudi devletinde insanî, ahlâkî ve Yahudice olmayan yöntemlerle Yahudi çoğunluğu ve sınırlarımızı koruyamayız.
Büyük İsrail Devleti mi istiyorsunuz? Sorun değil. Demokrasiyi terk edin. Palqilya Ghetto ve Gulg Jenin gibi, tecrid kampları ve hapishaneler kurun, ırkçılığı körükleyin.
Yahudi çoğunluk mu istiyorsunuz? Sorun değil. Ya tüm Arapları trenlere, otobüslere, develere ve eşeklere doldurarak kitleler halinde çöle sürün ya da hileye başvurmadan bizi onlardan tamamiyle ayırın. Bunun bir orta yolu yok. Tüm yerleşim yerlerini, kampları ortadan kaldırmalı ve Yahudiler ile Araplar arasında tüm milletlerce tanınan bir sınır belirlemeliyiz. Yahudi Geri Dönüş Yasası yalnız bizim sınırlarımız içinde işlemeli ve Filistinlilerinki de yalnız kendi sınırları içinde.
Demokrasi mi istiyorsunuz? Sorun değil. Ya büyük İsrail hayâlini son yerleşimine kadar terk edin ya da Araplar da dahil olmak üzere herkese tam vatandaşlık ve oy kullanma hakkı verin. Sonuçta, yanıbaşımızda bir Filistin devleti kurulmasını istemeyenler de seçim sandığında olacaklardır.
Tüm bunlar başbakanın bize söylemesi gerekenlerdir. O bize dürüstçe tüm seçenekleri sunmalıdır. Yahudi ırkçılığı ya da demokrasi. Tüm insanlar için ya ümit ya kamp hayat. Ya bariyerler, dikenli teller ve canlı bombalar ya da her iki devlet arasında herkesçe tanınmış bir sınır ve Kudüs'te paylaşılmış bir başkent.
Fakat Kudüs'te bir başbakan yok. Siyonizmi içten kemiren virüs, başa da sıçramış durumdadır. David Ben-Gurion hatalar yapmasına rağmen, bir ok gibi dimdik kaldı, yolundan sapmadı. Menachem Begin hatalı olsa da kimse onu yargılamadı. İki hafta önce yayınlanan anketler gösteriyor ki halk siyasi liderliğe güvense de kişisel olarak Ariel Şaron'a olan güvenini kaybetmiştir. Diğer bir deyişle, İsrail'in şu anki başbakanının başı her açıdan beladadır. Barışı hiçe sayan, işgali mübah gören zalim bir tavır, şüpheli ahlâkî değerleri ve kanunu çiğnemesiyle bütünleşmiştir. Bu bizim milletimiz ve saydıklarım da liderlerimizdir. Siyonizmin sonunun gelmesi kaçınılmazdır.
Niçin muhalefet bu kadar sessiz? Belki yaz olduğu için, belki yorgun olduğundan ya da kim bilir içimizi kemiren bu hastalığa rağmen, iktidarda yer almak istediğinden. Fakat onlar tereddüt ederken, iyiliğin gücü de ümidini kaybediyor.
Artık net tercihler yapmanın zamanı gelmiştir. Kesin yargılarda bulunanlar aslında çöküşle işbirliği içindedirler. Bu Likud Partisi ile İşçi Partisi arasında, sağ ile sol arasında bir seçim değildir; doğru ile yanlış, kabul edilebilir olanla kabul edilemez arasında olan bir seçimdir. Kanunu çiğneyenlere karşı sahiplenenlerin seçimidir. Gerekli olan Şaron'a alternatif bir hükümet kurmak değil, Siyonizmin yok oluşuna karşı sağır-dilsiz ve duyarsız olanlara karşı ümit olabilecek, yeni bir vizyona sahip çözümler bulabilmektir.
İsrail'in yurtdışındaki dostları da, Yahudi olsun olmasın, başkanlar ve başbakanlar, din adamları ve sıradan insanlar da seçimlerini iyi yapmalılar. Milletlerin üzerine ışık olmamız, barış adalet ve eşitliğe dayalı bir toplum olmamız için onlar da ellerini uzatmalılar ve yolumuzu hep beraber belirlemeliyiz.
* Yazar 1999-2003 yılları arasında İsrail Parlamentosu sözcülüğü yapmıştır. Halen bir İşçi Partisi milletvekilidir. Detaylı bilgi için tıklatın.
(Türkçesi www.hisargazetesi.com 'da yayımlanmıştır.Çeviren: Nilufer Tunalı)