PKK stratejisi, "sınır ötesi" ve "Sözün başladığı yer"...

-
Aa
+
a
a
a

10 Ekim 2007Hürriyet Gazetesi

PKK’nın silahlı mücadeleyi başlattığı 1984’den bu yana 23 yıl geçti. Özellikle, 1990’lı yıllarda, bir seferde çok sayıda şehit verildiği olmuştu.

Ama, hiçbiri, Gabar’ın 13 şehidinin ülke çapında yol açtığı ülke tsunamisini yaratamamıştı. Ülke, öfkeyle, “artık yeter” duygusuyla kasılmış vaziyette.

Bir hükümeti bundan daha fazla zorlayacak bir “siyasi ve duygusal iklim” olamaz. Tayyip Erdoğan hükümeti de, kolaylıkla “yanlışa sürükleneceği” bir iklimde.

Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin başına sarılan çeyrek yüzyıllık PKK belasının sadece son 5 yılında “Başbakan” sıfatı taşıdı. Ama, sanki PKK belası son bir-iki ayın konusuymuş ve Gabar’daki gelişmeye Tayyip Erdoğan’ın aymazlığı neden olmuş gibi bir hava estiriliyor.

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini, bu arada Ak Parti’nin yüzde 47’ye ulaştığı 22 Temmuz seçimlerinin böyle sonuçlanmasını engelleyemeyen çevreler, şimdi oklarını Tayyip Erdoğan hükümeti üzerine yönelterek, onu “Washington’un dümen suyunda” diye niteleyerek, bu nedenle “sınır ötesi harekat”tan yan çizdiğini öne sürüyorlar. Böylece, Türkiye’nin “ulusal çıkarları”nı gözetmediğini vurguluyor ve 13 (ya da 15) şehidin vebalini Ak Parti hükümeti üzerine yüklüyorlar.

Bu durumda, “ulusal onur” adına, “eşkiyayı ininde yok etmek” namına Kuzey Irak’a girmenin zamanı gelmedi mi? Bir İsrail kadar olamıyor muyuz? Bize, Kuzey Irak’a girmeyi yasaklayan ama oradaki PKK teröristlerine parmağını kımıldatmayarak, terörün ülkemizde döktüğü kanlarda parmağı olan Amerika’ya haddini bildirmek için daha ne kadar bekleyeceğiz?

Söylem bu. Birkaç ay öncesine dek, “Terörle Mücadele Koordinatörü” sıfatı taşıyan emekli Orgeneral Edip Başer bile, Kuzey Irak’a girmenin PKK’yı sonlandırmayacağını söylüyor ama ekliyor: “Devletimizin kararlılığını vatandaşlarımıza, onları rahatlatmak amacıyla ve dış dünyaya göstermek için, girilebilir”...

Gabar pususu üzerinden birkaç saat geçmişken, ülkenin en etkili gazetesinin manşeti “Sınır Aşılır; Bu Hesap Sorulur” olursa, başta MHP, tüm muhalefet partileri sadece “sınır ötesi”ni telaffuz ederek, hükümeti “acizlik”le suçlarsa, Tayyip Erdoğan’ın işi gerçekten zor ve “yanlışa sürüklenme” ihtimali kolaylaşmış demektir.

 

***          ***       ***

 

İşin ilginç yanı, Tayyip Erdoğan, 22 Temmuz seçim başarısının maliyetini ödüyor. Çünkü, PKK’nın “eskiye dönüş stratejisi” yani terörün ülkeyi, özellikle bölgeyi (Güneydoğu) kasıp kavurduğu 1990’ları yeniden canlandırma hesabı, seçim sonuçlarıyla büyük ölçüde ilgili.

Ak Parti, 22 Temmuz’la birlikte Güneydoğu’nun en güçlü siyasi partisi konumuna geldi. Tabanını genişletti. Ülkenin her yerinde benzeri konumda ve iktidar yetkisini güçlenerek yeniden elde etti.

PKK’nın tabanı geriledi ve daraldı. DTP’nin oy oranından bunu anlamak mümkün. Bunu bölgede zaten herkes söylüyor. Ayrıca, Irak Kürt liderliğinin ve Bağdat’ta yani merkezdeki “Kürt unsuru”nun da Ak Parti’ye olumlu nazarlarla baktığı bir sır değil.

Bütün bu faktörler, PKK’nın “Kürt sorunu”nda “doğrudan taraf” ve “en etkili aktör” olmaktan çıkabileceği ihtimalini getiriyordu. İşte, PKK’nın “eskiye dönüş stratejisi”, bunun önleme yöntemidir.

Nitekim, dünkü Milliyet’te Namık Durukan’ın “Analiz”i bu konuda gerekli “bilgiler”i içeriyor:

“Örgütün dağ kadrosu, Avrupa kanadı ve Türkiye’deki siyasi uzantıları, uzun süredir silahlı eylem gerekliliği üzerinde tartışıyor. Dağ kadrosu, şiddetin olası demokratik açılımlara zarar verdiği görüşüne karşılık, Türkiye’ye Öcalan kaynaklı taleplerini kabul ettirebilmek için PKK’nın asıl gücünü silahlı eylemlerden aldığı mesajını veriyor...

PKK, Türkiye’yi ABD ve Kuzey Irak yönetiminden destek almadan Kuzey Irak’a operasyon düzenlemeye de kışkırtmaya çalışıyor. PKK, böylece Türkiye’nin stratejik ortağı ABD ile ilişkilerinin gölgelenmesini, örgütün de yeniden ağırlık kazanmasını tasarlıyor.”

***      ***        ***

 

Benim, topu topu 10 gün öncesine giden Diyarbakır gözlemlerim ve izlenimlerim bu “Analiz” ile yüz üzerinden yüz uyuşuyor. PKK çevrelerinden yayılan, DTP’lilerin ağzından ifadesini bulan Ak Parti iktidarına hayatı –Güneydoğu’da rekabet gerekçesiyle de- hayatı dar etmeyi amaçlayan “çatışmacı” bir söylemin farkına varmıştım. “Demokratik açılımlar”, bu çevrenin pek umurunda görünmüyordu.

Dahası, Türkiye Kürtlerinin, “yeni demokratik iklim”e ve “AB yolundaki 2000’lerin Türkiye’si”ne uyan bir “yeni önderlik” oluşturması gerekliliğine ilişkin konuşmam, bazı gençlerde tepki topladı. Onlar için “önderlik sorunu” yoktu; “önderlik” İmralı’da ve Kandil’deydi. Çok sayıda gencin “dağ yolu”nu tutma eğiliminde olduğunu da gözledim.

Yani, geldiğimiz nokta, “vuralım-kıralım-ezelim”den ya da sanki hafta sonu mangal yapmaya, pikniğe gidiliyormuş fütursuzluğunda telaffuz edilen “sınır ötesi”nden daha karmaşık, daha çarpaşık.

PKK’nın en ateşli düşmanı görünenlerin, aslında onun “dolaylı müttefiği” olduğu  ilginç bir siyaset sahnesinde, bir “kanlı oyun”un “prömiyeri”nde gibiyiz.

Cemil Çiçek, önceki gün “Sözün bittiği yerdeyiz” demişti.

Tam tersine; “Sözün başladığı yerdeyiz”. Orada olmalıyız...