Petrol Üretimi ve Ulaşımı Güvence Altında mı?

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 96

 

Ömer Madra: Beyrut’ta başlayacak olan OPEC toplantısı ile bağlantılı olarak ham petrol fiyatlarındaki yükseliş üzerinde biraz duralım istersen?

 

Hasan Ersel: Büyük bir olasılıkla Beyrut’ta OPEC ülkeleri petrol üretim tavanını %10.6, yani günde 2.5 milyon varil arttırma kararı alacaklar. Bu sürpriz değil. Bunun ne anlama geldiği üzerinde durursak işin biraz daha karışık olduğu ortaya çıkacak. Geçen hafta biraz söz etmiştik, bu olay basit bir arz-talep meselesine benzemiyor diye. Hatırlatmak için söylüyorum, dünya günlük petrol tüketimi 80 milyon varil civarında. OPEC üretimini günde 2.5 milyon varil artıracak, deniyor. Böyle olunca bu arttırdığı miktar günde 26 milyon varile gelecek. 26 milyon varil, 80 milyon varilin günde %32.5’u. Yani OPEC dünya petrol üretiminin sadece %32.5’unu yapıyor. Peki azınlık üretimi yapıyor da niye bu grup üzerinde bu kadar duruluyor? OPEC hangi kelimelerin baş harflerinden oluşuyor. Onu hatırlayalım: “Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü” Dolayısıyla OPEC’in önemi petrol üretim düzeyini belirlemesinden değil, petrol talebi ile arzı arasındaki farkı kapatacak üretim yapan ülkeler grubu olmasından kaynaklanıyor.

 

Suudi Arabistan en büyük üreticidir diyoruz, oysa eski Sovyetler Birliği’nde bulunan ülkeler çok daha fazla üretiyor; Suudi Arabistan’ın üretimi günde 8.5 milyon varildir, onlarınki günde 10 milyon varilin üstündedir. Amerika’nın üretim miktarı da Suudi Arabistan’ın hemen biraz altındadır günde 7.9-8 milyon varil. Sorun şurada,  Amerika 8 milyon varilden çok daha fazla tüketiyor, Suudi Arabistan’da ise durum tersine.

 

ÖM: Bir de başta ABD olmak üzere pek çok ülkede de talep artıyor değil mi?

 

HE: Evet, ama artan talep problem yaratıyor mu yaratmıyor mu konusu biraz karışık. Uzun vadeden bahsetmiyorum, o ayrı bir sorun. Dünya petrol kaynakları ne oluyor, petrol çıkarma maliyeti yükselebilir mi, bunlar ayrı konular. Kısa vadeden bahsediyorum; diyelim ki OPEC bu kararı aldı ve bu 2.5 milyonluk artış dünya arz-talep dengesini yerine oturtmaya yeter mi? Geçen hafta şunu söylemiştim, 2004’ün ilk 3 aylık verilerine bakıldığında, dünya petrol arzı ve talebi arasında bir dengesizlik görünmüyor. Ortalıkta yeterince petrol var.

 

ÖM: Bu açıdan problem yok.

 

HE: Suudi Arabistan Petrol Bakanı Ali Naimi dün bir açıklama yaptı, aynı görüşü savunuyor ve sorunun nereden kaynaklandığına işaret ediyor. Bakan Ali Naimi’ye göre gelecek dönem piyasalarında güçlü bir spekülatif alış veriş var. Yani işler iyi gitmeyecek diye düşünenler fiyatları arttırıyorlar. Yoksa bugün petrol bulamadık diye arttıran kimse yok. Bakan haklı mı, değil mi?

 

ÖM: Bugün bazı İngiliz gazetelerinde, mesela Guardian’da ve Times’da da aynı şekilde spekülasyon yönünün ağır bastığı yolunda haberler var. Artışın büyük ölçüde spekülatörlerin tutumlarından kaynaklandığını belirtiyorlar. Times, fahiş kâr etmek isteyen aracılardan ve yatırım fonu yöneticilerinden şikayet ediyor.

 

HE: Bunun böyle olduğuna dair bir kanıt vereyim, New York emtia piyasasında 21 yıllık tarihinde -kurulduğundan bu yana- ilk kez bu “US Crude Light” dedikleri Amerikan ham petrolü -bir cins petrol, ama gösterge oluşturuyor, o yüzden önemli- Temmuz ayı fiyatı 42,33 Dolara çıktı varil başına.

 

ÖM: Bu en yüksek herhalde?

 

HE: Bu tarihinin en yükseği, 21 yılda böyle bir rakama hiç ulaşmamış. Şimdi bunun arkasından Suudi Arabistan Petrol Bakanı Ali Naimi’nin açıklaması geldi. Açıklamanın önemli noktasını söyleyeyim; “Terörist saldırılar yabancıların kaçmasına yol açsa bile Suudi Arabistan’ın petrol üretim kapasitesini etkileyemez, çünkü ülkede bu üretimi sağlayacak nitelikte insan gücü vardır” dedi. Bir an içerisinde Temmuz fiyatı 39.96 dolara düştü, 2.37 dolar birden düşüverdi. Piyasada kıtlık olsaydı bu böyle olmazdı. OPEC toplantısından tersine bir karar çıkar mı? Benim izlenimim; Hayır. Hep bunu söylemiştim yine tekrarlıyorum. Suudi Arabistan’ın önerisi OPEC’in günde 2.5 milyon varil üretim yapması yönünde. Cezayir’in bir önerisi var, o bir adım daha ileri giderek “üst sınırı kaldıralım, istediği kadar üretim yapsın” diyor, ama bu öneriyi pek benimsemiyorlar. Peki OPEC içinde muhalif var mı? Var: İran. Ama bu ülkenin önerisi üretimi arttırmamak değil, “Günde 2.5 değil de 2 milyon varil arttıralım” diyor. Dolayısıyla tamamen anlamsız bir şey değil. İran’ın önerisi kabul edilmeyecek herhalde ama OPEC kararını engelleyeceği de tahmin edilmiyor. Bir de fiili duruma bakalım; Suudi Arabistan zaten kendiliğinden günlük üretimini 600 bin varil, bazılarına göre ise 700 bin varil arttırmış durumda. Birleşik Arap Emirlikleri de günde 300 bin varil arttıracağını söylüyor. OPEC başkanı Purnomo Yusgiantoro diyor ki; “Aslında alınan bu kararlar üretim artışı olmayacak, çünkü OPEC ülkeleri zaten OPEC’in üretim tavanını aştı, günde 2 milyon varil üzerinde üretiyorlardı, bu karar sadece bu fiili durumu yasallaştırmış olacak” 

 

O zaman şöyle bir yere geliyoruz, demek ki gelecek dönem piyasalarındaki hareketi etkileyen OPEC’in bir üretici olarak nasıl davrandığı değil. Peki, OPEC dışı üreticilerde mi bir sorun var? Kimse onlardan da şikâyetçi değil, “Rusya üretimini kıstı, satmıyor” diyen yok, Norveç bu işlere ters bakıyor gibi bir durum da yok. Üretimlerini daha fazla arttıramazlar deniyor ama o teknik bir mesele, dolayısıyla oradan bir şikâyet yok. Talep aniden sıçrar mı? Bunun için de ani bir şey olması gerekiyor. ABD’de petrolün bir türevi olan mevsimlik benzin talebinde artış olacak, o biliniyor. Ama bu her sene oluyor. Bu yıl bir sorun çıkarsa nereden çıkar? Petrol arzından değil de Amerika’nın rafinerilerinde bir karışıklık varsa, yeterince benzin çıkaramıyorsa oradan olabilir, o da Amerika’nın problemi. Burada bilinmeyen bir şey yok, petrol talebini olağanüstü sıçratacak bir şey yok. Demek ki arzı düşürecek bir şeyler olabilir diye bir kaygı var. Çünkü spekülasyon dediğiniz olay da durup dururken olmaz, örneğin turpta hiç yoktan spekülasyon yapıp da fiyatını oynatamazsınız, bir şey olması lazım. Bir bilgi veya bir korku olması lazım. Üstelik bir kişinin telaşa kapılması da yetmez, başkalarının da katılması gerekli. O zaman şöyle düşünüyorum:

 

Demek ki Amerika’nın Ortadoğu’daki macerasının bu noktasında petrol üretimine ulaşımda güvenin sağlanmasında bir yıl öncekine oranla daha kötü bir duruma gelindiğine inanıyor piyasalar veya inandırılmışlar.

 

O zaman da ben burada duruyorum, çünkü bir iktisatçı olarak arz-talep ekseninde ve fiyatla ilgileniyorum, oradan sonrası beni aşıyor. Yine aynı şeyi tekrarladım belki ama dünkü açıklamalar önemliydi. Bunlardan bir çerçeve çıkarınca kaygının bir fiziksel sorundan kaynaklanmadığı sonucuna varılabiliyor.

 

Spekülatörler dendiği zaman küçümsemek veya “birkaç kişi ortalığı karıştırıyor” diye itham etmek doğru değil. Bir şey var ki onları tedirgin ediyor.

 

Evrim Altuğ: Mesela bu tedirginliğin hangi tarafa dair olduğu konusunda benim şüphelerim oluştu, yürütülen uluslararası politikalara ve operasyonlara dair bir tedirginlik mi bu petrol ihraç eden ülkeler birliğinin güttüğü, yoksa terörizme ve gelişebilecek daha kötü olaylara yönelik bir kriz mi?

 

HE: Bu piyasaların politikalarla o kadar uğraştıklarını sanmıyorum ama “petrol üretimi, petrolün ulaşımı güvence altında mı?” sorusunu soruyorlar. Anlaşılıyor ki verdikleri yanıt “Hayır”. O zaman da benim kafamda şöyle bir soru oluşuyor, 1-1,5 sene evvel, Amerika operasyona başlamadan önce farklı düşünüyorlardı, şimdi farklı düşünüyorlarsa neden? Arada benim görebildiğim kadarıyla  bölgedeki en büyük değişiklik Amerika’nın operasyonundan sonra ortaya çıkan durum.

 

Demek ki bu durum tedirgin edici bir hal aldı. O halde böyle kalamaz. Bir başka yere gidecek. Siyasi düzlemde, -Allah korusun!- askeri düzlemde bir şeyler olacak demektir. Bir çare bulunması gerekli. Çünkü insanlar çok yüksek fiyatla birkaç ay sonrası için petrol üzerinde bağıt yapıyorlarsa, petrolün rahat akabileceğine inanmıyorlar demektir. Önümüzdeki kısa dönem içerisinde, bir kaç aylık dönem içerisinde bir şeyler olabilir, işler ters gidebilir diye düşünüyorlardır.

 

Tabii gelecek dönem piyasalarının işleyiş biçiminden kaynaklanan, bunu abartan bir etki söz konusu olabilir. Biraz abartılmış bir korku diye düşünebiliriz. Ama bu korkunun bir dayanağı olması gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.

 

ÖM: Bunun hem ABD hem Rusya - geçen hafta özellikle Rusya ekonomisi açısından, Rusya’nın fiyat yükselmesinden memnun olduğunu konuşmuştuk- üzerine etkisi. Bir de tabii Türkiye’de ne şekilde karşılanıp, hangi önlemlerin ele alınması gerektiği meselesini konuşmalıyız herhalde?

 

HE: Rusya garip bir ülke. Bir anlamda oldukça gelişmiş bir ekonomi olmasına rağmen, bir anlamda da çok ilkel bir ekonomi görünümünde. Çünkü dünya piyasalarına bir tane mal üretiyor, o da petrol. Rusya, petrol fiyatının yükselmesi durumunda, petrol sattıkça daha yüksek gelir sağlıyor.

 

Ama bu da sorunsuz bir olay değil. Petrol fiyatındaki artış ülkeye döviz girişini arttırıyor. Ama bu defa iktisatta “Hollanda Hastalığı” denilen sorun ortaya çıkıyor. Sattığınız malın değeri artınca ülkeye bol yabancı para giriyor, o girince kendi paranızın değeri yükseliyor, kendi paranızın değeri yükselince diğer malları satamaz hale geliyorsunuz, ithalatınız artıyor, vs. Ülkede dengeleri oturtmak zorlaşabiliyor. Rusya da böyle bir durumu yaşıyor.

 

Rusya’nın kaygısı, petrol fiyatı 25 Doların altına düşerse, bütçe dengesi bozuluyor. Çünkü bütçede önemli bir gelir kaynağı petrol. Ruslar bir tek bundan korkuyorlar. Ama petrol fiyatının çok fazla yükselmesinden, petrol satamayacak duruma gelmekten de hoşlanacaklarını sanmıyorum. Şu anda Rusya ekonomisinde bir kaç yıl önceye bakıldığında olumlu gelişmeler var. Ama sorunları da beraberinde yaşıyor. Bu yapısal dönüşüm sorununu çözmeleri lazım. Bence ileride bunun üzerinde duralım, çünkü Türkiye’ye bir kısmı benzeyen, bir kısmı benzemeyen, fakat yapısal dönüşüm bağlamında paralellik kurulabilecek sorunları var.

 

ABD’ye gelince, Amerika’nın petrol faturası büyüyor, bu maliyetleri etkileyip fiyatları arttırabilir, çünkü şu anda Amerika’da işler iyi gidiyor gibi gözüküyor. Aslında işsizlikte fazla olumlu bir gelişme yok, yapılan işsizlik başvurusu endeksinde toplam düşüş 3 bin kişi, yani çok önemli bir olay yok. Onun dışında göstergeler fena değil, büyüme hızı iyi gibi gözüküyor. Enflasyon tahminleri de düşme gösteriyor gibi ama herkesin kafasında acaba bu petrol fiyatları devam ederse enflasyonu arttırır mı kaygısı var.

 

Türkiye’ye gelince; bu fatura nihayet belli bir rakam arttırıyor Türkiye’ye maliyetini. Bunu kullanıcıya yansıtacak mıyız, yoksa bir bahane bulup yansıtmayacak mıyız? Sorun burada. Yansıtırsanız tabii ki maliyetler üzerinde etki yaratıyor, fakat yansıtmazsanız daha önce konuştuğumuz gibi kamu gelirlerini etkiliyor, vergi hasılatı düşüyor. Satış fiyatı aynı kalır petrol alım maliyet yükselirse aradaki farkı oluşturan vergi düşer. Bu da kamu açısından çok arzu edilen bir durum değil. Bir başka olay daha var, petrol fiyatı artıyorsa ve siz de bunu yansıtıyorsanız bir nevi kullanıcıyı da terbiye edersiniz, yani elektriği açık bırakma, dikkat et arabanı çok fazla kullanma, vs. şeklinde. Belki bu arada önlem alır. Bu yüzden bence böyle bir durum olduğunda bunu kullanıcıya haber vermek lazım, yansıtmak lazım. Burada dışarıda olan bir olayı (dünyada petrol fiyatlarının yükselmesi) duyurmak demek. Bu olayda “canım istedi” ya da “kamu açıkları artıyor, ben de petrol fiyatını artırıp finanse edeyim” denmiyor ki...

 

ÖM: Bu konuda henüz resmi bir açıklama yapıldığını hatırlamıyorum, gözümüze ilişmedi.

 

HE: Ben dün televizyonda Bakan Tüzmen’i izledim, “önemli bir etki yaratmaz” diyordu. Yanlış anlamadıysam, bu noktadan sonra daha fazla bir fiyat artışı olmaz, tırmanmanın devam edeceğini beklemediğini söylemek istedi. “Buraya kadar olan etkileri de karşıladık” da diyor galiba. Ben o kadar emin değilim. Petrol fiyatlarında başka düzenlemeler yapılması gerektiğini düşünüyorum ama önemli değil. Türkiye’nin petrol bulamama diye bir sorunu olmaz. Yani Türkiye uzun vadeli kontrat yapabilecek durumda. Ancak içeride fiyat ayarlamalarını geciktirmek çok anlamlı gelmiyor bana.

 

ÖM: Bir de IMF ilişkilerine de çok kısaca değinebilir miyiz?

 

HE: IMF heyeti bu hafta Türkiye’ye geliyor, gelecek hafta Ankara’da görüşmeler başlıyor. IMF heyeti bu defa iki ayrı görevi bir araya getirip geliyor. Bir tanesi daha önceden yapılan plana göre “stand-by” çerçevesinde 8. görüşmeyi yapmaya geliyor. Bir de IMF her yıl bir kere her üye ülkeyi ziyaret edip o ülkenin durumu hakkında bir rapor yazar. Bunun stand-by’la hiç ilgisi yok, her ülkeye giderler. Amerika’ya da gider, İsveç’e de gider, Türkiye’ye de gider. Onun da zamanı geldiği için ikisini birleştirmiş oluyorlar. Bu ikinci ziyarette tabii ekonominin başka yönlerine de bakılıyor. Buna IMF’nin anayasasının 4. maddesi nedeniyle konsültasyon deniyor. Galiba bir tane daha önemli nokta var Türkiye açısından: IMF, önümüzdeki yıl ne olacağını da bir an önce karara bağlamak istiyor. Aslında bir an Avrupa ya da Amerika standartlarına baktığınız zaman gelecek yıl ne olacağının şimdiden belli olması gerek. Oysa biz pek alışık değiliz böyle uzun vadeli iş yapmaya. Bizim memleketimizde haftaya ne olacağını bilemezsiniz. Bu nedenle “bu konuyu daha sonra konuşsak da olur, ne var ki, bir yere kaçmıyoruz ya” diye düşünebiliriz. Ama onlar bu işin sonunda ne tür bir anlaşma ile nereye doğru gidileceğinin somutlaşmasını istiyorlar. Yanılmıyorsam hükümet de artık bu işi bir yere bağlamak gerektiği çizgisine geldi. Hissim o ki, eğer IMF ile güçlü bir anlaşma -ille de stand-by anlamında söylemiyorum- yapılmadığı takdirde hükümetin işi çok zor olacak.

 

ÖM: Ama bunun yapılıp yapılmayacağını henüz bilmiyoruz.

 

HE: Bilmiyoruz ama basına yansıyanlardan sezebildiğimiz kadarıyla o yöne doğru bir eğilim var. Bence ortalıkta bir saygınlık eksikliği var. İktisadi programdan etkilenenlerin ona inanması gerekiyor... Ama galiba yeterince inanmıyorlar. Ama yanlış anlaşılmasın, bu saygınlık eksikliği hükümetin dünkü bir kararından filan kaynaklanmıyor. Bu, zaman içinde birikmiş olaylardan doğan bir kaygı... Program devam edecek mi, hükümet siyasi cesaret gösterebilecek mi, gösteremeyecek mi? Arada yalpalamalar oluyor. Biliyorsunuz olumsuz haber insanı daha çok etkiliyor. “İşler iyi gidiyor” deyince kimse pek davranışını değiştirmiyor. Normal durum diye kabul edip önem vermiyor. Ama bir terslik olunca “Eyvah! terslik oldu” diye tedirginlik başlıyor. O yüzden ben özellikle yapısal değişiklik kararlarını -bunlar sonunda birilerinin ayaklarına basmayı gerektiren kararlar-, hükümetin tek başına saygınlığı ile götürülebileceğini sanmıyorum. Hükümetin bir desteğe ve o desteğin de güçlü olmasına ihtiyacı var. Yani öyle “Aferin oğlum, sen bu yolda devam et” değil de “Sen bunu yapmazsan müeyyidesi budur” diyen bir desteğe ihtiyaç var.  

(3 Haziran 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır)