11 Haziran 2006Radikal Gazetesi
Tarihte toplumsal yaptırımlar ile bireysel başkaldırılar arasındaki dinamiğin kökleri çok eskilere gidiyor. Antik Yunan'a dair metinlerde bireysel başkaldırı, cesareti, kahramanlığı simgeleyen bir olgu olarak karşımıza çıkar. Homer'in Truva Savaşı'nı tasvir ederken sözünü ettiği Achilles ve Hector arasındaki "düello", bireysel başkaldırı ile vatanseverliğin yaptırımları arasındaki gerilimin en önemli sembollerinden biridir. Günümüzde de demokratikleşme tartışmaları, eninde sonunda, yönetime dair yerleşmiş kalıpların sorgulanmasına varıyor. Bireysel başkaldırı, bazen, asker veya sivil ölümlerinin ülkenin güvenliği için gerekli olduğu tezine karşı çıkmak şeklinde yaşanabiliyor. İnsanların farklı olanı dışlamasının alışılmış durum olarak algılandığı yerlerde de, bireysel başkaldırı bu durumu sorgulamaya dair bir olgu olarak ortaya çıkıyor. Bireysel başkaldırının en etkileyici tasvirlerinden biri Sofokles'in 'Antigone'sinde yer alır (M.Ö. 441). Kreon'un kışkırtması ile çıkan bir iç savaş sonrası, Antigone'nin iki erkek kardeşi birbirlerini öldürürler. Bunun sonucunda tahtı ele geçiren Kral Kreon, kardeşlerden birini hain ilan eder ve onun usulü ile gömülmesini yasaklar. İç savaşın çıkış dinamiklerini tahlil eden Antigone, ortada ahlaki olmayan bir durum olduğuna ikna olur. Kardeşinin usulünce gömülmesi, insan onuru açısından bakıldığında son derece doğal bir haktır. Nasıl olur da yasalar, insan onuru ile bağdaşmayan bir duruma temel teşkil ederler? Antigone, Kral Kreon'a isyan eder. Onunki, öyle neye olduğu belli olmayan, anarşist bir isyan değildir. Kral Kreon ile girdiği diyalogda, insan onuru, hak, ahlak gibi temellerden hareket ederek, varolan yasal düzenlemelerin temelini sorgular. Kreon'un birisini hain ilan etmesindeki kolaylık ve yasaların da hain ilan edilenlere dair yaptırımları insan aklının savunabileceği olgular değildir. Antigone aklın, sorgulamanın ve bunların temelinde de başkaldırının sembolü olur. Ancak aklın sorgulamaya varmasının temelinde cesaret vardır. Antigone her şeyden önce cesurdur. Akıl ile şekillenen bir cesareti vardır. Kısacası sadece akıl yürütmek ya da sadece cesaret değil, bu ikisinin birlikteliği önemlidir. İnsanlık tarihinde, daha insanca yaşamaya yönelik düzenlemeleri, akıl ve cesaretin birlikteliği ortaya çıkarmıştır. Antigone, aklının almadığı, aklına uyduramadığı bir yasaya isyan etme cesaretini gösterirken, "sivil itaatsizlik" adı verilen başkaldırma hakkının da en eski savunularından birini yapar. Günümüzde de bunun örnekleri var. Örneğin, oğlunu Irak'ta savaşta kaybeden Amerikalı bir anne, "Bir oğlum daha olsa onu da veririm" demek yerine, savaşın meşruiyetini sorgulamaya başlamış ve bir noktada Başkan Bush'un çiftliğinin önüne kamp kurarak, ABD'deki savaş karşıtı hareketin sembolü, Antigone'si olmuştur. Türkiye'de askerlik yapmayı vicdani gerekçeler ile yıllardır reddetmekte olan Mehmet Tarhan da sivil itaatsizlik hakkını kullanmaya çalışıyor. Ancak ne onun ne de ona bu konuda destek verenlerin başı beladan kurtulamıyor. Son olarak yazar Perihan Mağden'in, Mehmet Tarhan'ın vicdani red kararını desteklediği yazısı yüzünden hapis cezası istemiyle yargılanması gündeme geldi.
Devrimci dil Şahika Tekand'ın yazıp yönettiği ve Studio Oyuncuları'nın sahnelediği 'Euridike'nin Çığlığı'nı geçtiğimiz hafta, Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi'nde izledim. Oyunun sahneye konuluşunun bizatihi kendisi bir "sivil itaatsizlik" örneği idi. Oyunun sahneye konuluşu ile oyunun öyküsü arasındaki bağlantı son derece çarpıcıydı. Akıl ve cesaret temelli bir başkaldırı, yine akıl ve cesaretten beslenen bir biçimle anlatılıyordu. Oyunun bir dili var ise eğer, Studio Oyuncuları son derece devrimci bir dil ile konuşuyordu. Hem söyledikleri şeyler devrimciydi hem de söylerken kullandıkları dil devrimciydi. Adeta kalıpları sorgulamak 'Euridike'nin Çığlığı'nı izleyen herkesin hücrelerine işliyordu. Ama öyle düşünmeden yapılan, neye karşı olduğu belirsiz bir başkaldırı değildi izlediğimiz. Sahnedeki başkaldırıya akıl yürütmek eşlik ediyordu. O akşam sahnedeki oyuncular hiçbir şey söylemeseler de, oyunun sahneleniş biçimi ile akıl yürütüyor ve başkaldırıyorlardı zaten. Ancak işte bu noktada durmuyorlar, sahnede, son derece etkileyici bir ışık ritmiyle konuşuyorlardı. Hareket, ritm ve dilin dansı son derece etkileyiciydi. Zaten bu yüzden, Studio Oyuncuları'nın bu oyunu önceleyen, Şahika Tekand'ın yazıp yönettiği 'Oidipus Nerede' ve 'Oidipus Sürgünde' adlı oyunlar ile katıldıkları uluslararası festivallerde son derece başarılı olduklarını öğrendiğimde şaşırmadım. 'Euridike'nin Çığlığı'nda oyuncular evrensel bir dil ile konuşuyorlardı. İstanbul'dan sonra, Ağustos ayında bu oyunu Japonya'da sahnelemeye hazırlanıyorlar.
Hoşgörü yeter mi? Antigone, Kreon ile konuşurken günümüzün demokrasi sorunsalından hareketle akıl yürütüyor ve örneğin o ışık hızıyla önünüzden geçen diyalogların içinde "farklılık" gibi olgulara gönderme yapıyordu. Antigone'ye, yukarıdan bir lütuf gibi sunulan "hoşgörü" yetmiyordu. Günümüzde de hoşgörü, demokratik ilişkileri mümkün kılan bir özellik olarak yetersiz kalıyor. Çünkü hoşgören taraf, hoşgörüleni tanımaya, anlamaya çalışmıyor. Oysa, demokratik ilişkiler bir adım öteye gitmeyi ve "farklı" olanla karşılıklı saygıya dayanan bir ilişki içinde olmayı gerektiriyor. Karşılıklı saygı, biraz da kendini farklı olanın yerine koymaya çalışmayı gerektiriyor. Ortada bir anlaşmazlık var ise buna farklı olanın gözleri ile bakabilmeye işaret ediyor. Farklı olanı değiştirmeye çalışmamak için hoşgörü gerekli, ancak onu anlamak ve iletişim içinde olabilmek için hoşgörüyü, karşılıklı saygı ile tamamlamak gerekiyor. Oyun, sessizliğin sembolü olan Euridike'nin Antigone'ye sesli bir şekilde destek vermesi noktasına geldiğinde, artık Antigone'in başkaldırısının bireysel bir olgu olmaktan çıktığını anlıyoruz. Zaten sivil itaatsizlik de son kertede bireysel bir olgu olarak başlasa bile toplumsallaşmaya adaydır. Sivil itaatsizlik denilince ilk akla gelen isim olan, bu konudaki kitapların en önemlilerinden birinin yazarı, Amerikalı düşünür Henry David Thoreau da (1817-1862), başkaldırısını bireysel bir olgu olarak (Köleliğe ve ABD-Meksika savaşına karşı çıkıp bu savaşa giren devletine vergi vermeyi reddedip Walden gölünde tek başına "kasten yaşayarak") gündeme getirmişti. Bu nedenle hapse atıldığında kendisini ziyarete gelen Ralph Waldo Emerson'a söylediği "Waldo, sen neden burada değilsin?" cümlesi, sivil itaatsizlik olgusunun sadece bireysel bir başkaldırı olmadığının da sembolü gibidir. 'Euridike'nin Çığlığı' akıl yürütülerek sahneye konulmuş, başkaldırıya dair bir tragedya. Hem öykünün her hücresinden cesaret fışkırıyor hem de oyunun sahneye konuluş biçiminden... Bu ikisinin birlikteliği ise olsa olsa yapılan işe duyulan bir aşk ile biraraya gelebilir. Şahika Tekand'ın ve Studio Oyuncuları'nın yaptıkları işe duydukları aşkı sahnede izlemek çok güzeldi. Antigone'in kişiliğinde simgeleşen akıl ve cesarete benzer duygular ile sahnelenen bu oyun, etkin vatandaşlığın, kenara çekilip, susup oturmamanın, aklın almayacağı yasalara başkaldırmanın haklılığının altını çiziyordu. Bir kez daha, bireysel vicdanın kamu otoritesine terk edilemeyecek kadar değerli olduğunu hatırladım. İnsan son kertede, putların ya da putlaşmış imgelerin değil, bireysel vicdan özgürlüğünü savunmak uğruna kendisini tehlikeye atan, Antigone gibilerin önünde saygıyla eğilebildiği ya da onları ayakta alkışlayabildiği için insandır.