Yusuf Atılgan, kült romanı ‘Aylak Adam’da, ‘çağımıza özgü sinemadan çıkmış insan’ diye adlandırdığı kısa ömürlü bir insan türünden bahseder. İnsanlarla barışık, salt kendi çıkarlarını düşünmeyen, büyük işler yapacağı düşünülen biridir ona göre sinemadan çıkmış insan. Kocaman sinemalar yapmalı der, herkesi bu sinemalara sokmalı, iyi bir film görmelerini sağlamalı ve sonra da hepsini sokağa salmalı. Ancak o zaman hayatın daha güzel, dünyanın daha yaşanır bir yer olacağından dem vurur yazar. Lübnan’da Atılgan gibi düşünen bir avuç insan, yok eden, hiçleştiren savaşa, sinemayla meydan okuyor. Bitap başkent Beyrut’ta tüm imkânsızlıklara rağmen 16 Eylül günü başlayan Beyrut Sinema Günleri (Ayam Beirut al-Cinema’iya), Beyrutluların bir kez daha yaşama inanmasını sağlıyor.
İsrail bombardımanının başlamasından bir gün önce Arap dünyasının kültürel anlamda en hareketli şehirlerinden biri olan Beyrut’ta sinemaseverler, yıllardır hasretini çektikleri, şehrin ilk art house sinema salonuna kavuşmuş. Metropolis Sineması’nın kurdelesi kesilip gösterimlerin başlaması üzerinden sadece bir gün geçmiş ki, Beyrutlular yıllardır yakalarını bir türlü bırakmayan savaşla uyanmışlar güne bir kez daha. Şehirleri yine bombalanıyormuş. Savaşı yazgıları saydıklarından; kaderciliklerinden değil, savaşı hiçe saymak için, bombardımana rağmen yeni açılan sinemaya gitmeye devam etmişler. Şehrin en hızlı gelişen ve en hareketli bölgesi olan Hamra’daki sinemanın kurucusu, aynı zamanda Beyrut Sinema Günleri’nin de yöneticisi olan Hania Mroue, BBC’ye verdiği röportajda savaşın ilk üç günü Beyrutluların inatla sinemaya gelmeye devam ettiklerini, bunu neden ve nasıl yapabildiklerini bilmediğini ama halkın savaşa direnişinin kendisini çok etkilediğini söylüyor. Savaş boyunca açık kalan Metropolis Sineması, mültecilere sığınak görevi de üstlenmiş. Ama film gösterimleri ve atölye çalışmaları da bir yandan devam etmiş. Bombardıman altında sinemaya gitmeye devam eden halk, ilerleyen günlerde şehirlerinde düzenlenecek sinema festivalinin iptal edileceğine kesin gözüyle bakıyormuş. Savaşın ne zaman biteceğini, tekrar ‘normal’ hayatlarına ne zaman döneceklerini bilmiyormuş hiç kimse. Altı ay öncesinden festivalin hazırlıklarına başlayan festival komitesi de ne yapacağını bilmez bir haldeyken, ellerine ulaşan bir mektup onları çok etkilemiş. Mektup, temmuz ayında düzenlenen Arap Sineması Bienali’ne katılan sinemacılardan geliyormuş. Bir çağrıymış bu; “tüm tehlikelere ve imkânsızlıklara rağmen vazgeçmeyin, festivali düzenleyin” çağrısı. Kısa süre sonra Lübnan’da ve ülke dışında yaşayan Lübnanlı sinemacılar “video-mektup”larla bir kampanya başlatmışlar. Kısa filmlerden oluşan bu 20 “video-mektup”tan birinde imzası olan Bassam Fayyad, BBC muhabirine verdiği röportajda; “Bu festivalin dünyaya Beyrut’un hâlâ ürettiğini göstermesini istiyorum. Görünen o ki burada savaşlar bitmeyecek. Çünkü biz dünyanın şiddet kullanarak yeniden şekillendirilmek istenen bir bölgesinde yaşıyoruz. Önemli olan, maruz kaldığımız şiddete rağmen neler yapabildiğimizdir” diyor. Al – Arabiya haber kanalında belgesel yönetmeni olarak çalışan Fayyad, kentin büyük kısmı viran olsa da hâlâ ayakta olduğunu ve yeniden hayata döndüğünü de ekliyor sözlerine.
Sinemacıların bu çağrısına, festivalden vazgeçmemek için direnen festival komitesi de büyük bir heyecanla yanıt vermiş. Festivalin sanat yönetmeni Eliane Raheb, hemen harekete geçerek daha önce davetiye yolladıkları tüm konuklara festivalin bir kültür direnişi olarak yapılacağını, iptal edilmesinin söz konusu olmadığını duyurmuş. “Havaalanı yoktu, sadece bir kaç uçak inip kalkıyordu. Buna rağmen yılmadık, filmlerimiz de geldi, sadece iki kişi de olsalar, konuklarımız da geldiler” diyor. Raheb’in kendisi de bir yönetmen ve halen Lübnan’ın savaş dolu geçmişini anlatan bir belgesel üzerinde çalışıyor.
1999 yılında bir grup sinemacının ve sanatseverin bağımsız Arap sinemasını desteklemek amacıyla kurduğu Beirut Development and Cinema (Beirut DC – Beyrut Gelişim ve Sinema) adlı inisiyatifin 2001 yılından beri, kesintilere uğrasa da sürdürdüğü Beyrut Sinema Günleri’nin bu yılki programında ülkedeki şartlar nedeniyle elbette ki tasarrufa gidilmiş. Daha önce 100 olarak belirlenen film sayısı, kırka düşürülmüş. Beyrut Sinema Günleri dört ana bölümden oluşuyor: Filmler, kısa filmler (bunlara animasyonlar da dahil) ve ‘Arap Dünyasına Dışarıdan Bir Bakış’ bölümü. Pek çok söyleşinin ve panelin de gerçekleşeceği festivalde gösterilecek filmler arasında adından en çok söz edileni festivalin açılış filmi olan ve dünya prömiyeri burada gerçekleştirilen Lübnanlı yönetmen Michel Kammoun’un ‘Falafel’i. Bu yılki Sundance Festivali’nde James Longley’nin, kendisine En İyi Yönetmen Ödülü’nü getiren ‘Iraq in Fragments’ (Irak Paramparça) adlı filmi, geçen ay İtalya’daki Locarno Film Festivali’nde büyük ilgi gören Ghassan Salhab'ın ‘The Last Man’i (Son Adam) programda öne çıkan filmlerden sadece birkaçı.
Dördüncü Beyrut Sinema Günleri, 24 Eylül akşamı Rima Khcheich’in ‘If Only You Could Tell My Loved Ones’ adlı sinema klasiklerinden şarkıların yer aldığı konseriyle sona erecek.
Lübnan’da yayınlanan The Daily Star gazetesindeki habere göre, 34 gün süren savaş Beyrutluların sinema sevgisini yok edememiş. Festivale ilgi tahmin edilen de fazla. Bir zamanlar ünü arş-ı-âlâya çıkan bu şehrin direnen festivali hakkında detaylı bilgi edinmek isterseniz http://www.beirutdc.org/ adresini ziyaret edebilirsiniz.