Şöyle bir senaryo düşünün:
“Domuz gribi hızla yayılıyor. İlk kez bu yılın Mart ayında Meksika’da görülen ve Haziran ayında küresel bir salgına dönüşen domuz gribi virüsünün Türkiye’ye de yayılarak hastalığa neden olduğu iddia ediliyor. Ancak Sağlık Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada Türkiye’de görülen griplerin domuz gribi olmadığını, olsa bile hastalığın diğer griplerden bir farkı olmadığı için ekstra bir önleme gerek duyulmadığını açıkladı. Sağlık Bakanlığı panik yayan haberlerden rahatsız olduklarını, okulların tatil edilmesi gibi aşırı önlemler isteyen tabip odaları hakkında suç duyurusu yapılacağını bildirdi.
Sağlık Bakanı bugün düzenlediği basın toplantısında domuz gribi konusunda panik yaratanları hükümete karşı komplo içinde olmakla suçladı ve toplantı sonunda bütün basın mensuplarıyla tek tek sarılıp öpüştü. “Gördüğünüz gibi hiçbir bulaşma tehlikesi yoktur” diyen Sağlık Bakanı, grip aşısının firmalar tarafından getirtildiğini ve dileyenin eczanelerden edinerek aşı olabileceğini, ancak devletin herhangi bir aşılama yapmayacağını açıkladı. Dün Ankara’da domuz gribinden öldüğü iddia edilen kişinin ölüm nedeninin ise domuz gribi değil, başka bir enfeksiyon olduğu, ancak konuyla ilgili herhangi bir laboratuar tahlili yapılmasına gerek görülmediği açıklandı. Ülkemizde domuz gribi virüsünü tespit edecek bir laboratuar bulunmuyor.”
Tanıdık geldi, değil mi?
Neyse ki bu senaryoyu bugün yaşadığımız domuz gribi salgınında olup bitenlerin tam tersini hayal ederek yazdım. Yıllardır bu tür senaryoların gerçek olduğu bir ülkede yaşıyoruz ve bu kez bu kadar başarılı bir performans gösteren Sağlık Bakanlığı’nın nasıl olup da hedef alınabildiğini, ilgili ilgisiz kimi politik, ideolojik veya sosyolojik fikirlerin ve bazen de düpedüz komplo teorilerinin bu virüs salgınıyla nasıl olup da ilişkilendirilebildiğini anlamakta güçlük çekiyorum.
Sağlık Bakanlığı’nın salgın yönetimindeki bu başarılı performansı nedeniyle, bir hekim ve halk sağlığı uzmanı olarak, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a ve bakanlık yetkililerine teşekkür ediyorum.
Bunun nadiren yaptığım bir şey olduğunun bilincindeyim[1]. Yıllardır hükümetin sağlığın özelleştirilmesine dönük politikalarını eleştirenlerden biriyim. Reform adı altında kamu kaynaklarının özel sağlık kuruluşlarını akıtılmasından, sağlık sektörünün özelleştirilirken tekelleştirilmesinden rahatsızlık duyuyorum.
Sağlık sektörünün liberalleştirilmesinin en kötü sonucunun koruyucu hekimliğin geri plana itilip tedavi edici hekimliğin tek seçenek haline getirilmesi olduğunu biliyoruz. Benzer politikaların uygulandığı diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de “paran kadar sağlık” anlayışı yaygınlaştırılıyor ve özel hastanelerin hizmet sunumu ve otelcilik hizmetleri konusundaki başarıları sayesinde bu politika halk tarafından da kabul görüyor. Bu arada olan hastalığın tedavi edilmesine değil, ortaya çıkmadan önlenmesine ağırlık veren halk sağlığı anlayışına oluyor.
Ama Sağlık Bakanlığı’nın şu anda yaşadığımız domuz gribi salgınını yönetme biçimi koruyucu hekimlik ve halk sağlığı konusunda, son zamanların moda deyimiyle, ciddi bir açılım yaşandığını gösteriyor. Her şeyden önce üniversitelerin sözü dinleniyor. Dünya Sağlık Örgütü ile işbirliği yapılıyor. Olası bir panik havasının grip salgınından daha az zararlı olduğunun bilincinde olunduğunu gösterecek bir şekilde soğukkanlı ama net uyarılar yapılıyor. Gerektiğinde okullar tatil ediliyor. Aşılama ticarileştirilmeyip kamu eliyle yapılmasına karar veriliyor ve üstelik tam bir halk sağlığı anlayışıyla risk gruplarına öncelik tanınıyor.
Ama yıllardır eczaneden parayı bastırıp aldıkları grip aşılarına güvenen insanlarımız, bakanlığın ücretsiz uygulayacağı grip aşılarına güvenemiyor. Neden acaba? İnsanlar hastalıktan mı korkmalılar sizce, aşıdan mı, yoksa laf olsun diye konuşup yazanlardan mı?
Güvenilir kaynaklara atıf yapmadan konuşan ve yazan kimi insanların nasıl bir sorumsuzluk içinde olduklarını fark etmeleri için umarım kötü şeylerin yaşanması gerekmez. Bu yaşanan salgının belli risk gruplarında öldürücü olabildiğini, üstelik yeni bir tür olduğu için toplumun çoğunluğunun bağışık olmadığını biliyoruz. İnsandan insana bulaştığı için de kuş gribiyle karşılaştırmak anlamsız.
Domuz gribi aşısının yan etkisi olduğu da malumu ilam. Yan etkisi olmayan grip aşısı olmadığı gibi, bu grip aşısının diğerlerinden daha farklı yan etkileri olabileceğine dair ciddi bir kanıt olmadığı sürece şüphe yaymanın hiçbir mantıklı gerekçesi yok. Bu konularda eğer bakanlığa güvenmiyorsanız, yıllardır her konuda hükümet politikalarını kıyasıya eleştiren Türk Tabipleri Birliği’ne kulak verebilirsiniz. Farklı bir şey söylemiyorlar.
Sağlık Bakanı’na bu kez açıkça teşekkür etme ihtiyacı duymamın bir nedeni ortalıkta dolaşan politik olarak zorlama yorumlar ve abuk subuk komplo teorileri ise, bir nedeni de bir bakandan duymayı özlediğim bir netlikte söylediği şu sözlerdi. “Yarın bir hamile kardeşimiz aşı yapılmadığı için gribe yakalanır, ağır geçirir ve hayatını kaybederse, bir astımlı yavrumuz, bir kalp yetmezliği veya karaciğer yetmezliği olan erişkin bir kişi hastalığa yakalanır ve hayatını kaybederse, bu iddialarda bulunanlar acaba bunun vebalini ödeyecekler mi? Vatandaşım yarın bana gelse dese ki ‘bana filanca kişi ısrarla aşı yaptırmayın’ dedi. Ben de yaptırmadım. Çocuğumu kaybettim. Ben sağlık bakanı olarak suç duyurusunda bulunacağım. Bunu şimdiden açıkça ilan ediyorum”. Recep Akdağ bu sözleri sorumsuz demeçlerde bulunanlara karşı söyledi. Üzerine ekleyecek bir şey olduğunu sanmıyorum.
Dilerim Sağlık Bakanlığı koruyucu hekimliğin önemi, salgın yönetimi ve sağlık hizmetlerinin kamu eliyle verilmesi gerektiği konusundaki bu örnek tutumunu bütün sağlık politikalarına uygulayarak sürdürür.