29 Mart 2007Perihan Mağden
Rulet yine Büyük Birlik Partisi'nde durdu. BBP'den Yaşar Amca da (Çeteci Çocuklar öyle çağırıyorlar) şööle bi gözaltına alınıp salınıverdi. E, Yasin Hayal'in McDonald's davasından avukat masraflarını, çok çok hayırsever bi amca olduğundan ödeyivermişti nitekim. (Sanki fakir birkaç oğlancığı mahallede sünnet ettirivermiş.) Bu 'avukat bağışı' (yeni 1 nasyonalist hayır çeşidi) ortaya çıktığında 2 ay önce, öyle bi hava yaratıklandırmıştı Yaşar Amca gamsızca. Polis de yutmuş, ya da yutmak istemişti ki Bombacılara İyilik Yapmadan Duramayan BBP'li Amca Miti'ni, gözaltına alıp da ifadesini alması TAM İKİ AY aldı. Zira şimdi ancak şimdi "Avukat ödemesinin doğurduğu ÜÇ YILLIK ÇETE ŞÜPHESİ" diyorlar, gözaltına alma nedeni olarak. (Vietnam'da sabah oldu!) İşin içinde bi MİT yoktu, yokluğunu hissediyordum; polis var, istihbarat var, JİTEM var, valiler var, katillerle hatıra fotoğrafı hastaları var, empatisyenler var- varoğlu var. Neyse MİT de karıştı mı işin içine! Tam Teşekküllü 1 Cinayet'ten söz edebiliriz artık. Dört dörtlük bir kurgudan. Hiçbir güzel birim ihmal edilmemiş kast çalışmaları esnasında. Ve sorumluların (yani görevini yerine getirmeyerek Hrant Dink'in ölümüne NEDEN OLAN sorumsuzların) aslanlar gibi korunup kollandığı bir ortamdan. Oysa, pardon pardon pardon da- MİT işin içine daha önce karışmamış mıydı? Hani Muhteşem Valimiz Güler'in yardımcılarından biri (BU yardımcıyla ilgili herhangi 1 soruşturmaya DA gerek görülmedi bildiğim kadarıyla) iki adet MİT'çi 'tanıdığına' ayaklarına kadar getirttikleri Dink'i uyarttırmıştı! 'Ayağını denk al,' diyenler Dink'e, onu sonnn derece tedirgin eden o meşum görüşmede, biri kadın, diğeri erkek olduğu rivayet olunan 2 adet MİT'çi değil miydi? Neydi? Her neyse. MİT mevzuu da (koruyan değil, uyaran/kollayan değil, gözdağı veren 1 MİT) kapatılmıştı ki, yeniden, oda arkadaşlarının itiraflarıyla, aynen Büyük Birlik Partisi'nin 'şanlı' ismi/katkıları gibi gündeme yeniden düşüverdi. Bu sarmallarla daha çok oynarız yavru kediler gibi. Ermeni Patriği İkinci Mesrop "Cinayet üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen azmettirici henüz bulunamadı. Bunun nedeni de azmettiricinin (ben olsam: azmettiriciler çetesinin, derdim) iyi korunmasından kaynaklanıyor," demek zorunda kaldı dinadamı dinadamı kimliğiyle. Ermeni Patriği'ni ne yalan söyleyeyim uzaktan uzaktan hep beğendim, sevdim, saydım. Los Angeles'lara okumaya gitmiş Highschool mezunu bir gençken, çok vahim bir trafik kazası geçiriyor, yanındaki arkadaşını kaybediyor; kendi de mucizevi bir şekilde mutlak bir ölümden dönüyor. Sonra da bu mucize dönüşü bir işaret sayıyor olmalı ki, hayatını Tanrı'ya adayıp din adamı olmaya karar veriyor. Kaç kız arkadaşımdan vakti zamanında ada vapurunda rastladıkları o yakışıklı gencin, ayılıp bayıldıkları o çocuğun işte, kendini 'dinine' adamasının filan, hikâyesini dinledim. Ben de Highschool'lu olduğumdan filan da (biz onlara Boyschool'lu derdik ortaokullarımız ayrı mekânlarda olduğundan) böyle bir aşinalık hissetme, bir sevgi, hayranlık; kendini adayanlara hayranlık duymadan edemeyenlerin mahcubiyeti ve yetersizlik duyguları içinde de. Ama Patrik, Hrant Dink'le çeliştikçe; onu fazla ileri, fazla cesaretli, fazla ifadeci, fazla fazla buldukça- 'Nasıl yapar?' bunu diye içerlemedim değil ona epeyce. Benimkisi tabii uzaktan seyreden birinin saygısızlığı ve kaygısızlığını da (affınıza sığınarak Patrik Hazretleri) içeriyor- Du. Öyle kendi kendine sayıklama gibi. İçsel, duygusal değerlendirmeler silsilesi. Hrant Dink'in cenaze töreninde yaptığı konuşmanın güzelliği bir yana, bir yerinde gözyaşlarını tutamaması Patrik'in; Dink'in ölümünün nasıl da içine dokunduğunu dışarı vurması o berrak kalbinin- Yani onu yine sayıyor, seviyor; uzaktan (ateist) hürmetlerimde kusur etmiyorum. Ama son sıralarda o denli önemli şeyler söylüyor ki İkinci Mesrop, diaspora fanatiklerinden, Türk milliyetçilerine- o denli önemli mevzulara parmak basıyor ki. Ermenilerin kendilerini nasıl tedirgin hissetmek zorunda kaldıklarından 'artık' binlerce yıldır ait oldukları bu topraklarda- Öyle yaralarımıza merhem sürme gayretiyle konuşuyor ki. Öylesine doğru ve hakkâniyetli! Nasıl bir zamanımızın tünelindeyiz ki (karanlık, kanlı, nemli, tehlikeli) bunu kabul edenlerle/yüzleşmeliyiz diyenlerle, görmezden gelmek konusunda ısrarcı/statükonun yalamacıları arasında aslında tüm savaş. Üstelik, nasıl da tehlikeli bir dönemeçte sıkıştırıldığımızı haykırmaya çalışan o malum azınlıklar topun ağzında. (Namlunun ucunda mı demeliyim?) Murat Belge geçenlerde çok isabetli işaret ediyordu: Dink'in katledilmesinin akabinde devletimiz, mahkemesi basılanlara koruma tahsis etmeyi uygun gördü. Bu, esasında tam da kimlerin hedef olduğunun çok bariz kanıtı değil ise, nedir yazıyordu. (Ben tabii kendi keçeli Türkçemle mealen-) Bakın: birkaç yetkilinin (diyelim Cerrah neşterlenmesin diye İstanbul İstihbarat Şube Müdürünü'nün) tayininin çıkarılması dışında, hiçbir 'tavır almasını' göremedik ne devletimizin, ne hükümetimizin. Aksu'nun ve Çiçek'in aynen muhafaza edildiği bir ülkeden bildiriyoruz. Mahkemelerimiz o Sirk Çeteleri'ne bastırıldığında da inat ve ısrarla söylemiştim, "Bunlar devletimizin teveccühüdür" diye. Burada ciddi bir 'tercih' söz konusu: birilerine karşı. Kalkıp Danıştay baskınına kadar uzanmakta büyük yarar var. Ailesinin mahkeme salonlarında basbas bağırarak takdir edip desteklediği yarı meczup bir avukat katilde tıkandı kaldı o iş. Danıştay baskını bu denli basit, geçiştirilesi bir 'şey' miydi? Dink cinayetinde ya azmettiriciler (çetesi) bulunup sonsuza dek yok edilecekler; ya da eski derin tas eski derinnn hamam. Aynen Şemdinli'de olduğu gibi bir milat Dink'in cinayeti. Yine es geçme/geçirme peşinde olanlara dikkat! "Kanı yerde kalmasın, tertemiz bir Türkiye'ye vesile olsun" demek istiyorum; ama pisliğin gücünün bu kadar vahim olduğu bir ülke buraları maalesef. Umutsuzum.