12 Kasım 2006Radikal 2
Daniel Ortega, Pazar günkü seçimlerle 16 yıl sonra tekrar başkanlık koltuğuna oturdu. 1979'daki devrimde Ortega'ya karşı sağcı Kontraları silahlandıran ABD'nin tüm endişelerine rağmen... 1979'da devrime katkıda bulunmak için ülkeye uçan Britanyalı Andrew Anthony de yıllar sonra döndüğü Nikaragua'yı ve Sandinista hareketininin dününü, bugününü anlatıyor. 1980'lerde, Margaret Thatcher Britanyasında sanki tarih, Marx'a ihanet edip kendini tekrarlıyormuş, absürd 1930'lar geri gelmiş gibiydi. İşsizlik, genel grevler ve işçilerle polis arasındaki savaş had safhadaydı. Çok gerilerde kalmış sınıf çatışmasıyla şekillenen bu tuhaf retro dünyada İspanyol İç Savaşı'nın versiyonu bile vardı. Bu savaş uzakta, Nikaragua'da gerçekleşiyordu. 1979'da Sandinistaların başlattığı bir devrim, Somoza iktidarını devirince, o zamana değin sadece Bianca Jagger'ın doğum yeri olarak bilinen bu ülke, radikal modanın zirvesine yerleşti. Ülkenin bu yeni statüsünü teyit edercesine, Clash dördüncü albümlerine 'Sandinista!.' ismini verdi. Ronald Reagan yönetimi, Nikaragua'ya ambargo uygulama kararı alınca Julie Christie ve Salman Rüştü gibi isimler Sandinista mücadelesine destek verdi, yardım toplamak için konserler ve gösteriler düzenlendi. Yüzlerce Britanyalı gönüllü, yardım için Orta Amerika'ya uçtu. Bunlardan biri de bendim. 19 yıl önce Matagalpan dağlarında altı haftalığına kahve işçiliği yaptım. Sonrasında da altı ay boyunca El Salvador'dan gelen mültecilere destek projesinde çalıştım. İngiltere'ye döndükten kısa bir süre sonra savaş sona erdi, 1990'da Sandinistalar seçimi kaybetti, Nikaragua da manşetlerden düştü. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra sol devrimler kısa bir sürede demode oldu.
Nikaragua'ya dönüş 19 gün önce başkanlık seçiminin tam ortasında Nikaragua'ya geri döndüm. 20 yıl arayla yaptığım iki ziyaret arasındaki fark, şaşırtıcı. İlkinde Kosta Rika'dan içi insan ve hayvan dolu bir okul otobüsüne binip gelmiştim. Şehir günlerce süren elektrik kesintisinden silme karanlıktaydı. Önce 1972 depremi sonra da Somoza'nın hava gücüyle yıkılmış şehir, nükleer savaştan çıkmış Los Angeles gibiydi. Üç hafta önceki ziyaretimde Augusto Sandino Havaalanı'na indim. Eski terminalin duvarları siyasi sloganlarla ve duvar resimleriyle doluydu. Yenisi ise çelik ve camdan yapılmış, havalandırmalı, zarif kafe ve butiklerle bezeli. Havaalanında şoför tarafından karşılanıp lüks restoranı, spor salonu ve yüzme havuzu olan yeni ve şık bir otele götürüldüm. Ama bu yeni ve parlak zenginlik, şehrin gecekondu mahallelerini gizleyemiyor. Ne var ki Latin Amerika şehirlerinin büyük bir çoğunluğunun aksine Managua'da suç oranı düşük. Kaçırılma olayları yok, araba hırsızlığı vakalarına rastlanmıyor, sokaklar göreceli olarak daha güvenilir ve çoğu silahsız polis gücünün büyük kısmı yolsuzluktan nasiplenmemiş. Konuştuğumuz Managualılar bu disiplini, Sandinistaların mirasına bağlıyor. Ama sosyal uçurum bu şekilde devam ederse kanun ve düzenin de yıkılacağından endişeliler.
Bitmez çile 1988'de benim ve katıldığım kahve 'tugayı'ndakilerin düşüncesi, mecburi askerliğin yarattığı işgücü boşluğunu kapatmaktı. Campesino denen tarım işçisinin zor hayatı savaşla daha da zorlaşmıştı. Çocukların karnı, kötü beslenmeden ve parazitler yüzünden şişmişti. Kadınlar da, erkekler de haftada altı gün ağır koşullarda çalışıyor, erkekler cumartesi gecesi romla sarhoş olup pazarları da sızarak geçiriyordu. İşin aslı, yaşadıklarımızın campesino'larla pek alakası yoktu. Onlar, sadece devrimin başarısının ve zaferlerinin okunabileceği şifrelerdi. Birçoğumuz da onları canla başla çalışan Sandinista olarak görüyorduk. (Tabii ki, sonradan Ken Loach'un senaristliğini yapacak CIA-Kontra bağlantısını araştıran insan hakları avukatı Paul Laverty gibi, olayla doğrudan bağlantılı Avrupalılar da vardı.) 1990'daki şaşırtıcı seçim sonuçları tarım işçilerinin, Cephe propagandasında yer aldığı gibi, sadık Sandanistler olmadığını gösterdi. Mecburi askerlikten çoğuna gına gelmişti. Büyük bir kısmı toprak dağıtımından yararlansa da yetiştirdiklerine ve sattıklarına Sandinistaların karışmasından hoşlanmıyordu. Ne var ki Sandinistilar iktidardan düşünce çiftçiliğe yapılan yatırımlar da durdu. Bugünün ekonomik atmosferinde yeni bir cip almak, hatta bir striptiz kulübü açmak için bir günde kredi alabilirsiniz. Ama bir sığır sürüsü için bankadan para alamazsınız.
Sandinistalar sarı pembe Sandinistalar, bir koalisyon cephesi olarak ortaya çıktı ve diğer 20. yüzyıl devrimlerinin aksine hiçbir zaman tek kişilik külte dönüşmedi. Ama şimdi Managua'nın her tarafı lider Ortega'nın afişleriyle dolu. Sandinistaların eski devrim renkleri siyah ve kırmızı, yerini pembeyle sarıya bırakmış. Kampanyanın yeni şarkısı John Lennon'ın 'Give Peace a Chance'inin İspanyolca rap versiyonu. Ve yakın bir zamanda kürtajın yasaklanmasından yana oy kullanan 'Marksist-Lennonist' Ortega, Katolik Kilisesi'ne daha yakın durmaya, konuşmalarında Tanrı'ya yer vermeye dikkat etmeye başladı. Bu imaj yenileme işinden Ortega'nın karısı Rosario Murillo sorumlu tutuluyor. Nikaragualılar ona argoda 'cadı' anlamına gelen 'La Chamuca' adını takmışlar. Sanki kocasına bir büyü yapmış gibi. Gözlemciler, Murillo'nun Ortega üzerindeki etkisinin 1988'de artmaya başladığını söylüyor. O yıl Ortega, üvey kızı tarafından cinsel taciz ve tecavüzle suçlanmıştı. Kızına karşı kocasının tarafını tuttuğundan beri Murillo'nun politik etkisi arttı. Aslında Ortega yıllar içinde ne kadar güvenilmez bir insan olduğunu gösterdi. İktidarları sona erdiği sırada ileri gelen Sanidinistlerin büyük bir kısmı (Ortega da dahil omak üzere) istimlak edilmiş mülklere el koydu. Kontra yanlısı Jamie 'Baba' Morales Carazo, şimdi Ortega'nın yardımcısı. Ne var ki çocuk tacizi suçlamalarına, kişisel servetindeki artışa ve sağla yaptığı işbirliğine rağmen Ortega uzun süre popülerliğini korudu. Ama Sandinistaların büyük bir kısmı Ortega'dan yaka silkti. Ortega'nın politikada etkisinin hâlâ sürmesinin sebebini sorduğum Sandinista Yenileme Partisi Lideri Edmundo Jarquin, derin bir nefes alıyor. "Bence bu, Güney Amerika politik hayatında çok sözü edilen ama hiç açıklanmayan fenomenlerde biri: 'El caudillo' (güçlü adam). Bana göre Ortega, demogog bir caudillo. Popülist bir retoriği var ama eşitsizlik politikalarını destekliyor". Jarquin, Sandinistaların her zaman birbiriyle mücadele eden iki eğilimden oluştuğunu öne sürüyor, sosyal demokratlar ve otorite yanlıları... Bunları biraraya getiren ise ikisinin de Kontralara ve ABD saldırganlığına karşı ortak mücadeleleri. Jarquin, Ortega'nın da yıllar içinde bir otokrat haline geldiği görüşünde. Ortega'nın ilk yılları, Woody Allen'ın Latin Amerika devrimlerini hicvettiği 'Bananas'taki halini anımsatıyor. ABD müdahaleleri bir taraftan, Latin Amerika otoriteryenliği diğer taraftan, Nikaragua'nın yıllardır içinde bulunduğu durum bu. Nikaragua'yı terk etmeden önce son olarak bir başka başkan adayını, bir zamanlar Sandinista kahramanıyken, Ortega'nın Küba ve Sovyetler Birliği'yle yakınlaşmasından endişe duyup partinin karşısına geçen Eden Pastora'yı ziyaret ettim. Ona devrimin başarılı olup olmadığını sorduğumda hiç beklemediğim bir cevap verdi: "Evet! Devrim, campesino'lara saygınlık getirdi. 1979'dan önce campesino olmak suçlu olmak gibiydi." Nikaragua'ya ilk olarak 'halkla' bütünleşmeye gitmiş ama süreç içinde insanlarla ilgili bir şey, büyük bir amaca hizmet yolunda bazılarının inkar etmeyeceği, mazaret göstermeyeceği, affetmeyeceği ya da inkar etmeyeceği hiçbir şey olmadığını öğrenmiştim. İkinci ziyaretimin sonunda çocuk tacizi suçlamalarını ve Ortega'nın bunların üstesinden nasıl geldiğini düşündüm. Seçimler, Nikaragualıların saygınlığını hatırlamaları için bir fırsat. Andrew Anthony'nin Observer'daki makalesinden kısaltılarak çevrildi. EAU