Planlama ve Eğitim Şart

-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 112

 

Ömer Madra: Türkiye’de işgücü piyasasında ne sorunlar var? Bu konuda yayımlanmış bir rapor var, onun üzerinden gidebiliriz.

 

Hasan Ersel: Önce raporu tanıtayım. Çünkü raporun tamamını kapsamak beni aşan bir konu. Rapor Türkiye İş Kurumu tarafından yayımlanmış, yazarı İnsan Tunalı. Kendisi Koç Üniversitesi öğretim üyesidir ve işgücü piyasası üzerinde yaptığı derinlemesine çalışmalarla tanınmış bir akademisyendir. Çalışmanın adı İstihdam Durum Raporu. Aslında çalışma geçen sene, yani 2003’te, Avrupa Komisyonu’na sunulmak üzere hazırlanmış bir raporun çevirisi. Avrupa Komisyonu, ilgili her ülkeden istihdam konusunda rapor istiyormuş, o çerçeve içerisinde hazırlanmış.

 

Dolayısıyla işgücü piyasasına değinen dengeli bir rapor. Sorunları da söylüyor, çıkış yollarını da söylüyor, rapor sadece istatistiksel araştırmalardan oluşturulmuş değil -ki bunlar çok önemli, istatistiksel bilgi olmayınca neden bahsettiğimizi bilmemiz mümkün değil. Sayın Tunalı bu konuda derinlemesine çalışmalar yapmış bir insan olduğu için onları okurun takip edebileceği şekilde de sunabilmiş. Ayrıca da kurumsal yapı, politikalar ve yasal çerçeve anlatılmış, bence çok önemli bir kaynak. Bizim işgücü piyasası ile ilgilenmemiz gerektiği açık. Bunun AB ile ya da başka bir konuyla doğrudan ilgisi yok; yani işsizlik sorunu varsa, işgücünün istihdam alanlarının değişmesi, -mesela tarımdan tarım dışına kayması- gibi sorunlar varsa, bu AB süreci söz konusu olsun ya da olmasın, üzerinde düşünülmesi, çözülmesi gereken konu. Ayrıca önemli bir alan, çünkü Türkiye kalabalık bir ülke. İşgücü piyasasının büyük bir potansiyeli var.

 

ÖM: Bu işgücü meselesi AB çerçevesi içerisinden ele alınabilir herhalde? AB ile ilişkiler ne olursa olsun, Türkiye’nin kendi içinde düzenlemesi gereken konulardan biri, ifade özgürlüğü, temel haklar gibi.

 

HE: İşgücü piyasası ile ilgili AB’nin kendi normları var, eğer AB süreci devam edecekse o normları kabul etmek gerekiyor. Ama sorunu ortaya çıkaran AB süreci değil. AB süreci sorunun çözümünde takip edeceğimiz yolu ortaya koyacak. Bunun üzerinde ısrarla durulması gerektiğini düşünüyorum, yoksa Türkiye’deki yapısal işsizlik sorununu AB ortaya çıkarmadı, zaten vardı ve biliniyordu.

 

Şöyle basit bir alıştırma yaptım, AB -25 ülkeden söz ediyorum- bugünden ileriye doğru adam başına %2 hızla büyürse, 10 yıl sonra Türkiye’nin satın alma paritesi ile adam başına gelirinin AB’nin %60’ına ulaşmasını istesek –şu anda %27’si-, Türkiye’nin büyüme hızının 10 yıl boyunca her yıl %11.6 olması gerekli. Türkiye tarihinde böyle bir dönem yok. Süreyi 15 yıla çıkarsak, % 8.7 olması lazım. 20 yıl desek % 7.2, 25 yıl dersek % 6.4 olması lazım. Bu rakamların dördü de Türkiye’nin tarihinde yok. Tabii bir yıllığına hızlı büyüdüğümüz dönemler var ama ertesi yıl ya eksiye gidiyor ya çok düşük büyüme oluyor. Oysa sürekli büyüyebilmek gerekiyor.

 

Bu rakamlar biraz abartılı gelebilir, Avrupa adam başına %2 büyüyemeyebilir gibi eleştiriler de ortaya konulabilir, ben sadece manzarayı çizmek istedim. Demek ki Türkiye’nin şimdiye kadar gösterdiği büyüme performansından daha farklı bir büyüme performansı göstermesi gerekli. Büyüme hızı sadece matematik bir sorun değildir; büyüme hızı kendi kendine artmaz. Tarlanızda buğday üretiyorsanız, o tarlada ertesi yıl biraz daha dikkatli olursunuz, biraz daha fazla buğday üretirsiniz ama tarlanın da nihayet bir sınırı vardır. Sorun şu ki, tarlanın bir kısmında atölye kuracak, başka bir şey yapacaksınız, yani istihdam alanı değişecek, bu istihdam alanından başka bir istihdam alanına geçeceksiniz. Bu yatırım yapmak anlamına geliyor. Sadece insanlarla bir atölye olmaz, makine alınması lazım, o zaman bazı sorunlar çıkıyor.

 

Türkiye’nin böyle bir büyüyebilmesi için işgücüne ihtiyacı var. Bunu sağlayabilir mi? Türkiye’de bu işgücü var, ama işgücüne katılım oranı düşük, yani çalışabilecek yaşta ve sağlıklı olup da çalışmayanların oranı yüksek. Avrupa’da bu katılım oranı %60’ın üstünde, Türkiye’de %45-50 arasında. Bunun önemli bir nedeni kadınların çalışmaması. Ama bu durum yavaş yavaş değişiyor. Türkiye’nin nüfusu artmasa bile işgücü piyasasına girecek insan sayısının önümüzdeki dönemlerde artacağını söyleyebiliriz.

 

Bir sorun daha var; Türkiye’de işgücünün niteliği nasıl? Tunalı’nın çalışmasında önemli bir tablo var, şunu gösteriyor; 1988 ile 1994’ü karşılaştırıyor ve daha üst düzeyde öğrenim görmenin -fazladan- getirisinin düştüğünü gösteriyor. Bir insan daha iyi tahsil görmüşse 1988’deki avantajını 94’te koruyamamış.*

 

 

Konuşabildiğim iş çevrelerindeki insanlar ise nitelikli işgücü bulmakta zorluk çektiklerini söylüyorlar. Burada kastedilen, biraz daha ileri teknolojiyi kullanabilecek düzeyde bir işgücü. Nitelikli işgücünde sorun var.

 

O halde karşılaştığımız sorun, insan sayısından gelen bir kısıt değil, insanların sahip olduğu niteliklerden gelen bir kısıt var. Eğer bu aşılamazsa Türkiye’nin büyüme yolu yön değiştirir, torna tezgahında çalışabilecek insan bulamazsanız yine buğday üretmeye devam edersiniz. Bu nokta çok önemli gibi geliyor bana, işgücümüzün nitelikleri Türkiye’nin büyüme yolunu değiştirebilir. Tabii bu bir felaket öngörüsü değil. Bunu söylemiş olmam ne  bu böyle olacaktır anlamına da geliyor ne de Türkiye bunun farkında değil anlamına. Zaten raporda bu konuyla ilgili bir bölüm de var. “Türkiye’de işgücü eğitimi nasıl yapılıyor? Neye ihtiyaç var?” gibi konular tartışılmış. Ama gözüken o ki, insanların eğitimine ayırdığımız kaynakları arttırmamız gerekiyor.

 

Önümüzdeki dönem için önemli olacak ikinci bir faktörü söyleyeyim. Atölye kuracak parayı nereden bulacağız dendiği zaman, bu sorunla yüzleşmek istemeyenler bir düş kuruyorlar ve diyorlar ki; “Yabancı sermaye gelir, bu işi yapar.” Ben bunun böyle olacağını hiç sanmıyorum. Ayrıca dünyada yabancı sermayenin gelip bir ülkenin büyüme yolunu değiştirip, istihdamını hale yola soktuğu bir örnek de yok. Ama bir ülke böyle bir yola girdi, yeni kârlı üretim alanlarına geçtiyse ondan yararlanmak için yabancı sermaye geliyor. Geldiğinde bu süreci hızlandırıyor, bu doğru. Bunun örneği de Doğu Asya ülkeleridir. Becerilemediğinin örneği de Latin Amerika ülkeleridir. Yabancı sermaye yıllardır gelir, gider ama o ülkelerde bir toparlanma olmadı. Ama iki ülke grubu arasındaki en önemli farklılık şu; Güney Doğu Asya ülkelerinde iç tasarruf oranı Latin Amerika’dan çok yüksektir. Bir ülke iç tasarruf oranını yükseltiyor, bunu da belli bir şekilde yatırıma yöneltiyorsa, o zaman yarattığı ortam yabancı sermayeyi çekmek için uygun oluyor. Zaten o olayı başlatmakla da kurtulma yoluna girmiş oluyor. Tabii bu her şeyi çözüyor anlamında söylemiyorum, ele aldığımız sorun açısından söylüyorum. Bütün bu sorunları çözebilmek için, önümüzdeki dönemde oturup nasıl bir büyüme politikası yürütmemiz gerektiğini, iç tasarruf oranını arttırmamız için ne yapmak gerektiğini, bu tasarrufların Türkiye için uygun alanlarda yatırıma dönüşmesi için yapabileceğimiz neler olduğunu iyi düşünmemiz lazım.

 

İstikrar problemi ile çok uğraştık, çok da vakit kaybettik, bu problem önemsizdir anlamında söylemiyorum ama ekonomik istikrarın olmadığı bir yerde hareket edemezsiniz. Ama çözme sürecinde çok vakit kaybettik, irademizi ortaya koyduk, vazgeçtik, tekrar koyduk, tekrar vazgeçtik. İnşallah şimdi vazgeçmeyeceğiz, olaylar biraz daha hale yola girdi.

 

ÖM: Siyasi ve ekonomik istikrar gündemin tek maddesiydi, istikrar üzerine dönen muazzam bir muhabbet vardı eski dönemlerde, gayet iyi hatırlıyoruz hepimiz.

 

HE: Bir anlamda günün şartları onu gerektiriyor olabilir, evet gerekli ama yeterli değil. Önümüzdeki dönemi düşünmemiz şart. Bana bu noktalarda ciddi sorunlar var gibi geliyor ve tekrarlıyorum, AB faktörünü tamamen önümüzden kaldırsak, önümüze İnsan Tunalı’nın kitabını açarsak görüyoruz ki bir dizi problem var, ve bunların AB ile ilgisi yok.

 

ÖM: Buradan çok ciddi bir planlama ile hareket edilmesi gerektiği sonucu çıkıyor.

 

HE: Kesinlikle bu bir reform sürecidir. Kesinlikle planlanma gerekir, ama planlama derken şunu kastetmiyorum; merkezden bir plan yapalım, İzmir’deki bir firmaya söyleyelim 5.5 kişi değil 6 kişi istihdam etsin, kastettiğim bu değil. Önümüzdeki dönemin yatırımlarının nereye doğru yönelmesi gerektiği, tasarrufu arttırmak için neler yapılması gerektiği, küreselleşme süreci içerisinde rekabete dayanabilmek için neler yapılması gerektiği konusunda bilgilerin aktarılması gerekiyor. Planlama dediğinizin %90’ı bilgi aktarımıdır, kalanı da karşınızdaki insanın ne yapacağını bulup yapmasıdır. Tabii bir de ondan sonra finansman problemi var, tasarruf üzerinde duruşumun sebebi de o.

 

ÖM: Sonuç olarak hangi istikamete gitmekte olduğumuz konusunda bir özet cümle söyleyebilir miyiz?

 

HE: Son çeyrek verilerine kadar Türkiye’de işsizlikte olumlu bir hava yoktu. Yani 2001 krizinin vurduğu işgücü piyasası bozuk olarak devam ediyordu. Son çeyrekte rakamlar biraz karışık, biraz iyileşiyor gibi gözüküyor ama bir yandan da işgücü piyasasından çekilenlerin sayısı artmış gözüküyor. Doğrusu ben “hareket başladı” yargısına inanmak istiyorum ama rakamlar bana inandırıcı gelmedi. Rakamlar yalan-yanlış anlamında söylemiyorum, sinyaller farklı yönlerde geliyor. Ama büyüme biraz makul düzeyde süreklilik kazanırsa, o zaman istihdamın nasıl hareket ettiğini, kriz sonrası ekonomideki büyümenin istihdam yaratıp yaratmadığını daha iyi göreceğiz. Sanıyorum bu yıl sonuna doğru işgücü piyasasında manzarayı daha iyi görürüz. Bundan sonraki aşamaya gelince, bu Türkiye’nin önümüzdeki dönemde nasıl hareket edeceği meselesidir.

 

Bir sorunumuz daha var; Türkiye ihracatını arttıran ama dünyadaki mal talebindeki değişime yeterince ayak uyduramayan bir ülke görünümünde. Sattığımız malların çeşitlenmesine devam etmemiz ve bu çeşitlenme içinde de yeni malların ağırlık kazanmasına yönelmemiz gerekiyor. Bu da yeni alanlara, başka alanlara gitmek, oralara yatırım yapmak demek. Tabii aynı soruyu hemen soruyoruz, yatırım yaptığımız alanda, teknolojiyi kullanan yeterli işgücü üretebilecek miyiz, elimizde var mı? Şu anda tam oradayız.

 

* Sayın İnsan Tunalı, programdan sonra bana bir mesaj göndererek bu tabloyu daha farklı yorumlamam gerektiğine dikkatimi çekti. Metinde “Ortaokula göre lise bitirmiş olmanın ve liseye göre de üniversite bitirmiş olmanın fazladan getirisi fiilen azalmıştır” deniyor. Konuşmada “fazladan” kelimesi yer almadığı için sanki getiri düşmüş gibi oluyor. Ayrıca, kendisi, yeni bulgularının eğitimin getirisi konusunda daha olumlu yönde olduğunu iletti. Bu nedenle yukarıdaki pasajdaki “avantajı koruyamamak” ifadesi Sn. Tunalı’nın ikaz ettiği biçimde anlaşılmalıdır.

 

 

 

(14 Ekim 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)