1995’in bahar aylarıydı yanlış hatırlamıyorsam, Ömer Madra telefonla beni aradı. Kurulmakta olan Radyo’da, hepimizin günlük hayatta bilmemizin yararlı olabileceği hukuki haklarımız hakkında bir program yapmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Tamam dedim. Önce haftada bir gün Elmadağ’daki Radyo’ya gidip, her sabah yayınlanmak üzere yarımşar saatlik, haklarımız üzerine bir program yapmakla başladım. Sonra, ilk yayın dönemi biterken Ömer yeni bir öneri ile geldi: Hafta içi sabahları yayınlanan “Açık Gazete” programı içinde canlı, hukuk ekseninde bir programa geçmek…Ona da tamam dedim. Bununla da kalamadım, salt müzik eksenli, sonradan sayısı üçe ulaşacak olan programlarımı da hazırlayıp sunmaya başladım: Yedi yılda aşağı yukarı 500 küsur kişinin başına gelecek olan “kanına girme” olayına ben de kapılıp gitmeye başlamıştım…
Sizlere “müzik” programları ile ilgili öykülerinden bahsetmeyeceğim Radyo’nun; ama, yaratmayı başardığını da düşündüğüm çekim kuvvetinin bütünlüğü içinde bir başka yüzünden, Radyo’da üretilen, geniş anlamı ile politik programlardan söz edeceğim. Bugüne kadar süren 14 yayın dönemi içinde özellikle yurttaş hakları, hukuk, vergi, sivil toplum kuruluşları, kent, çevre, Avrupa meselesi, iletişim, Güneydoğu Anadolu, sivil anayasa, tüketim toplumu, ekoloji, ekonomi, kültür, sanat, tarih konularında Açık Radyo’nun çeşitli programcıları ürettikleri politikaları aktardılar. Oldukça önemli olan, tek ses değildi çıkan. Evet, aşağı yukarı aynı dilden konuşan insanlardı programcılar, ama kendileri dışındakileri de anlamaya açıktılar, en azından gayret mevcuttu.
Yayına geçildiğinden bu yana, hafta içi her sabah yayınlanan “Açık Gazete”, Ömer Madra’nın günlük haberleri sıralamasından, yer yer insanı çileden çıkarabilen (ama aynı zamanda olumlu bir anlamda kışkırtan da) aktarıştaki tonuna kadar, dinleyicileri için, dünya ahvalinden haberdar olmanın önemli bir aracı oldu. Kanaat/tavır oluşturmanın demiyorsam akademisyen soğukluğuma, tedbirliliğime verin. Yine yayına geçildiğinden bu yana, hafta içi her akşamüstü yayınlanan “Açık Dergi”de yalnızca İstanbul’da sürmekte olan kültürel olaylardan haberdar edilmekle kalmadı dinleyici; bir “kültür” politikasının sunumu ile de karşılaştı.
Sizlere uzun uzun, bu yedi yıl, 14 yayın dönemi boyunca sunulan politik tavırlar, tek tek programlar hususunda ahkâm kesmeyeceğim. Meraklısı için böyle bir bilgiyi aşağıda bulacağınız bir liste halinde sunmayı tercih edeceğim. Ancak, yazmakta olduğum bağlamda, ayrıca üzerinde durmak istediğim mesele deprem olayı.
17 Ağustos 1999 depremi ile birlikte, kurum olarak kendine biçtiği yurttaşlık bilinci çerçevesinde harekete geçti Açık Radyo. Gerek depremden zarar görmüş olanlara gerekenleri sağlayabilmek, gerek muhtemel bir afete karşı hazırlık oluşturabilmek için gayrete girişti. Son tahlilde, bütün eksi ve artılarıyla sanırım bir radyo kuruluşunun elindeki imkânları seferber etmekte gösterebileceği azami performansı sergiledi. 10. yayın döneminden başlayarak Deprem Dayanışma Grubu ve Sivil Koordinasyon Merkezi olarak “17 Ağustos’u Unutma”, “Afet Günlüğü” ve “Artçı” şeklinde programlar sunulmaya başlandı. 13. ve 14. yayın dönemlerinde bunlara Gürhan Ertür ve Ayşe Akyıl/Argun Yum’un hazırladıkları, olası bir deprem felaketi sonrası hayatta kalmak için gereken bilgi ve politikaları aktaran “Altın Saatler” eklendi.
“Devlet” organizması ve anlayışı dışında sivil bir yurttaşlık ya da birey olma kavramının pek gelişmiş olmadığı Türkiye toplumunda yeşermekte olan birlikte yaşama gerekliliği/gerekleri çerçevesinde Açık Radyo bir iletişim kurumu/aracı olarak 7 yıldır kendine biçtiği görevi azimle yerine getirmeye çalışıyor. Tercih sizin; ama isterseniz radyonuzun frekansını bir 94.9’a getirin. Belki salt dinleyici olmak yerine, sesinizi de duyurmaya siz de kışkırtılırsınız.
(İstanbul dergisinin "Sivillik" temalı sayısında yayımlanmıştır.)