17 Eylül 2006Mete Çubukçu*
Gazetecilik rasyonel olmayı gerektiren bir meslektir. Kamuoyunu doğru ve gerçeğe yakın şekilde bilgilendirmektir temel amacı; belirli, değişmez kuralları vardır. Ancak mesleğinin gerektirdiği etik kuralara uyarken olaylara bir akademisyen "soğukluğu" ile de yaklaşamaz. Hele söz konusu olan toplumsal şiddet ve savaşlarsa, duygular da karışır işin içine. Önemli olan bu duyguları habere karıştırmamak ama olanı da gerçeğe yakın biçimde tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermektir. Savaş gazeteciliğinin temel çelişkisiyse objektiflik temelinde "neyi, ne kadar göstermek" üzerine kurulmuştur. Çünkü, Susan Sontag'ın 'Başkalarının Acısına Bakmak' adlı kitabındaki satırlarında olduğu gibi, "Savaşın neye benzediğini fotoğraflar söyler. Savaş yırtar, savaş parçalar. Savaş iç deşer, savaş bağırsakları söküp boşaltır. Savaş teni yakıp kavurur. Savaş yıkıp yok eder". Karşınızda duran gerçeklik budur; hem de "modern dünyayı", "rasyonaliteyi", "evrensel insan hakları değerleri"ni temsil ettiğini iddia ettiğini düşündüğümüz dünyanın bir kısmının sorumlu olduğu gerçeklik. Savaş gazetecisi objektif olmalıdır ancak tarafsız değildir. Taraf olduğu nokta "savaşa karşı" olmasıdır. Ancak bu naif bir barış yanlılığı değildir. Savaşlarda olanı, savaş denen insanlık dışı durumu sayfalara/ekranlara yansıtmaktır, ki insanlar farkına varsın, rahatsız olsun. Özellikle son yıllarda, "önleyici vuruş" gibi doktrinler, "terör" gibi bahanelerle yaşadığımız dünyanın cehenneme çevrildiğini, bebekler dahil binlerce insanın öldürüldüğünü, Irak ve Filistin'deki işgalin görüntülerini kim yadsıyabilir ki?
Herkes sorumlu Gazeteci o kanlı sahnelerle, enkaz altında kalmış insanlarla karşılaştığında hep aynı soruyu sorar kendine. Birçok kişinin bakmaya bile zorlandığı durumlarda "nereye kadar göstermeliyim?", "kullandığım dil, çektiğim fotoğraf herhangi birinin propagandasına mı yarar?" ikilemini yaşar. Ancak dehşet görüntüleri gerçektir. Bu gerçekliğin sorumlularını bulmaya çalışır. Özellikle son 20 yılda aldıkları kararlarla "dünyayı cehenneme" çeviren siyasi liderlerle birlikte, alınan kararları destekleyen kamuoyları da bu sorumluluğu taşır. Aynı zamanda kamuoyu denen amorf yapının, savaş makineleri çalıştığı zaman nasıl bir sonuç yarattığını da görmek zorunluluğu, aynı zamanda sorumluluğu vardır. Son yıllardaki savaşların en büyük özelliği, Afganistan, Irak ve Lübnan savaşının ilk günlerinde olduğu gibi, "uzaktan" yürütülen ama inanılmaz zayiatlara yol açan savaşlardır. Saldırgan kayıp vermez ama karşı tarafı asker sivil ayırt etmeden öldürmekten geri kalmaz. Okur/seyirciye verilmek istenen mesaj "aslında savaş yok"tur. Hatta işi ırkçılığa kadar götürüp "medeni dünyanın" insanlarının ceset görüntüleriyle rahatsız olmaması gerektiğini savunanlar da vardır.
Savaş rahatsız eder İşte, savaşlarda gazetecinin görevi de bu "savaş yok" mesajını tersine çevirmektir. Çünkü savaş vardır ve hakiki 'gerçek' odur. Kendi küçük dünyalarında, oturma odalarında oturup, bir sonraki günün planlamasını yapan, tatilinde nereye gideceğini hesaplayan, sokaktaki tehlikeler konusunda çocukları için kaygılananların, dünyanın herhangi bir yerindeki savaşlarda vahşice öldürülen insanlarla ilgili birkaç dakika bile olsa vicdanlarıyla başbaşa kalması sağlanabilir. Savaşın nasıl bir insanlık dışı durum olduğu belki birkaç kişiye anlatılabilir. Unutmamak gerekir ki savaşlara, istisnaları dışında gazeteciler neden olmaz. Savaş gazetecileri sadece, oy verilen, desteklenen politikacıların, dünyanın başına sardığı belaları aktarır. Politikacı da kendi kamuoyunu ikna etmek için de rasyonel düşünceyi değil her türlü manipülasyon ve dezenformasyonu kullanır. (Irak savaşının, Lübnan saldırısının nasıl başladığını hatırlayalım.) Bu yüzden savaşlarda ilk başta eleştirilecek olan savaş gazetecileri değil, savaş naraları atarak bebeklerin ölümlerine, vahşet görüntülerine neden olan, politikalar ve politikacılardır. Liderler bazında şiddete başvurmak için her zaman otoriter, totaliter olmak, insanları duygusallıkla etkilemek de gerekmez. Uluslararası hukuku ayaklar altına alarak Bağdat'ı, Gazze'yi, Beyrut'u vuranlar kimseyi ikna etmek için de uğraşmamışlardır. Oysa bir gazeteci "rasyonel bir biçimde" sınırlarını çizer, yaratılan her türlü vahşete karşı okurunu düşünür.
Fotoğraf hayatın kendisidir Doğrudur, imajlar, uzun yıllar hafızalardan silinmeyerek nesilden nesile düşmanlığı aktarabilir. Ancak, Gazze'deki çocukların, Beyrut banliyölerinde yaşayanların, Irak'ta birbirine düşürülenlerin ya da Tel Aviv'de intihar saldırısına maruz kalanların o fotoğraflara ihtiyacı yoktur. Çünkü hayatın kendisi o fotoğraftır zaten. Dünyanın herhangi bir yerindeki okurun, rahatsız da olsa bu gerçekliğe ulaşmaya hakkı olmalıdır. Bazıların istediği gibi ölümlerin gösterilmediği "temiz" savaşlarla kafamızı ne kadar kuma gömebiliriz ki? Aynı mantık çerçevesinde, Vietnam'daki Mai Lay, Saraybosna'daki Pazar katliamlarını, Beslan'daki okul baskınını, Filistin'de babasının yanında gözler önünde öldürülen Muhammed Durra'yı, Özbek General Dostum tarafından ölüm tarlasına dönüştürülen Cenk Kalesi'ni, Kana'daki enkaz altındaki bir çift eli görmememiz gerekir. Bunları görmezsek, steril dünyamızda daha rahat uyuyabilir, vicdanımızı daha mı rahat tutabiliriz? 1. Körfez Savaşı sırasında, Kuveyt'ten kaçan Irak ordusuna ait askeri bir aracın direksiyonunda yanarak ölen asker iskeleti gösterilmemesi gereken bir görüntüdür. İnsanı rahatsız eder, gözlerinizi kaçırırsınız. Ama savaş denen olguyu o görüntüden daha iyi anlatan bir kare yoktur. Son yıllarda dünyada tanık olduğumuz "yaratılan" düşmanlıklarda aranmayan hassasiyet ve mantık Lübnan Savaşı sırasında "Acaba Hizbullah'ın propagandasına alet mi olduk" sorusu ile gündeme getiriliyor. Evet, böyle bir ihtimal her zaman vardır ve tarih boyunca da olmuştur. Ancak temiz olmayan bir dünyanın "temiz" olmasına çalışılan savaşlarındaki görüntülerden rahatsız oluyorsak, sorunu başka yerde arayıp soruları başkalarına sormalıyız. Çünkü Lübnan'da, İsrail ordusu tarafından atılan hâlâ patlamamış ve savaş suçu kapsamına giren 100 bin misket bombası var. Ve bu bombaların muhtemel kurbanları yine çocuklar olacak. Belki görmek istemeyebilirsiniz ama en azından haberiniz olsun. O zaman 'hakiki gerçekle medyatik gerçek' arasında seçim yapmanız gerekecektir. * METE ÇUBUKÇU: NTV